Aramızda kalsın, kan çıkabilir!

Aramızdaki-Fikret

Aramızdaki Fikret

SONAT YURTÇU

İthaki Yayınları 2021 112 s.

"Yurtçu’nun kitabında 'polissiz hikâye yok!' Olaylar bir şekilde adli süreçlere intikal edecek sınırlarda gezinmeye başlıyor ve kitap boyunca bir yerlerden kan fışkırması tehlikesi yazar tarafından diri tutuluyor."

AHMET B. TAMU

Konvansiyonel dil ile konvansiyonel-dışı dilin çekişmesini mahalledeki kavgayı balkondan çekirdeği ile izleyen dayılarla teyzeler gibi izlemek zaman zaman hoşuma gider. Bilet parası ödenmemiş bir müsabaka, bedava ve ekstra bir seyirlik. İp yok, film hileleri yok, “bilgisayarla yapılıyo bunun tillahı!” geyiklerini ekran başına davet edecek bir ekran yok; doğrudan kavga var. Nihat Doğan’ın ünlü Survivor yorumu ile söylersek; “burda her şey gerçek”

Sonat Yurtçu’nun kaleme aldığı Aramızdaki Fikret, yukarıda bahsettiğim çekişmenin güzel örneklerinden. Nurullah Ataç[1], Turgut Uyar’ın kendi sesini bulma çabasını şiirinin hazır ve tamamlanmış olmasından daha önemli bulduğunu anlatır bir yazısında. Aramızdaki Fikret’in dilinde gördüğüm bu çekişmede ben de standart dili aşma ve dublaj Türkçesinden çıkma çabasını önemsiyorum.

Şuraya biraz “öteki” serpelim

Yurtçu’nun kitabın başına koyduğu Hür Yumer alıntısı, kitaba dair isabetli sinyaller veriyor: “Gelişigüzel atlamalar yapabilirim.” Yapıyor da. Tabi kurgusal olarak gelişigüzel’miş gibi mi gösteriyor, harbiden mi gelişigüzel; bunlar Orhan Veli’nin deyimiyle ‘edebiyat tarihçisi bulsun’luk detaylar. Çünkü buna yazarın bir icadı olarak bakmak da, tıpkı Alain de Botton’ın Nietzche’nin fragman formunu keşfetmesinde frengi rahatsızlığının payına dikkat çektiği[2] gibi bunu yazarın bir anksiyetesi ya da kurgu acemiliği olarak görmek de okurken aynı kapıya çıkıyor. Bu belirsizlik de bir ilk kitap için sırıtmıyor hatta müstakbel metinlere yönelik meraka katkısı olabilir. Yurtçu’nun gelişime açık tarafını imleyen bir kitap bu.

Kitabın ilk öyküsü “Yaşamalısın”, Orhan (Gencebay) ile Ferdi (Tayfur) arasındaki bir seçime işaret edip, Müslüm’ü seçerek başlıyor.

Politik iklimde ‘öteki’ görülenlerin kesişim kümelerinden karakterler kitabın geneli gibi bu öyküde de var. Bu bir yanıyla ‘öteki’nin pişmemiş bir yemeğin imdadına yetiştirmeye çalışılmış bol baharat sosunu andırmasına yol açıyor. Ortaya ‘öteki’lerden bir demet atıp kenarına da hikaye kurgulayalım denmiş gibi; “Kürt, Alevi, Eşcinsel… tamam bu kadar ötekilik yeter herhalde…”

Dil zaman zaman klişe zeminlerde dolanıyor, zaman zaman yazar bir denemeci gibi takılıyor. Kitapta orijinal bir damar var, bir kadını seven eşcinsel adam. Bu damar dille ve kurguyla olabilecek en orijinal halde mi işleniyor? Çok daha iyisi olabilirdi.

Sonat Yurtçu

Dikkat kan çıkabilir

Kitaba adını da veren “Aramızdaki Fikret”, Kurtuluş Son Durak filminin atmosferini çağrıştırdı bana. Filmde Ahmet Mümtaz Taylan’ın canlandırdığı karakterin sessiz sessiz izlemesini anmadan edemiyorum anlatıcıyı düşünürken. Bu öyle net bir benzerlik değil, daha ziyade hallerin benzemesi. Yani öyküyü kafanızda bir film çekerek okusanız, rolü Taylan’a vereceğinizi sanmam. Çok spoiler olmasın diye detaya girmeyeceğim, ama Yurtçu’nun tüm öykülerindeki dil mücadelesini kurgusuyla geride bırakabilen güçlü bir öykü olduğunu söyleyeceğim bunun. İçindeki yazarlık geyiği sık kullanılmış bir yöntem olsa da ortalığın kana bulanma halini bize özgü anlatabilmesi başarı: “Aslında onları ihbar etmeyecektim, ancak bir ricada bulundum. Tüm bu olanları bir gün yazmak istiyordum.” (s. 57) Rahatlıkla bir Tarantino kopyasına dönüşebilecek sahneleri İstanbul semtlerinde tutabilmek sandığımızdan daha zor.

Hayat kokan tasvirler, metinlere can verir. Yurtçu’nun kendi tarzına yedirdiği tasvirlerden bir örnek verelim, “Ercüment’in Sergüzeşti”nden bu kısım: “Eve varınca üstten çıkmayan okul kıyafetine söylenen anne sesi, televizyonda ikindi sonrası yayınlanan bir aile dizisi, mutfaktan gelen güzel kokular ve kaşık sesleri…” (s. 60)

Öykünün sonuna aldığım not, Yurtçu’nun hikâye evrenine dair bir keyword girdisi gibi; “polissiz hikâye yok!” Olaylar bir şekilde adli süreçlere intikal edecek sınırlarda gezinmeye başlıyor ve kitap boyunca bir yerlerden kan fışkırması tehlikesi yazar tarafından diri tutuluyor. Yurtçu kitap boyunca sistemi ve toplumu sıklıkla devlet ve kolluk kuvvetleri üzerinden eleştiri bombardımanına tutuyor.

Kedisiz öykü kitabı olmaz!

Kitabın en beğendiğim öyküsü, “Süleyman Pek Eş Dost Dinlemezdi”. Uzun zamandır artık bir öykü okurken kedi görünce, araya rap sıkıştırmadan edememiş Amerikan popçularını duymaktan gelen gınaya benzer bir duygu hissederim. Kedi imgesi 90’larda meşrubatla verilen hediye bardaklar gibi öykü imgesine koli bandıyla mı yapışmıştır da bu denli görürüz, şaşırırım. Yurtçu, bu öyküde klişenin üzerine basarak tıpkı anlatıcısı gibi okuru da şaşırtıyor: “Olay açığa çıktığında ben bile şaşırdım”. Spoiler vermeden bunu belirtmek zor olacak, ama öykünün sonu, mikroorganizmaların canlılar arasındaki geçişkenliğinin, hayatın olağan akışında ne denli belirleyici olabileceğinin asla küçümsenmemesi gerektiğini[3] bir kez daha hatırlatıyor.

 
 

NOTLAR:


[1] Turgut Uyar’ın Türkiyem şiir kitabının, 1963’de yapılan ikinci basımına yazdığı önsözde AtaçNeden o kadar sevmiştim ‘Arz-ı Hal’ şiirini? Kusursuz bir şiir midir o? Değil, o günlerde de görmüştüm, şimdi de görüyorum, var kusurları, bir acemilik seziliyor. Ama yeni yetişen bir şair için acemilik kötü bir şey midir? Başkalarına uymayıp da kendi yolunu aradığını göstermez mi? O acemiliği için de sevdim Turgut Uyar’ın şiirini. Yalnız onun için mi? Acemilik, yeni yetişen bir şair için bir suç değildir, ya, beğenilmesi için de yetmez.” der.

[2] Alain De Botton, Felsefenin Tesellisi, Sel Yay. Çev. Banu Tellioğlu, 1. baskı, İstanbul 2004. “Zorluklar Yaşamanın Tesellisi (Nietzsche)” bölümü.

[3] Aslında bunu en iyi anlatanlardan biri Kanadalı Gazeteci Anrew Nikiforuk’tur. Nikiforuk, Mahşerin Dördüncü Atlısı, Çev: Selahattin Erkanlı, İletişim Yayınları, 2.baskı, İstanbul 2001.