Aşk: İki kişilik komünizm

Aşkın-Radikalliği

Aşkın Radikalliği

SREĆKO HORVAT

çev. Zafer Zorlu Edebi Şeyler 2020 104 s.

Risksiz bir aşkın da, devrimin de mümkün olmadığını savunan Horvat’ın aşk ile devrim arasında kurduğu bağlantının en önemli ayağı diğerkâmlıktır. Aşk, Alain Badiou’nun ifadesiyle iki kişilik, minimal bir komünizmdir…

EMRE TANSU KETEN

Aşk, diğer pek çok şey gibi politiktir. Hangi çağda olursa olsun, egemen politik ve ekonomik yapılar aşkı engellemiş, dönüştürmüş ya da teşvik etmiştir. Egemen yapıları dönüştürmek için yola çıkanların da aşka dair kendi sözleri, farklı tahayyülleri olmuştur. Hırvat felsefeci Srećko Horvat Aşkın Radikalliği kitabında, 1917 Ekim’inden 68’e, İran Devrimi’nden meydan işgallerine dek aşkın politik imkânlarının izini sürüyor – ve bunların ihanete uğramasının. Gerçek aşkla yaratılan radikal dönüşümün, devrimci bir arzuyla aynı kaynaktan doğduğunu, tarih boyunca ortaya çıkan “aşk ya da devrim” ikileminin, ancak ve ancak “aşk ve devrim” formülüyle çözülebileceğini savunuyor.

Horvat, kitabının ilk bölümünde Tinder fenomeni ile hesaplaşıyor. Aslında Tinder uygulaması 50 milyon kullanıcı ile diğer sosyal medya uygulamalarının yanında küçük kalsa da, bu uygulama, internetin tanışmanın ve flörtleşmenin biçimini dönüştürmesinin bir simgesi olarak kullanılıyor. Yani Horvat ve diğer eleştirmenler Tinder’dan bahsettiğinde, bu uygulamanın kapsamının ötesinde, diğer mecraları da kapsayan, bir etkileşim tarzına işaret ediyorlar. Aslında bu tarzın tek sorumlusu da söz konusu uygulamalar ya da internet değil. Aşk Neden Acıtır?’da Eva Illouz’un dediği gibi:

“…cinsel ilişkilerin modernitede geçirdiği başlıca değişimlerden biri arzunun, ekonomiyle ve kişinin değeri meselesiyle iç içe geçmiş olmasına bağlıdır. (…) Bununla demek istediğim, genelleşen cinsel rekabetin irade ve arzunun gerçek yapısını değiştirdiği ve arzunun, ekonomik alışverişin özelliklerine benzer özellikler göstermeye başladığıdır: Yani arz ve talep kanunu, azlık ve fazlalık gibi ekonomik kavramlar tarafından düzenlenir hale gelir”.[1]

İnternet, insanlara şeffaflık sağlar. Bu şeffaflık, tanışma safhası ve sonrasındaki sıkıntılı, gergin ve emek isteyen sürecin üzerinden atlanmasına, kararların daha hızlı ve emin bir şekilde verilmesine yardımcı olur Horvat’a göre (s. 28). Performans öznesi olarak çağımızın insanı, kendi benliğini bir yatırım alanı olarak gördüğünden, çalışma alanında olduğu gibi ilişkiler alanında da, bu yatırımdan maksimum fayda elde etmek için çaba harcar. Risk ve zarar, uzak durulması gereken tehlikelerdir, ki ıstırap, üzüntü ve acı da risk ve zarar olarak ele alınır:

“Istırap ve tutku, hoş duygulara ve bir sonuca yol açmayan uyarımlar karşısında geri çekilir. Şipşak seks, fırsat ve rahatlama seksi çağında cinsellik de negatifliğini yitirir. Negatifliğin bütünüyle eksik olması bugün aşkı tüketimin ve hedonist hesapların nesnesine dönüştürerek köreltir. Başka'nın arzusu Aynı'nın konforuna boyun eğer. Aynı'nın rahatlatıcı, önünde sonunda rahatına düşkün olan içkinliği aranır. Bugünün aşkı her tür aşkınlıktan ve ihlalden yoksundur”.[2]

Tüketim olarak cinsel deneyim biriktikçe, karşılığı yabancılaşma ve depresyon olarak geri dönecektir. Horvat’a göre risksiz bir aşk da, devrim de mümkün değildir. Bizzat içerdiği riskler, negatif duygular, hayal kırıklıkları ile var olan aşk “sürekli icada yönelen dinamizm ile bu ölümcül ve beklenmedik çatlağa (ilk karşılaşma) olan vefa arasında bir gerilim, daha doğrusu bir çeşit diyalektiktir” (s. 10). Aşk açısından bakıldığında bu eşleşme uygulamalarıyla, İran’ın arzuyu yasaklayan katı rejimi arasında pek bir fark yoktur. İkisi de, aşka imkân tanımayacak şekilde arzuyu manipüle eden yapılardır (s. 14).

Horvat, günümüzde yaşananların, aşkın ekonomik terimlere hapsolması kadar, 68’in cinsel özgürlük mücadelesinin saptırılması anlamına da geldiğini söylemektedir. Egemen ahlâki cendereyi kırmak için başlayan mücadele, politik saiklerden uzaklaştığı ölçüde kapitalizmin yeni kültürüne daha fazla eklemlenmiştir. Alman Kommune 1 üyesi Uschi Obermaier’in burjuva basınının “seksi devrimci” ikonu haline gelmesi de, ABD’li devrimci Mark Rudd’un hayatının bir bölümünü sadece rastgele cinsel ilişkilere adaması ve kendi imgesini buradan kurmaya çalışması da, cinsel özgürlük mücadelesinin politik marazlarının sonucudur (ya da aşkın yeteri kadar politikleştirilmemesinin). Ancak Horvat, kitabında, bu dönem yükselen Feminizm ve LGBT mücadelesinin elde ettiği kazanımları görmezden gelmektedir. 68’in cinsel politikasını bazı seçici örnekler üzerinden eleştirirken, aynı mücadelenin toplumsal düzlemde açtığı alanı ve bu alanın –mücadele içinden gelen ya da gelmeyen– insanlar için yarattığı imkânları atlamaktadır.

Kitabın bazı başka bölümlerinde de aşk olgusu, hayatın diğer alanlarının baskısından azade, birçok şeyi bir anda çözebilecek bir sihir gibi idealize edilmekte. Oysa devrimler de başlaması ve iktidarın alınmasıyla sona eren ve herkesin sorunsuz bir şekilde bambaşka bir dünyaya doğru kol kola yürüdüğü “olay”lar olmamıştır. Kitabın, güncelin analizi ve eleştirisi ile aşk üzerine literatürle tartışma konusunda eksikleri olduğunu söyleyebiliriz. 

Kitabın üçüncü bölümü Ekim Devrimi’nin aşkla imtihanını ele alır. Siyasette, ekonomide, sanatta, kültürde tarihin en radikal dönüşümlerinin yaşandığı devrim günlerinde, tabii ki kadının tahakkümü üzerinde yükselen evlilik kurumu da hedefte olacaktır. Troçki, 1920’lerin başında, evlilikte “zaruret aleminden hürriyet alemine” geçeceklerini ilan edecektir. Kadın devrimciler özgür aşkı tartışmaya açacak, Inessa Armand “aşksız öpücükler yerine geçici tutkuyu” yeğlediğini söyleyecektir. Bu söylemlere mesafeli yaklaşan Lenin ise cinsel arzunun daha yüce bir şeye (aşk) yöneltilmesi gerektiğini savunacaktır, ancak özgür aşka doğrudan cephe almadan ve eleştirilerini muhafazakâr bir temele oturtmadan. Ekim Devrimi’nin hemen sonrasında devrimin önde gelen isimlerinin bu tartışmayı yapması bile başlı başına radikallik. Bu tartışmalardan, ileride Wilhelm Reich’in öncülüğünü yapacağı radikal bir cinsel politika doğacaktır. Ancak 1920’lerin sonunda Sovyetlerin içerisine girdiği karşı-devrim süreci, ailenin yeniden kutsandığı, kürtajın yasaklandığı, eşcinselliğin suç haline getirildiği ahlâkçı bir iklim yaratır. Burjuva ahlâkının enstrümanları devrimci retorikle süslenerek yaygınlaştırılır:

“Devrimci menfaatler adına, bir sınıf, üyelerinin cinsel yaşamına müdahale etme hakkına sahiptir. Cinsellik sınıf çıkarlarına tabi tutulmalıdır; bu çıkarlara asla köstek olmamalı, her bakımdan hizmet etmelidir.” (s. 57)

Troçki 1936 yılında kaleme aldığı bir yazıda hürriyet âlemine geçilemeyip zaruret âleminde kalındığını söylemiştir. Geçmişte, evliliğin temel motivasyonunun mevki ve para olması (mantık evliliği) gibi, 1930’lar Sovyetlerinde de, bürokrasinin elindeki iktidar ve para gücü aynı işlevi görmektedir. Bürokratların cinsel hayatları sınıf çıkarlarından muaftır.[3]

“Devrimci bir anın o ilk karşılaşmasında, biri aşka kapılmalıdır. Kapılma yoksa, aşk da yoktur. Bu kapılma, bir yandan, bir meydanı işgal ettiğiniz ya da kurşun yağmuru altında öldüğünüz o harika anlarda teşekkül eder; öte yandan, aniden birinin gözlerine tutulduğunuzda da, bir kapılmanın içine düştüğünüzden, kapılıp gittiğinizden emin olabilirsiniz.” (s. 93)

“Aşk ya da devrim” değil de “aşk ve devrim” diyenlerin başında Che gelmektedir Horvat’a göre. Onun emperyalistlere ve burjuvalara duyduğu nefret, başka bir dünyaya ve karısına duyduğu aşk ile bütünleşir. Mücadelesinin en zorlu zamanlarında bile bu bütünlük içinde savaşır:

“Bana seslenme, zira seni duymam mümkün değil. Ama kurşun sesleri arasında seni güneşli günlerde hayal edeceğim.” (s. 77)

Duyguların yaralayıcılığına karşı korunaklı, yoldaşlarına ve özellikle düşmana karşı sert olmak zorunda olan, kendisini tamamen devrime adamış, “devrimle nikahlanmış” bir prototipten olarak görülse de Che’yi mücadelesinde güçlendiren, sahip olduğu duyguları, sevgisi ve hasretidir:

“Şimdi ben, herhangi bir düşmanın ya da adaletsizliğin değil, sana duyduğum ölümcül ve psikolojik ihtiyacın esiriyim ve bu ihtiyacı Karl Marx ya da Vladimir İlyiç gidermiyor.” (s. 77)

Horvat’ın aşk ve devrim arasında kurduğu bağlantının en önemli ayağı diğerkâmlıktır. Aşk Alain Badiou’nun ifadesiyle iki kişilik, minimal bir komünizmdir:

“Aşkta evrensel bir şeyler olmalı. Evrensel olan şey de her aşkın bir değil iki olma konusunda yeni bir gerçeklik deneyimi ileri sürmesidir. Dünyanın yalnız bir bilinçten farklı bir biçimde görülebileceğini ve yaşanabileceğini göstermesidir.”[4] Kendisini bir yatırım aracı olarak kurgulayıp, hayatı piyasa ilişkilerine benzer bir yerden deneyimleyen, “soğuk yakınlıklar” konusunda uzmanlaşıp, ilişkilerinde negatif duygulara yer ayırmak istemeyen çağımızın insanı için gerçek aşk, Gezi’de hepimize umut dağıtan örneklerini gördüğümüz bir diğerkâmlığın yeşereceği, dönüştürücü bir “olay”dır. Görünmez Komite’nin arkadaşlığın politik yanına yaptığı vurguya[5] benzer bir şekilde, aşkın politik yanının farkına varmak da aşkı yeniden icat etmenin radikal bir yoludur:

“Aynı anda hem sevgiliye, hem de devrime adanmış olmak, aşkın gerçek radikalliğidir”
(s. 101).


[1] Eva Illouz, Aşk Neden Acıtır?, çev. Özge Çağlar Aksoy, Jaguar Kitap, 2013, s. 102

[2] Byung-Chul Han, Eros’un Istırabı, çev. Şeyda Öztürk, Metis Yayınları, 2019, s. 26

[3] Lev Troçki, Gündelik Hayatın Sorunları, çev. Yılmaz Öner, Yazın Yayıncılık, 2000, s. 96

[4] Alain Badiou, Nicolas Truong, Aşka Övgü, çev. Orçun Türkay, Can Yayınları, 2011, s. 39-40

[5] “Bize arkadaşlığın politikadan bağımsız, sevgiden başka hiçbir amacı olmayan bir duygu olduğu öğretildi. Ama her tür yakınlık ortak bir doğrunun etrafında kurulmuş bir yakınlıktır. Her bir karşılaşma, ortak bir olumlamanın etrafında gerçekleşir, hatta bu yakıp yıkmanın olumlanması bile olabilir.” Görünmez Komite, Yaklaşan İsyan, çev. R. Işık Güngör, Sel Yayınları, 2012, s. 57