Beklediğim-Sen-Değildin

Beklediğim Sen Değildin

FABİEN TOULMÉ

çev. Doğan Şima Baobab Yayınları 2019 256 s.

Down sendromlu minik Julia zamanla, özellikle de acılarla ve zorluklarla geçen bir zaman diliminden sonra kendini sevdirmeyi, ailesine de down sendromunu öğretmeyi ve kabullenmelerini sağlamayı başarıyor. Başta kendisi de çok ayrımcı ve duyarsız biri iken sonunda artık bir “engel”in ötesinde sadece bir çocuk görebildiği için memnun hale geliyor babası da. Kitaba adını da veren cümle her şeyi özetliyor: “Beklediğim sen değildin ama yine de geldiğin için mutluyum.”

AYNUR KOLBAY

Çocuk beklemek heyecanlı olduğu kadar sancı verici ve endişeli bir süreç de aynı zamanda. Bir anne baba için bu bekleyişin nasıl sonuçlanacağı, kucaklarına alacakları minik insanın sağlıklı olup olmayacağı, bu süreçte doktorların ya da sayısız test sonuçlarının ne diyeceği gibi endişeler bu dönemi işgal eden düşünceler oluyor. Çocuğun doğumundan sonra yaşanacaklara dair planlar da cabası. Her şeyin olumlu gideceği ve hiçbir aksilikle karşılaşılmayacağı umudu, insanlarda genel bir kabule dönüştüğü için aksi yaşanmadığı müddetçe bu endişeler ve olumsuz öngörüler de dokuz ayda yaşanıp biten ve unutulan düşüncelere dönüyor.

Beklediğim Sen Değildin kitabı, adından da anlaşılacağı gibi beklenenin dışında bir şeylerin yaşandığı gerçek bir hikâyeyi anlatıyor. Kitap, yazarın ta kendisi olan anlatıcı Fabien’in çocukluğuna dair sayfalarla başlıyor. Arkadaşlarıyla, başka çocuklarla ve annesi ile olan iletişimine şahitlik ediyoruz. Bu bölümü kitabın sonunda tekrar karşımıza çıkacak olan Halil Cibran’ın sözleri de süslüyor.

“Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil. Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler. Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil… Zira kendi düşünceleri var onların.

Sizler yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür ve okları tez gitsin, ırak gitsin diye gerer sizi var gücüyle. Okçunun elinde gerilmek mutluluk versin size; çünkü o sağlam yayı da sever uçan oku sevdiği kadar.” 

Ardından Fabien’in yetişkinliğine geçiyoruz. Karısı ve küçük kızıyla birlikte ikinci çocuğunu bekleyen Fabien’in engellilere karşı hoşgörüsüzlüğüne dair ayrıntılara da rastlıyoruz aynı zamanda. Bir yandan da ikinci çocuğa dair testler, kontroller, huzursuz bekleyişler süreci yaşanıyor. Kız olacaklarını öğrendikleri ve Julia adını vermeye karar verdikleri bebeklerinin tüm test sonuçları sorunsuz gibi gözükse de Fabien’in içindeki korku bir türlü geçmiyor. Hamileliğin başlarında Brezilya’da, son kısmında ise Fransa’da geçen kontrol ve takip süreci onları sorunsuz geçeceği vaat edilen bir doğuma kadar götürüyor. Sonunda doğumun gerçekleşeceği gün gelip çatıyor. Tüm kontrollerden, testlerden ve doktor yorumlarından sorunsuz bir şekilde başarıyla geçen minik Julia, öncelikle kendisini bekleyen babası için büyük bir şok yaratıyor. Çünkü yeni doğan minik, hâlâ her şeyin “normal” olduğunu söyleyen tüm yetkililerin aksine hiç de “normal” gözükmemektedir. Kafası, gözleri, yanakları hiç de yanında yatan çocuklar gibi sağlıklı ve sevimli değildir.

Tüm hamilelik süresince Fabien’i en çok korkutan olaylardan biri gerçekleşmiş ve Minik Julia’nın trizomi 21 yani down sendromlu olduğu ortaya çıkmıştır. Üzerine bir de kalp rahatsızlığı vardır ve belli bir süreyi annesi ile birlikte hastanede geçirmek zorunda kalır. Fabien’in Julia’ı benimseyememesi, doğumunu mutlu bir haber olarak duyuramaması hatta içten içe kalp rahatsızlığını atlatamayacağını bile dilemesi, ilk başta sinir bozucu ve hoşgörüsüz gelse de kitap, o kadar başarılı bir şekilde Fabien’in hissettiklerini bize geçiriveriyor ki birebir bu anı yaşasaydım ne yapardım diye düşünmeye ve Fabien’le empati kurmaya başlıyorsunuz.

Julia’nın hayatlarına girmesi ile birlikte hiç beklemedikleri ve bir yandan da hiç bilgi sahibi olmadıkları bir alana da adım atmış oluyorlar. “Öpücük çocuklar” diye de bilinen down sendromlu çocuklara dair hiçbir şey bilmedikleri için katıldıkları eğitimler, dahil oldukları ebeveyn grupları, gittikleri doktorlar vs sayesinde yavaş yavaş konuya dair bilinç sahibi olmaya başlıyorlar. Bu sayede okuyucu da pek çok şey öğrenme imkânı buluyor. Hastalığın nedenleri, kromozom çizimleri ile çok net ve güzel bir şekilde anlatılırken, down sendromuna sahip bireylerin özellikleri, neyi sevip sevmedikleri, gelecekte onları nasıl bir hayatın beklediği, nasıl daha iyi hale gelebileceklerine dair pek çok yöntem ve öneri de sunuluyor.

Genel olarak çoğumuz kötü şeyler hep başkalarının başına gelebilecek gibi hissederiz ama farkında olmadan yadsıdığımız, hor gördüğümüz veya tepki verdiğimiz durumlarda kendimizi o durumu yaşayanın yerine çok az koyarız. Kitap bu tarz durumları baba Fabien üzerinden çok güzel bir şekilde anlatıyor.

Minik Julia zamanla, özellikle de acılarla ve zorluklarla geçen bir zaman diliminden sonra kendini sevdirmeyi, ailesine de down sendromunu öğretmeyi ve kabullenmelerini sağlamayı başarıyor. Başta kendisi de çok ayrımcı ve duyarsız biri iken sonunda artık bir “engel”in ötesinde sadece bir çocuk görebildiği için memnun hale geliyor Fabien de. Öyle ki kitaba adını da veren cümle her şeyi özetliyor: “Beklediğim sen değildin ama yine de geldiğin için mutluyum.”

Kitap yaşananlar üzerinden oldukça yol gösterici bilgilere de yer veriyor. Doktor kontrollerine gittikleri ya da konunun uzmanlarıyla görüştükleri bölümlerde verilen bilgiler, hem ana karakterler hem de bizzat okuyucular açısından oldukça faydalı. Kitapta bahsi geçen örnekler bile yeterli bulunmuyorken Türkiye’de bu tarz durumlarla karşılaşan ebeveynlerin durumunun hem maddi hem de manevi açıdan ne kadar içler acısı olduğu da gözden kaçmıyor. Bu yüzden kitaptaki ayrıntılarda aslında bu tarz dezavantajı olan çocuklara yönelik ne kadar olanak ve destek sağlandığını görüyor ve Türkiye açısından üzülmeden de edemiyorsunuz.

Hikâyesini bir çizgi roman olarak anlatan yazar Fabien Toulme, o kadar başarılı ki duygular, anlık patlamalar, hisler... resimlerle o kadar güzel destekleniyor ki, okurken “bu durum daha güzel anlatılamazdı gerçekten” diye düşünmeden duramıyorsunuz. Kitabın sonunda verilen ailenin gerçek fotoğrafları da çizimlerin ne kadar başarılı olduğunu kanıtlar nitelikte.

Okuyucuyu kâh Fabien’in, kâh annenin yerine koyduran, insanın içinde minik Julia’ya ve ablasına karşı müthiş bir sevgi doğurtan kitap, konu ve içerik açısından en erken 15-16 yaştan itibaren okunabilecek özellikte. Hem çocuklar hem de yetişkinler için müthiş bir empati, özellikle engelli bireylere yönelik anlayış ve hoşgörü sağladığı için mutlaka okunması gerek diye düşünüyorum. Keyifli okumalar.