Birinin ‘kökü’, ötekinin ‘kanadı’ olur mu?

Kökler-ve-Kanatlar

Kökler ve Kanatlar

ECE KARAAĞAÇ

Holden Kitap Haziran 2022 200 s.

"Ece Karaağaç, Suriye’deki savaştan Türkiye’ye kaçıp bu kez İstanbul’un göbeğinde bir bombalı saldırıya yakalanan küçük Afra ile aynı saldırıda canını zor kurtaran Ayfer’in kesişen yollarını anlattığı Kökler ve Kanatlar kitabında, ‘mağdur’un trajik tufasına düşmeyip ‘mağrur’u da yerden yere vurmadan, dengeyi tam yerinde tutarak işlemeyi başarıyor."

BURAK SOYER

“Ben bir şey diyeyim mi sana? Belki şaşıracaksın ama kimsenin hiçbir bok bildiği yok. Herkes görüyor, savaş filmi izler gibi izliyor ama kimsenin gerçekte bir şey bildiği anladığı yok. Neden? Çünkü uzaktalar. Kendilerince güvenli bir mesafedeler. Belki kendi başlarına gelmemiş olmasının rahatlığı içindeler. Belki kendi başlarına hiçbir bir zaman böyle bir şey gelmeyeceğini düşünüp seviniyorlar. Yalandan vah vah edip kendilerini temize çıkarıyorlar. Neden, biliyor musun? İkiyüzlüler çünkü. Hepimiz ikiyüzlüyüz. Kendimi ayırdığımı sanma sakın, ben de ikiyüzlüyüm. Seninle bu şekilde karşılaşmasaydık da ben seni, ne bileyim, sokakta keman çalarken falan görseydim önüne birkaç bozukluk atardım en fazla, yüzüne bile bakmazdım. Tanımazdım yani seni. Tarih ana haber bültenlerinde, müfredat kitaplarında, öyle siktiri boktan gazete sayfalarında filan yazılmıyor, tarih burada yazılıyor, hafızada. Unutulmaması için de anlatılması gerek. O yüzden anlat sen. Anlat ki sen gidince o bende de yaşasın.”

Bu uzun tirat, SabitFikir, K24, Kayıp Rıhtım, Gazete Sanat, Artful Living ve Masa gibi mecralarda çıkan yazılarıyla, Yarım Kalan Bazı Aşklar kitabıyla tanıdığımız Ece Karaağaç’ın Holden Kitap etiketiyle çıkan son kitabı Kökler ve Kanatlar’dan bir alıntı. Göçmen, mülteci, sürgün, adına ne dersek diyelim, bizim için aynı anlama gelen, onlar hakkında mevzuya girerken mutlaka eksik etmediğimiz ‘ama’lı cümlelerimizin özneleri onlar: Ötekiler! Yani ‘bizden olmayanlar’. Biz bilmem kaç inç televizyonumuzda haberlerde ‘onları’ izleyip, modelinin sayısına yetişemediğimiz cep telefonumuzdan sosyal medyada ‘like’ ararken onlar günü nasıl tok geçireceklerinin yollarını arıyor. Ve her zaman görmezden gelmekte ısrar ettiğimiz bir şey var: Hayatta ‘birilerinin’ kurduğu oyundaki roller çok kolay yer değiştirebiliyor. Tıpkı Kökler ve Kanatlar’da anlatılan hikâye gibi…

Ece Karaağaç’ın kitabı kan revan içindeki Taksim’de açılıyor. Bağırış, çağırış, inlemeler, yerlere saçılan iç organlar, üzeri gazete kâğıdıyla örtülü cansız çocukların bedenleri geliyor gözümüzün önüne. Bir bomba patlamış. En canlısından. Ama artık o da cansız. Vücudunun parçaları, etrafındaki yüzlerce insanınki gibi kim bilir nerelere uçmuş. Ne ‘uğruna’ olduğunu bilmiyoruz. Tahmin etmesi zor değil tabii. Bu kan gölünden kurtulup eve bir şekilde sağ salim kapağı atmış Ayfer’in yanına gidiyoruz. Ayfer şoktan çıkamamış. Babası Davut’un ve annesi Müco’nun endişesi tavan yapmış. Bir de ufak bir kız çocuğu var. Hatta ağzı ve dili de var ama konuşmuyor. Konuşamıyor daha doğrusu. Çünkü o ‘bizim dilimizi’ bilmiyor. Ama sıfattan belli. 15 yıldır bu tiplerin nereli olduğunu artık anlayabilecek kıvamdayız. ‘Oralı’ işte. Suriye’de evine yağan bombalardan kaçmış ama İstanbul’un göbeğinde patlayan bombadan kaçamamış.

Kalan sağlar ‘bizden’ olsun yeter

Rüyasında bombalı bir saldırının ortasında kaldığını gören Ayfer derin uykusundan uyanıyor. Aile derin bir “oh” çekiyor. Kalan sağlar onların çünkü. Annesinin Ayfer’in ağzından dinlediklerinden hâlâ şokta olan kızına olayı tekrar anlatmasıyla biz de durumu kavrıyoruz. Ayfer, Sıraselviler’de terapistiyle olan randevusundan çıkıp Taksim’e geldiğinde patlamış bomba. O da nasıl olduğunu tam çıkaramasa da o hengâme içinde hem kendini hem de küçük kızı kurtarıp eve getirmiş. Baba Davut çat pat Arapçasıyla kızın adının Afra olduğunu öğreniyor ve artık tavanı da aşan endişesiyle bu ‘piç’i başından savmak için elinden geleni yapmaya başlıyor. Ama Ayfer, Afra’ya hemen kol kanat geriyor. ‘Annelik’ duygusu yeniden kabarıyor. Bu kez bu ufaklığı bırakmaya niyetli değil. Çünkü Ayfer’in kızı Selin küçük yaşta onun yüzünden ölmüş. Kocasıyla da boşanma aşamasında. Yaraları hâlâ açık yani Ayfer’in. Hatta ara ara o yarayı unutmamak için apış arasını jiletliyor ki aklından çıkmasın. Günler geçiyor. Ayfer ve Afra iyiden iyiye birbirlerine ısınıyor. Ayfer tam olmasa da kızı Selin’in yerine koyuyor onu. Hatta Davut ve Müco bile onun varlığını kabul ediyor. Ama Davut’un bizim bilmediğimiz bir planı ortaya çıkıveriyor.

Ece Karaağaç

Bir gün Ayfer üzerindeki kara bulutları savuşturup yanına Afra’yı da alarak kuaföre gidiyor. Ardından da ikisi İstiklal Caddesi’nde turlamaya başlıyor. O sırada sokak müzisyenlerini gören Afra telaşla bağırarak kaçmaya başlıyor. Ayfer ne olduğundan habersiz Afra’yı yakalayıp tekrar eve dönüyor. Bir zaman sonra sokaktaki müzisyenlerin yanına bu kez Davut gidiyor Afra’yla birlikte. Müzisyenlerden biri Afra’nın babası Musab çünkü. Davut, Musab’a durumu açıklayıp onu eve davet ediyor ve Ayfer’le de tanıştırıyor. Musab kızını almak istiyor haliyle. Ancak nerede, nasıl bakacak, orası meçhul. Zira Tarlabaşı’nda tek göz odada bir düzine insanla beraber kalıyor. Üstelik niyetleri malum kötü adamlar da sürekli küçük çocukların peşinde. Bundan sonra yine yaklaşık 15 yıldır tanık olduğumuz ve sonunun Akdeniz ve Ege’nin karanlık sularında bitme ihtimali, bitmeme ihtimalinden katbekat fazla olan ‘hayal’i gerçekleştirmek istiyor Musab: Kızını da alıp Avrupa’ya kaçmak. Ama nasıl?

Ece Karaağaç, Kökler ve Kanatlar’da, ‘öteki’nin hikâyesini –‘ölüm’ açısından bakarsak– tersine ele alırken kaleminin hassas terazisini çok iyi kullanıyor. Ne ‘öteki’nin mağduriyetini ne de yaralı bir annenin mağduriyetini öne çıkarıyor. Özellikle çoğunluğu temsil eden baba Davut karakterine az ama öz iş yaptırarak yine bu çoğunluğun tavrını net bir şekilde ortaya koyarken, girişte yaptığım alıntıyla da malumu ilan ediyor.

•