Yalnızlık, dil ve bilinç akışı: Elif Batuman’ın Budala’sı

budala

Budala

ELİF BATUMAN

Çeviri: Hande Dönmez İletişim Yayınları

Budala, mutlu son bekleyenlere göre değil. Ancak olaylardan çok karakterlerle, karakter gelişimiyle, akışla ilgilenenleri hem kendi geçmişleriyle hesaplaşmaya götürebilecek, hem de tatmin edecek bir roman.

BİLGE TİMUR 

Budala, Elif Batuman’ın Türkçeye yeni çevrilen ve oldukça ses getiren eserinin adı. Pulitzer’e aday gösterilen Elif Batuman, bu kitabı “yazması gereken asıl kitap” olarak görmüş.[1] Kitap, bizi Harvard’da üniversite birinci sınıf öğrencisi olan Selin Karadağ’ın hayata attığı ilk adımlara götürüyor: 90’larda bir öğrenci olarak e-postayla kurduğu ilişkiler, Avrupa’ya ilk seyahati, ailesinden ilk ayrı kalışı ve ilk aşkı…

Her kitap okuru farklı bir şekilde kendine çeker. Elif Batuman ise Budala’da okuruna kitapta kendinden bir parça bulma fırsatı vererek bunu başarıyor. Belki de bu yüzden yazar eserindeki otobiyografik dokunuşlara rağmen kendi adını kullanmak yerine karakteri anonimleştirmeyi tercih ediyor. Selin’in görüntüsü hakkında bile pek fikir vermiyor. Sadece onun boyunun uzunluğu, ayaklarının büyüklüğü ve beklenen kadınsılıktan uzak oluşu, göze çarpan özellikleri olarak veriliyor.

Kitabı okurken “Acaba sonu nereye varacak” sorusu insanı sarıyor, çünkü kitapta asıl öne çıkan kurgunun kendisi değil; anlık hisler, ilişkiler, basit ve günlük olaylar. Yazar bilinç akışı tekniğini kullanarak, okuru olaylardan koparıp karakterin iç dünyasına sürüklüyor. Ivan’la Selin’in mailleşmeleri de benzer minvalde ilerliyor. Bu durum, bazen metnin içine girmeyi zorlaştırabiliyor, ancak bunun da okuru bu cümleleri yorumlamak konusunda serbest bırakan bir yanı var. Yazar belli ki bunları okurun yorumuna bırakmış. E-postalar nasıl kişisel konuşmaları içeriyorsa, onlardan çıkarılacak anlamlar da kişisel.

Ana karakterimiz Selin, roman boyunca karşılıklı konuşmalarda daha sessiz kalan taraf oluyor. Bu yüzden onu insanlarla olan konuşmalarından ziyade, -yine bilinç akışı tekniğiyle verilen- kendi içinde düşündükleriyle tanıma fırsatı buluyoruz. Aslında bu da bir nevi 18 yaşın ve yeni bir ortamda tek başına olmanın getirdiklerinin güzel bir yansıması. Selin, henüz kendini ifade etmeye hazır değil ve apaçık ortada olan hislerine bile karşı koymaya, onları kabullenmemeye çalışıyor. Kendini dahi zor anlayan birinin, başkalarına açık açık kendini ifade edebilmesi elbette daha da zor oluyor.

Romanda karakterin duygu durumu fazla yansıtılmasına rağmen metin akıcı bir şekilde ilerliyor, ancak Macaristan’da geçen bölümlerin biraz fazla uzatılmış olduğu kanaatindeyim. Görmeyi istediğimiz karakterlerden, olmasını beklediğimiz olaylardan kopup Selin’in Macaristan’ın bir köyünde tecrübe ettiği günlük hayatı okumaya başlıyoruz ve bu kısım okuyanı eserden uzaklaştırıyor. Türkiye’de geçen kısım da ilk bakışta bundan farksız görünüyor, ama Ivan’la vedalaşmalarından sonra Selin’in günlük hayata adapte oluşu ve her şeyin önceki haline dönüşünü göstermesi bakımından bu bölüm, Macaristan bölümüne kıyasla daha düşündürücü, okuyanda bir hüzün hissi uyandırıyor.

Kitaptaki bir diğer unsur ise öğrencilerin millî kimlikle ilişkileri. Bunun için Macaristan’da doğan Ivan, Sırbistan’da doğan Svetlana ve ABD’de doğan Selin arasındaki farka bakılabilir. Svetlana ve Ivan, Sırbistan ve Macaristan’da doğup bu ülkelerin vatandaşları oldukları için milliyet konusunda daha hassaslar. Selin’e şimdiye kadar haberdar olmadığı, ülkelerinde gerçekleşmiş Türk işgallerinden ve ülkelerine karşı besledikleri sevgiden bahsediyorlar. Selin ise Türk kökenli, ancak kendini Amerikan olarak tanımlıyor, bununla birlikte Amerikan vatanseveri de değil. Denebilir ki kitap aslında bir büyüme hikâyesi (coming of age) ama bir yandan da kültür çeşitliliğinin olduğu bir ortamın getirdikleriyle, farklı kökenlerden öğrencilerin ilişkileri, onların birbirleriyle nasıl anlaştıkları ve aralarındaki farklara da değiniliyor. Bu da dil aracılığıyla yapılıyor. Selin’in ilgi alanları olan dilbilim ve edebiyatın bir getirisi olan dil ve kültüre olan merakı, insanlarla ilişkilerinde de kendini gösteriyor. Dil ve düşünce iki ayrı unsur değil, bir bütün olarak görülüyor. Fikirler, hangi dilde düşündüğüne göre şekilleniyor. Belki de Selin için Macarca ve Türkçe arasındaki bağlantılar Ivan’ı anlama arzusu yüzünden bu kadar önemli.

Anlatımın birinci tekil kişi ağzından olması, esere kuvvetli bir anı kitabı izlenimi kazandırıyor. Yazarın kimi yerde kullandığı teknik terimleri ve Ivan’la aralarında geliştirdikleri e-posta dilini saymazsak, anlatımı oldukça sade ve samimi. Kimi yerde aklına geleni, aklına ilk gelen kelimelerle ifade ediyor gibi; günlük detaylara yer veriyor, karakter sayısında kendine bir sınır koymuyor. Selin de dinamik bir karakter ve hem eğitim hem de insanlarla olan ilişkileri açısından roman boyunca sürekli gelişim gösteriyor. Öğrenciyken öğretmen oluyor, hikâye ilerledikçe kişisel farkındalığı artıyor ve Ivan’a olan hisleriyle baş etmeyi öğreniyor. Yazar da Selin’deki değişimi yavaş yavaş ama anlaşılır bir şekilde yansıtıyor.

Budala, mutlu son bekleyenlere göre değil. Ancak olaylardan çok karakterlerle, karakter gelişimiyle, akışla ilgilenenleri hem kendi geçmişleriyle hesaplaşmaya götürebilecek, hem de tatmin edecek bir roman.

    


[1] Elif Batuman: “Yazmam Gereken Asıl Bu Kitaptı”,

http://www.5harfliler.com/elif-batuman-yazmam-gereken-asil-bu-kitapti/