Başkalarını suçlamanın tarihi: “Herkes suçluysa hiç kimse suçlu değildir”

Günah-Keçisi

Günah Keçisi: Başkalarını Suçlamanın Tarihi

CHARLIE CAMPBELL

çev. Gizem Kastamonulu İthaki Yayınları 2020 144 s.

Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar; ya da şehre bir yabancı gelir, diyor Tolstoy. Fakat hikâye ne kadar müthiş olursa olsun, şehre gelen yabancı için işler, hiç de öyle mükemmel değildir. Charlie Campbell, Günah Keçisi isimli kitabında, işlerin kendileri için hemen hiçbir zaman mükemmel gitmediği bu yabancıları anlatıyor.

MELTEM DENİZ DOĞAN

Yabancılar, Tolstoy’un sözünde atıfta bulunduğu gibi kahramanlar olabilirler elbette fakat bu, yaşananlardan yıllar sonra hikâyelerini uzaklardan okuyan bizler için böyledir. Onlar, yabancı olarak gittikleri yerlerde çoğunlukla normal işleyen düzeni bozarlar ve sevilmezler. Yolunda gitmeyen her şeyden de tabii ki, onlar sorumlu tutulur. Yabancı, her zaman bir insan olmak zorunda değildir; alışıldık ve normal olanın sınırlarında gezen bir hayvan, bir nesne veya bir düşünce bile yabancı olarak algılanabilir. Çünkü insanlar, tanımadıkları, bilmedikleri şeylerden her zaman korkarlar; tanımlayabilmek için onlara bazı sıfatlar verirler veya üzerlerinde hak iddia edebilmek için, kendi buldukları isimlerle seslenirler. Bazen olağandışı unsurlar için hikâyeler, efsaneler anlatırlar ve bunları doğru olarak kabul ederler. İşte günah keçileri de böyle doğar; insanların yabancı gördükleri ve tanımlayamadıkları bir şeydir onlar. Alışıldık düzenin içerisinde alışılmadık birer parçalardır ve her şey, onlar geldikten sonra kötüye gitmeye başlamıştır.

Günah keçisi tabiri, başlangıçta her ne kadar doğrudan tanrılara kefaret amaçlı kurban edilen bir hayvanı anlatmak için kullanılsa da başlangıçtan uzaklaştıkça daha çok “suçlama” düşüncesinin karşılığı hâline gelmiştir. Neden böyle bir suçlama dürtüsüne sahip olduğumuza ilgili pek çok teori bulunur ama emin olduğumuz tek şey, bu dürtünün varlığımızın ayrılmaz bir parçası oluşudur. Bunu bize tarih, pek çok farklı alanı ilgilendiren örneklerle söyler: Bir koyun, ilk evlâdımızı kurtarmak için gökten inmiştir; bir Mesih yaşayacak olan tüm insanlar için kendisini feda etmiştir; kötü eylemlerimizi kulağımıza şeytan fısıldamıştır; refahımız bir siyasi figür, bir ekonomik yaklaşım ya da bir azınlık grup yüzünden bozulmuştur; bazen bir komplo söz konusudur bazen de silah icat olmuş, mertlik bozulmuştur yahut kendi elimizle üzerine yazılar yazdığımız para, gözümüzü kör etmiştir. Hem toplumsal hem de bireysel olarak çocukluk dönemlerimizde “Ben yapmadım, o yaptı” cümlesini kuruşumuzla başladığımız bu suçlama yolculuğu, hep bizimle birlikte kalmıştır.

Örnekler temelde rasyonel değil gibi gözükebilir ancak bu, rasyonelliğin içerisinden bir günah keçisi çıkmayacağı anlamını taşımasın. İnsan ve toplum hakkında fikir söyleyen belirli isimler, –Durkheim’den Marx’a kadar– hep belirli bir akılcılık üzerinde durmuşlar; insanların, konular farklı olsa da çıkarlarının bilincinde olduklarını ve çatışma anlarında da olabilecek en rasyonel çözümleri tercih edeceklerini kabul etmişlerdir. Fakat Günah Keçisi kitabında da olduğu gibi, doğru bir hamleyle günden güne bu yaklaşımdan uzaklaşıyoruz. Robert B. Edgerton, Hasta Toplumlar’da bu durumu, toplumların empati kurma, kibarlık gösterme yahut ortaya çıkan zorluklarla başa çıkabilme konusunda şaşırtıcı bir yeteneğe sahip olduklarını ancak bunun yanında duygusuz bir zalimliğe, gereksiz sıkıntılara ve büyük ahmaklıklara yol açan inanç, değer ve sosyal kurumları sürdürme konusunda da bir o kadar yetenekli olduklarını söyleyerek açıklıyor. Çünkü insanlar, daima akılcı değiller. 

Campbell’in kaleme aldığı Günah Keçisi’nin içerisinde, suçlamanın tarihine ilişkin pek çok alandan ilgi çekici örnekler yer alıyor. Biz ise bu akılcılık meselesini biraz daha açıp, günümüze ışık tutabilmesi için bir husus üzerinde duralım: Tarih boyunca yaşanan salgın zamanlarında, toplumların “hastalığı yayan ilk kişi” mefhumu üzerine yoğunlaştığını söylüyor Campbell. Beklendiği gibi, bu kişi, felaketin sorumlusu olarak görülüyor ve günah keçisi ilan ediliyor. Bir salgın çıktığında insanlar hastalığın tedavisi kadar, onu getiren kötülüğü de aramaya başlıyorlar. Bu kötülük tanrıların bir günah nedeniyle gönderdiği bir ceza olarak da görülebiliyor, birçok hastalığın kaynağı hayvanlar olduğu için toplu hayvan kıyımlarına da başvurulabiliyor ya da hastalığın görüldüğü ilk kişi, kasıtlı olarak hastalığı bulaştırmakta suçlu kabul ediliyor.

Salgınlara verilen isimler, bugün bile bize en açık günah keçisi yaratma şeklini gösteriyorlar. Bir diğer “yabancı” milleti şeytanlaştırmak için kullanılan Frengi; İtalya’da Fransız hastalığı, Fransa’daysa İtalyan hastalığı olarak biliniyor. Kaynağı İspanya olmayan ve kalıcı etnik çağrışımlarla bir tür şeytanlaştırmaya yol açan İspanyol Nezlesi, bu duruma bir başka örnek. Kısa bir zaman önce kümes hayvanlarının telef edilmesine sebep olan kuş gribi için de böyle elbette. Yahut bugün içinde olduğumuz salgına sebep olan virüsün Wuhan virüsü olarak anılması... Salgınlar, tek bir faktöre bağlı olmaktan çok daha karmaşıktır; bilim insanları bunu belirtir, 2020 yılındaki bilgi birikimimiz de bunu anlamaya müsaittir. Fakat bu durum, günah keçileri üretmemizi engellemez. Gençler, hastalığın üstesinden gelemedikleri için yaşlılara kızar; yaşlılar ise farkında olmadan hastalığı yaydıkları için gençlere yüklenir. Netice olarak bir günah keçisi bulunur ve onun cezalandırılmasıyla –söz gelimi eve kapatılmasıyla- sorunun çözüleceği varsayılır.

Günah keçileri, kendi türümüzün zekâsına olan aşırı güvenimizden, bir neden bulma aceleciliğimizden ve hemen çoğu zaman da ulaştığımız akılcı olmayan açıklamalardan, bahanelerden nasibini alır. Çünkü bizler içerisinde bulunduğumuz kötü durumun kendi suçumuz olduğunu kabul etmeyiz. Bir yönetici halkını, bir din adamı dindar olmayanları; bir aydın ise eğitimsizleri suçlar. Bunların hiçbiri olmazsa da ortak, hayali bir düşman yaratılır. Çünkü hataların asıl sebebini aramak yorucu, sorunun kökenine inmek uğraştırıcı, asıl sorumluları cezalandırmak ise çoğu zaman risklidir. Bir sıkıntı olduğunu kabul edip, günah keçisi yaratmak ise olabilecek en pasif ve tarafsız yöntemdir.

Popüler animasyon dizisi Rick and Morty’nin M. Night Shaym-Aliens! isimli bölümünde de güncel ve ironik bir şekilde işlendiği gibi, hiyerarşik bir sistemin bulunduğu her yerde, yaşanan aksaklıklarda herkesin payı vardır fakat kimse de sorumluluğu üstlenmez. Öyle ya, herkes suçluysa hiç kimse suçlu değildir. Bir öğrencinin kötü notları hocasının “verdiğini”, iyi notlarıysa kendinin “aldığını” düşünmesi gibi, iyilikler sistemin başarısına, kötülükler ise mutlaka “yabancı”, “dış” unsurlara mal edilir. Eninde sonunda, gelen kötülükten bizim kadar etkilenmediğine inandığımız kişilerden günah keçileri yaratırız, onları canavarlaştırırız ve onlardan nefret ederiz. Bu günah keçilerinin bizden daha aşağı olduklarını iddia eder, böylece bilinçli ya da bilinçsiz şekilde, onların kendilerini bizim için feda etmeleri gerektiği sonucunu çıkartırız.  Bu türden suçlamalar hiçbir yere varmaz, aksine temelde düzenleme yapılmadığı için sorunları erteleyerek daha da büyütürler. Sorunları örtmekten ileriye gidebilmek için, sorumlular ve suçluları tespit etmekte işe kendimizden başlamak, bir adım olabilir.

İthaki Yayınları’ndan çıkan Günah Keçisi, alt başlığındaki ifadeyle Başkalarını Suçlamanın Tarihi’ni anlatıyor. Yazar, tarihin pek çok noktasından ve dünyanın çeşitli yerlerinden seçtiği örneklerle içimizdeki düşmanı tanımlıyor, bu düşmandan nasıl kurtulduğumuzun bir resmini çiziyor ve bir anlamda, aynayı kendimize çeviriyor. Öte yandan ele alınan meselelerin arka planında birden çok uzmanlık alanını ilgilendiren konuların olması, yazarı yer yer seçtiği örneklerdeki uygulamaları tek bir sebebe indirgemeye ve onları bağlamlarının dışında tek bir bakış açısıyla değerlendirmeye itmiş. Fakat akıcı kurgusu ve sade diliyle bu kitap, bir zamanların cadı avından günümüz dünyasının ekonomik krizlerine kadar ilginç tespitler barındırmasıyla dikkate değer.