Küçük olaylar, büyük trajediler

Empat

Empat

ÖMER ŞİŞMAN

160. Kilometre 2021 48 s.

"Ömer Şişman’da daima bir nesnel karşılıklılığı gözetme kaygısı ve özeni var. İlk kitabının muhteşem canlılığı ve dinamizminin, dili bozma ve dilde sözdizimsel ve semantik kasti hatalar yapma gözüpekliğinin de bir karşılığı vardı. Şiirini giderek sadeleştiren, yalınlaştıran ve geçirgen bir dilin peşinde koşan Şişman, bu son kitabında geçen kitabından başlayarak hedeflediği dil tutumuna biraz daha yaklaşmış görünüyor."

OSMAN ÇAKMAKÇI

Kıyımlar bir an içinde yapılıyor, cinayetler bir an içinde işleniyor, hem de hiç kimse fark etmiyorken. Günlük hayat aslında bir savaş alanı gibi, kırmalar, dökmeler, incitmeler, zulümler, gaddarlıklar, incelikli cinayetler, bütün bunlar bir an içinde, sanki hiçbir şey olmuyor ve olmamışçasına gerçekleştiriliyor. Yazdığı hiçbir şiir belli bir düzeyin altına düşmeyen genç şairlerin şu anda en iyisi olan Ömer Şişman işte kocaman bir göz olarak, her şeyi gösteren gece görüşlü gözlükleriyle bütün bunları saptıyor ve kaydediyor. Son şiir kitabı “Empat” (ki “empati” kelimesinden, dolayısıyla duygusundan geliyor bu kelime, yani empati kuran) işte günlük hayat içindeki bu gözle görünmeyen incelikli suçların ve kıyımların dökümünü yapıyor sanki. Tespit ediyor. Ve içimize yumuşakça, pek de sert ve şiddetli olmayan bir biçimde yerleştiriyor. (Aynı şeyi kanlı bir biçimde yapan bir başka şair ise Necmi Zekâ’dır; ki o da zamanımızın büyük şairlerinden biridir.)

Hayat bir türlü doldurulamayan boşluklardan, kapanmayan mesafelerden ve tamamlanamayan eksikliklerden; tanımlanamayan, ele geçirilemeyen, çözülemeyen algoritmik şifrelerden oluşan tuhaf bir muamma. Aslında bir organizma da diyebiliriz. Sanki biz insanlara bağlı olmayan ve bizim mümkünü yok idrak edemeyeceğimiz bir işleyiş biçimi var. Bu anlamda hayat bir giz, bir gizem. İnsanın bir türlü içine giremeyeceği, bağımsız bir varlık alanı sanki. İçindeyiz, ama yine de değiliz, sanki teğet geçip bilinmedik bir yöne doğru gidiyoruz, daha doğrusu bu teğet geçiş bizi bilmediğimiz yönlere doğru fırlatıyor. İşin temelinde bizi bilinmedik yönlere fırlatan bu temas ve bu temastan arta kalan izler var. Bu izler kimini yaralarken, kimi ne olduğunu bile anlayamıyor. İşte Ömer Şişman bu kitabında, varlığının doğal bir uzantısı, hatta uzuvlarından biri olarak kullandığı müşfik bir dille bu kıyımları, cürümleri onları derinden hissederek, yani empati kurarak gösteriyor, işaret ediyor. Herhangi “kötü” ya da “zayıf” bir şiir gibi eksiklikleri doldurmaya çalışarak bir didaktizme ya da üst perdeden konuşma hatasına düşmüyor. O, sadece bakan göz ve hisseden ve durmadan atan bir kalp olarak müşahede ediyor, hiçbir şekilde müdahale etmiyor, zira biliyor ki eksiklikler tamamlanamaz, boşluklar doldurulamaz, suskunluklar seslendirilemez ve trajedi hayatın en fark edilmez anında bile işlemektedir. Bu kitabı oluşturan şiirler küçük olayların, davranışların büyük trajedilerini kaydediyor. Her konuşmada, her en küçük ve fark edilmez bir ilişkide bile umarsız kılan kıyımlar gerçekleşiyor.

Şişman, ilk şiir kitabı “Hata Devam Ediyor”u 2005 yılında yayımlamıştı. O sırada 2000’lerin başından bu yana görülen şiirimizde deneysel arayışlar çok da had safhada değildi. Daha çok 2010’lardan sonra bu arayışlar hızlanacak, kendi birincil şairlerinin yanı sıra, her dönemde olduğu gibi, ikincil, üçüncül şairlerini de yaratacaktı, ki bunlar Ömer Şişman’ın kitabıyla başladığını düşündüğüm ve gerçeklikten kopmayan şiiri aşırılaştırıp onu sadece dil düzeyinde yapılan arayışlara indirgeyecekti. Deneysel şiir, sadece dil katında bir arayış olarak değerlendirildikçe, dilde ilgi çekme kaygısı ve performans hevesi deneysel şiir arayışlarını yapıntılık düzeyine indirecekti. 2015’te yazdığım “Tesadüfi Yan Yanalık: Bağlamsızlık” yazısında bunu incelemiş ve düşüncelerimi belirtmiş, söz konusu arayışları hiç de hafife almamıştım.

Bunu söylememin nedeni şu; Ömer Şişman’da daima bir nesnel karşılıklılığı gözetme kaygısı ve özeni var. İlk kitabının muhteşem canlılığı ve dinamizminin, dili bozma ve dilde sözdizimsel ve semantik kasti hatalar yapma gözüpekliğinin de bir karşılığı vardı. Şiirini giderek sadeleştiren, yalınlaştıran ve geçirgen bir dilin peşinde koşan Şişman, bu son kitabında geçen kitabından başlayarak hedeflediği dil tutumuna biraz daha yaklaşmış görünüyor. Zira dille fazla cebelleşme, onunla fazla oynama bir süre sonra şiirin önünde bir engel oluşturabilir, şiirin yaratmaya çalıştığı gerçekliği ve yansıtmaya çalıştığı ruh halini görünmez kılabilir, dilin arkasındaki haleye ulaşamaz, dile takılır kalırsınız. Bu da dilsel bir oyun oynamaktan öte gitmez. Aslında bir tür narsistlik de denilebilir böyle bir şeye. Demem o ki, deneysel şiirin en yekpare başlangıç anı olarak nitelenebilecek bu ilk kitapta bile Ömer Şişman’ın giderek sadeleşecek geçirgen bir dile doğru ilerleyeceğinin nüveleri vardır ve bu gelişme benim için hiç de şaşırtıcı olmamıştır. Zira Şişman, kanımca, şiirin, salt bir dil vakası olmadığının bilincinde olacak kadar duyarlı ve yetenekli bir şairdir. Ahmet Güntan, son çıkan kitabım Oğul’a yazdığı arka kapak yazısında şöyle demişti: “Hissettiğiniz bir şeyler kaldıysa, onları bir sanata tercüme etmeden önümüze koyun, ihtiyacımız olan şey bu.” Belki bir zamanlar ne dediğin değil nasıl dediğin önemliydi, şimdi ise ne dediğimiz nasıl dediğimizin önüne geçti, zira anlam imajların, bazen de aşırı şiirselliğin ve sanatsallığın arkasında görünmezliğe mahkûm kaldı.

Kitabın en iyi şiirlerinden olduğunu saptadığım “Yaşam Boyu Şüpheyle” adlı şiir bu yazıda anlatılmak istenenlere güzel ve isabetli bir örnek oluşturuyor. İnce kalp ağrısı gibi. Sızı gibi bir şey. Bir empatın hissettiği ince bir sızı:

“Alay edilmesin istemişti, alay edildi
Sakat bir çocuğa sokakça toplanıp
Notre-Dame’ın kamburu diye bağırdılar”
(s.23)

Bu kıyımdır; bir kıyıma yapılan şahitliktir, onun haykırılmasıdır.

Ömer Şişman şiirine ilişkin uzun ve ayrıntılı bir yazı yazacağımı belirterek bu kitapta şairin son kitaptaki tutumunu derinleştirerek devam ettirdiğini ve şiirini biraz daha öteye taşıdığını söylemekle yetineyim.