Dünyayı dolaşan aşk: Mektuplar

Mektuplar

Mektuplar

ANTOINE DE SAİNT-EXUPÉRY, CONSUELO DE SAINT-EXUPÉRY

çev. Gizem Olcay Timaş Yayınları Haziran 2022 264 s.

"Mektuplar, 1930-1944 yılları arasında Antoine de Saint-Exupéry ile Consuelo de Saint-Exupéry arasında karşılıklı yazılan mektup ve telgraflardan oluşuyor. 272 sayfa boyunca bolca çizim, fotoğraf, posta zarfı, posta pulu ve açıklayıcı dipnotla karşılaşıyorsunuz. Hatta dipnotlar kendi içinde ayrı bir nehir olmuş, akarak mektuplardan bağımsız bir okuma olanağı sunuyor."

DAMLA KARAKUŞ

“‘Hoşça git’ dedi tilki. ‘Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.’” (Can Çocuk Yayınları, s. 84)

“Bir başka kitaba gönderme yapıyorsan iyi iş çıkarıyorsun” der çok sevdiğim biri. Nazan Bekiroğlu’nun Kehribar Geçidi kitabının incelemesini yazıp gönderdikten birkaç gün sonra fark etmiştim, bana Küçük Prens’ten bu sözü hatırlattığını. Pek çok çıkarım yapılabilirdi kitaptan, ki yapmıştım da ama Küçük Prens’i görebilmek durduramadığım hayal gücümün ürünüydü sanırım. Yayınevinden bir arkadaşıma konuyu açtığımda hayal gücümü tanımlayabilecek yorumlarda bulunmuş, bir yandan da sevinmişti. Şimdiyse Exupéry’lerin mektuplarıyla bir âlemden diğerine sekerek varıyorum. Yine aynı alıntı düşüyor aklıma. Söz konusu Küçük Prens’se âlemler arası nefis bir yolculuğun parçası olacağımdan ve sizi de peşimden sürükleyeceğimden eminim. Hazır mısınız?

Türkçede ilk kez Timaş Yayınları tarafından basılan Mektuplar, 1930-1944 yılları arasında Antoine de Saint-Exupéry ile Consuelo de Saint-Exupéry arasında karşılıklı yazılan mektup ve telgraflardan oluşuyor. 272 sayfa boyunca bolca çizim, fotoğraf, posta zarfı, posta pulu ve açıklayıcı dipnotla karşılaşıyorsunuz. Hatta dipnotlar kendi içinde ayrı bir nehir olmuş, akarak mektuplardan bağımsız bir okuma olanağı sunuyor. Şöyle ki, mektupları dipnotlardan bağımsız okursanız fırtınalı, bol seyahatli ve tabii ki maceralı bir aşk hikâyesinin tadını çıkarabilirsiniz. Başa dönüp dipnotları ayrıca okursanız da süreci anlatan bir belgesel tadı verdiğini eklemeliyim. Özenle saklanan ve kitaba alınan birçok materyal arasında gemi giriş kartlarından örnekler bile var: 1931 Şubatı’nın ortasında, Consuelo’nun Antoine ve annesine Almeria durağında eşlik ettiği, Alsina gemisine ziyaret kartı gibi. (s. 26) Harikalar diyarında Alice’le buluşup Küçük Prens’in diyarına yolculuk yapıyor, Alice’in tavşanı ile Küçük Prens’in tilkisini arkadaş edip oyunlar kuruyor ve gezegenimizin üzerine oturup gülümüzü koklarken kalabalık gülüşlerimizi bölüşüyoruz. Sanırım Mektuplar’ı okumak nihayetinde böyle bir his…

Dikkat çekmek istediğim bir konu daha var: Hem Antoine hem de Consuelo’nun biyografisine genişçe yer verilmiş kitapta. Belki biyografi okumayı sevdiğimden, belki de azımsanamayacak zamandır biyografi yazdığımdandır, bilemiyorum; yaşamöykülerini bildiğim halde heyecan ve şaşkınlıkla okudum bu detayları. Ayrıca Mektuplar’ı Fransızcadan dilimize aktaran Gizem Olcay’ın çift ve mektupları hakkındaki oldukça uzun anlatımını da öğretici buldum. Sanırım onların fırtınalı yaşamını ve hatta kitabın özetini en iyi Olcay’ın anlatımında özümsedim.

“Antoine de Saint-Exupéry maceracı bir gezgin, tutkulu bir yazar, masmavi gökyüzüne ve yeryüzündeki kır çiçeğine âşık bir pilot. Kimi zaman talepkâr bir eş, kimi zaman kıskanç bir sevgili, kimi zaman kırgın bir âşık. Consuelo Suncín de Sandoval hayranlık uyandıran bir ressam, bazen kaprisli bazen şefkatli bir sevgili, tutkulu bir sanatçı, yazar. Ve Küçük Prens’in onu evcilleştiren çiçeği; suladığı, sakladığı, bazen sızlanmalarını, bazen de sessizliğini dinlediği gülü. Bu iki delişmen sanatçı ruh birbirlerine tutkuyla bağlanır ve fırtınalı bir aşk yaşarlar. Bu aşkın tanıklarıysa ayrılıklarından beslenen eserleri ve bu mektuplar olur.”

Kitabın ilk sayfasını Consuelo’nun Antoine çizimi süslüyor. “Çizimde parmaklarınızı gezdirdiğinizde geçmişten iki insanın aşkına tanıklık edeceğinizi hissediyorsunuz” diye bir cümle kurmak istiyor burada diyarlardan dönemeyen ruhum. Ama sanırım fazla romantik bir bakış bu. İsterseniz yazdım, istemedinizse yazmadım kabul edin siz. 1930 tarihli ilk mektup Buenos Aires’ten yazılmış; “Endişeli hallerini ve öfkeni seviyorum. Sende tam anlamıyla evcilleştirilmemiş her şeyi seviyorum. Bana verdiklerini ve ırksız çehrelerden ne kadar yorgun olduğumu bir bilsen” diye bitiyor. (s. 18) “Evcilleştirme” sözcüğünden sonra mektubun kim tarafından yazıldığını söylemeye gerek yok sanıyorum. Evet, doğru bildiniz. Elbette aşkını ilan eden bu mektuba Consuelo’nun cevabını da okuyoruz:

“Tonnio’m, Uzun günler boyunca benden uzakta olacaksın. Her sabah seni kim uyandıracak? Seni kim öpecek? Ne rüzgâr ne ay ne de gece küçük karının narin ve sıcak okşayışlarını sana verebilir. Senden uzak günlerde hepsini saklıyorum ki, tek bir gecede sana verebileyim. Dönmek için elini çabuk tut. Seni çok seviyorum, Consuelo’n.” (s. 19)

Kitabın detaylarından biraz daha söz etmek istiyorum size: 1930-1940 yılları arasında, Güney Amerika, Fransa ve Kuzey Amerika’dan yazılan mektuplar kitabın birinci bölümünü oluşturuyor. Bu mektuplarda çiftimiz, aşklarının ipuçlarıyla doluyken daha umutlu mesajlar veriyor birbirine.

“Consuelo, senin kocan olmayı sevdim. Ormanda yetişen iki ağaç gibi birbirine bağlı olmanın, aynı sert rüzgârlarla savrulmanın, güneşi, ayı ve akşam kuşlarını birlikte karşılamanın pek rahatlatıcı olduğunu düşündüm. Bütün bir ömür. Consuelo, sen böyle bir saatliğine uzaklaştığında dahi öleceğimi düşünüyorum.” (s. 59)

Aralık 1940-Nisan 1943 tarihlerinde yazılan mektuplarsa biraz hüzünlü ama daha çok sağlık sorunları içeriyor. Aşklarının bu döneminde veba onları sınıyor.

“Öyle kaybolmuş hissediyordum ki, bir hastaneden diğerine geçip durdum. Bir ay boyunca (kırk gün) kızıl hastalığı yüzünden karantinaya alındım. Sizden tek bir haber almadım... Annen bir kere beni görmeye geldi, nihayet! Hatırladığım bir yüzü görmek beni öyle mutlu etti ki! Cannes’da veba tedavisi için bir klinik yok. Veba uzmanı bir kliniğin garajındaydı.” (s. 80)

Ancak ne kadar kırılsalar ne kadar sağlık sorunu da yaşasalar birbirlerinden hiç vazgeçmiyorlar. Aşk onların her satırının ortak paydası oluyor.

“[Hastaneden gönderilen mektup] Consuelo, size bu gece bir aşk mektubu yazacağım. Onlarca acıya, sizden tek bir haber alamamaya, ruhunuzun yavaş yavaş solmasına rağmen hiçbir aşk yok ki yolunu bulamasın. Ruhunuzun sevdiğim ve sevinci nisan yoncası kadar taze bir tarafı var. Bana şafak gibi gelen saniyeleriniz var. Yok yere çıkan buhranları, küçük zevkleri, bir anda hayatımı feda edebileceğim bir yanı var. Yirmi beş kuruşluk bir kamera, “mütevazı olacağım” dedirten tevazu. Ve burada güzelliklerle doluyum ve sizi ışıkla donatıyorum – işte burası, dünyanın başlangıcı. Diyorum ki: ‘Karlar erimiş. Kar suyu kuğulara göl oldu... Çok iyi biliyordum, haklı çıkacağımı çok iyi biliyordum...’” (s. 94)

Aşk yaşanır, mektupları yıllar sonra gelip masamıza yerleşir de pişmanlıktan söz etmeden olur mu hiç? Elbette her aşkta olduğu gibi pek çok pişmanlık yaşıyor onlar da ve Antoine en büyük pişmanlığını 15 Haziran 1943’te Fas’tan yazdığı mektubunda şöyle dile getiriyor:

“En büyük pişmanlığım ne biliyor musun Consuelo? Küçük Prens’i sana ithaf etmemek.” (s. 150)

Artık veda zamanı! Aktaracağım son dipnot hüzünlü elbet. Öyle ya, vedalar hüzünlüdür. Borgo’dan Korsika’ya yola çıkan Antoine 31 Temmuz 1944’te görev sırasında ortadan kaybolmuştu Consuelo 10 Ağustos’ta George Gölü’nde gazeteleri okurken, New York Times’ın 4. sayfasında şu habere rastladı: “Saint-Exupéry uçuş görevinde kayboldu.” Ve kitapta 172. belge olarak yer alan 30 Temmuz 1944 tarihli son telgrafta Consuelo, Antoine’a şöyle diyordu: “Haziran mektubunuz beni mutluluktan ağlattı. Size dokunmak istiyorum. Yalvarırım kendinize dikkat edin ve tek parça dönün. Consuelo’nuz.” (s. 259)

Kavgalar, özlemler, sevginin kalbe sığmayışı, talepler, kıskançlık krizleri, aşkın şefkatli kolları… Birlikte geçen yıllar ve aşka uzaktan bir son veda! Neyse ki onlar dolu dolu yaşanmış fırtınalı bir aşkın iki tarafıydı; iki gezgin, yer yer hiddetlense de şefkatten hiç uzak kalamadı…

Nihayetinde kuş ölüyor, biz uçuşu hatırlayalım, öyle değil mi? (F. Fehruzad) Böylesi daha romantik. Bak yine…

•