1 Mayıs 1919’da New York’ta yolları kesişen insanların öyküsü: 1 Mayıs

1-Mayıs

1 Mayıs

FRANCIS SCOTT KEY FITZGERALD

çev. Tomris Uyar İletişim Yayınları 2021 106 s.

"Fitzgerald bu öyküsünde Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde, New York’ta farklı kesimlerden insanların 1 Mayıs 1919 günü çeşitli tesadüfler sonucu yollarının kesişmesini iç içe geçmiş olaylar örgüsüyle kaleme alır."

AHMET EKEN

Amerikan edebiyatının klasik yazarları arasında sayılan Francis Scott Key Fitzgerald (1896-1940) 1917’de Birinci Dünya Savaşı’na katılmak üzere Princeton Üniversitesi’ndeki eğitimini yarıda bıraktı. 1920 yılında yayınlanan ilk romanı Cennetin Bu Yakası ile büyük başarı sağladı. 1925’te bugün başyapıtı sayılan Muhteşem Gatsby romanını yayınlayan, ancak romanının beklenen ilgiyi görmemesi üzerine büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Fitzgerald’ın yıllarca üzerinde çalıştığı Sevecendir Gece adlı romanı da ilgi görmeyince sağlığı giderek bozuldu. 1940’ta, henüz 44 yaşındayken hayatını kaybetti.

Fitzgerald’ın daha sonra Caz Çağı Öyküleri kitabına dahil olan 1 Mayıs öyküsü ilk kez Smart Set dergisinin Temmuz 1920 tarihli sayısında yayınlanır. Fitzgerald bu öyküsünde Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde New York’ta farklı kesimlerden insanların 1 Mayıs 1919 günü çeşitli tesadüfler sonucu yollarının kesişmesini iç içe geçmiş olaylar örgüsüyle kaleme alır. Savaş sonrası ilk kez düzenlenen balodan sokak gösterilerine, 1 Mayıs İşçi Bayramı’na yapılan saldırılara, savaş karşıtı sosyalist gazetecilerin linç edilmesine uzanan öykü, Amerika’nın yakın tarihindeki olayları çarpıcı bir dille anlatır.

New York şehri kazanılmış bir savaşın sevincini yaşamaktaydı. Cepheden dönen askerler anayoldan “davul gümbürtüleriyle kıvrak çınlayan bando sesleri arasında geçip” gitmiş, ahali o anda yaptığı bütün işi bırakarak onları seyretmeye koşmuş, yaşlılar “biz bugüne kadar hiç böyle bir şenlik görmedik” demişlerdi. Zaferle biten savaşın ardından büyük bir bolluk yaşanıyor, ülkenin her yanından gelenler yaptıkları alışverişlerle satıcıların yüzünü güldürüyordu. Müşterilerin istekleri bazen öyle bir hale geliyordu ki, dükkânlarda mal kalmıyor, esnaf daha fazla stok yapmadığından pişman, gelenleri geri gönderiyordu.

İşte böylesi günlerin yaşandığı şehirde “1919 yılı Mayısının ilk günü sabah saat dokuzda, genç bir adam, Biltmore Oteli kâtibine Mr. Philip Dean adlı birinin otelde kayıtlı olup olmadığını” sorar. Evet, Philip oteldedir ve genç adam kısa bir telefon görüşmesinden sonra odasına çıkar. Dean eski arkadaşı Gordon Sterrett’i karşısında görünce şaşırır. Bir zamanlar ikisi de Yale Üniversitesi’nde öğrenci olmuşlar ama daha sonra yolları ayrılmıştır. Dean varlıklı bir ailenin çocuğu olarak yaşamını sürdürmekte, Gordon ise geçinmek için sevmediği işleri yapmaktadır. Daha da ötesi, son olarak çalıştığı ihracat şirketinden de kovulmuş, işsizdir. Oysa yapmak istediği kendisinin de çizimlerini yayınlayabileceği bir resimli dergi çıkarmaktır, “ama nerden başlayacağını bir türlü” bilemez. Bütün bunların üzerine, bir de son zamanlarda başına bir kız dert olmuştur. Genç adama âşık olan genç kız peşini bırakmamakta, sürekli telefon ederek rahatsız etmektedir. Hatta patronları işten çıkarılmasının bir nedeni olarak bu susmak bilmeyen telefonları göstermişlerdir. Ve kız şimdi cebinde tek kuruş yokken ondan iki yüz dolar istemektedir. Gordon okul arkadaşının bu konuda kendisine yardımcı olabileceğini söyleyerek üç yüz dolar ister. Son umudu odur!

Ancak arkadaşı Gordon’un bu isteğini soğuk karşılar. Şehre eğlenmek için gelmiştir ve ailesinden bu miktarda bir para almasının sorun yaratacağını söyler. Geliri onun sandığı kadar büyük değildir! Cüzdanından çıkarıp beş dolar verir.

Dean ve Gordon beraberce üniversitenin kulübüne giderler. Orada rastladıkları bir arkadaşları Gordon’a eski sevgilisi Edith Bradin’i sorar. Gordon konuyu değiştirmeye çalışır ama eski defterleri karıştıran delikanlı, Edith’in de o akşam yapılacak öğrenci birliğinin yıllık balosuna geleceğini söyler. Bir süre Yale Kulübü’nde vakit geçirirler ve iki genç ayrılır. Bu arada Dean, Gordon’a kesin olarak para meselesini halledemeyeceğini söyler, cebinden çıkardığı 75 doları ona verir.

Smart Set dergisinin Temmuz 1920 tarihli kapağı ve Fitzgerald’ın 1 Mayıs isimli öyküsünün ilk sayfası…

New York’un bir köşesinde bunlar olurken, bir başka yerindeki ucuz lokantadan çıkan iki asker nerede içki içebileceklerini konuşmaktadırlar. İçki yasağı henüz konmamıştır ama askerlere içki satmak yasaktır. Bu nedenle bu iki yoksul insanın içki bulması kolay değildir. Rose ve Key doğdukları günden bu yana olduğu gibi rüzgârın önüne katılmış giderken, Key’in aklına garsonluk yapan ağabeyi gelir. Görünen yegâne çözüm budur. Bir ara Key, Rose’a “yarın ilk işim bu Allah’ın belası üniformayı sırtımdan çıkarmak olacak” der. Böylece onlar da herkes gibi içki içebileceklerdir. Ama bunu yapamayacaklarını ikisi de bilmektedirler çünkü “ceplerindekileri birleştirseler topu topu beş dolar” etmektedir ve bu parayla hiçbir şey almak mümkün değildir.

İki adam yolda yürürlerken bir kalabalığın birikmiş olduğunu görür. Kalabalıkta “oldukça sarhoş, yoksul sivillerle çeşitli tümenleri ve çeşitli ayıklık derecelerini temsil eden askerler vardır. Uzun, kara bıyıklı bir Yahudi’nin çevresinde toplanmış” bu insanlar konuşmacının söylevini dinlemektedirler. Adam toplananlara söyle seslenmektedir:

Ne geçti elinize bu savaştan? Zengin misiniz? Size para veren oldu mu? Canınızı kurtardınızsa, sağlamsanız yine iyi! Dönüşünüzde karınızı, parayı toslayıp savaşa gitmekten kurtulan bir herifle kaçmış bulamadınızsa yine iyi! Yine iyi! (Zenginlerden) başka kimin yüzünü güldürdü bu savaş, kimin yüzünü güldürdü, soruyorum size!

Bu arada iri yarı bir asker yanına yaklaşır ve bir yumruk atarak adamı yere serer. Ardından da bağırır: “Allah’ın belası Bolşevik seni!” Konuşmacı ayağa kalkmak isteyince de saldırganların sayısı çoğalır ve adam bir daha kalkmamak üzere yere yığılır. Ancak saldırganların henüz işi bitmemiştir. Kendilerine yeni katılanlarla çoğalarak savaş karşıtlarının, “Kızılların” toplantısını basmaya giderler.

Key ve Rose nihayet Key’in ağabeyinin çalıştığı Delmonice adlı yeri bulur. Kapıya yaklaşan taksileri, bu taksilerden inen güzel kadınları, smokin giymiş delikanlıları gören Rose’un ilk tepkisi korkuyla, “Hâlâ var, hiç girmesek daha iyi belki, ağabeyinin işi vardır” demek olur. Ama Key üsteler ve içeri girip ağabeyi George’u bulurlar. George kardeşini ve arkadaşını dizi dizi kovalarla, tahta fırçalarıyla dolu, tek lambanın aydınlattığı bir odaya götürür ve orada beklemelerini söyler. Beklerken Rose odanın diğer kapısını aralar ve diğer odadaki baloya gelenler için hazırlanmış içki şişelerini görür. Hemen giderken buradan nasıl bir iki şişe içki götürebileceklerinin hesabını yapmaya başlar!

Fitzgerald, 1930’lu yıllardan bir fotoğrafta.

Üniversitelilerin balosu bir süre önce başlamıştır. Edith Bradin de oradadır ama partiye getiren delikanlının toy bir genç olması canını sıkmıştır. Bu balo savaştan bu yana verilen ilk balodur ve gittikçe hızlanan çağrışımlarla ona başka bir şey hatırlatmaktadır; Gordon Sterrett’i.

Edith yirmi iki yaşında, “sonsuz incelikte bir güzelliği” olan, iyi eğitim görmüş, kafasını çalıştırmaktan hoşlanan bir kızdır. Sosyalist bir gazete yayınlayan “ağabeyini, sosyalizme, barışseverliğe yönelten kavrayıştan, olgun ülkücülükten o da payını almış”, hatta radikal bir haftalık gazeteye yazılar yazmaktadır!

Edith, Gordon Sterrett’i adam etmek istemektedir! Önce onu zayıflıktan ve çaresizlikten koruyacaktır. Uzun süredir tanıdığı, kendisini seven birine ihtiyacı vardır ve evlenmek istemektedir. Bir ara Dean ile karşılaşır. Dean’in kendisini hatırlamadığını görünce ona Gordon’un arkadaşı olduğunu söyler ve Gordon’u partide görüp görmediğini sorar. Kız henüz Gordon ile karşılaşmamıştır ama biraz sonra bu da olur. Solgun, bitkin, kapıya yaslanmış, elinde sigarasıyla dans edenleri seyreden Gordon’u görür ve heyecanla seslenir: “Merhaba Gordon!” Dans ettiği delikanlıdan ayrılarak yanına gelir.

Bir süre dans ederler, onu yeniden gördüğü için mutludur ama biraz sonra üzerine bir tedirginlik, tuhaflık çöker. Acınacak durumda, biraz sarhoş, bitkin bir Gordon görmek onu altüst etmiştir. Bir köşeye çekilirler. Edith, Gordon’a bu halinin nedenini sorar. O da türlü türlü sıkıntılar çektiğini anlatır. Edith neden bu kadar çok içtiğini sorunca da, Gordon, “Nedir senin derdin, beni adam mı edeceksin aklınca?” diyerek soruyu geçiştirir. Oysa Edith ona yardım etmek istemektedir. Edith “konuşma sırasında onun ne kadar değişmiş olduğunu fark eder. Eski rahatlığından, neşesinden, kaygısızlığından iz kalmamıştır. Önce bir tiksinti duyar, sonra da beklenmedik bir tedirginlik”. Giderek hoşnutsuzluğu artan kız bir an önce onun yanından gitmek ister ve bunu yapar.

1 Mayıs 1919’da New York’ta lastik işçilerinin yürüyüşü…

Bir süre sonra otelin kapısında Jewel belirir ve garsonlarla biraz tartıştıktan sonra, onları Gordon Sterrett’i çağırmaya ikna eder. Biraz sonra merdivenlerde görünen Gordon öncekinden de sarhoştur, zor konuşur. Jewel hemen sitem etmeye başlar, aramamasından şikâyetçidir. Ama Gordon sözü uzatmadan ona parayı getiremediğini söyler, toparlayamamıştır. Ancak kız oralı değildir, “Parayı soran kim? Paraya aldırdığım yok, benimle ilgilenmemeye başlayınca çıkardım o meseleyi” der. Üç haftadır yanına uğramadığını, çok merak ettiğini, istediğinin sadece o olduğunu bir kez daha tekrarlar ve ardından eve gitmeyi teklif eder. Genç adamın daha fazla orada kalacak hali kalmamıştır. Gordon çaresiz, Jewel’in teklifini kabul eder.

Edith’in ağabeyinin gazetesi New York Trumpet, Delmonico’nun yakınlarındadır ve balodan çıkan kız geç saatlere kadar çalıştığını bildiği ağabeyine uğramak ister. Bomboş caddede biraz yürüdükten sonra gazeteye ulaşır. Gerçekten ağabeyi oradadır. Hal hatır sorduktan sonra, gazete çalışanlarından Bartholomew o gün olanları anlatır.

1 Mayıs kutlamalarını bahane eden gruplardan bazıları gazetenin önüne gelmiş, bağırıp çağırmış, ancak “söylediklerini yeterli bulup” binaya girmeden gitmişlerdir. İşin tuhaf tarafı, gelenlerin cepheden dönen askerler olmalarıdır. Edith’in ağabeyi Henry bu durumu şöyle açıklar:

İnsanların çoğu gerici; askerler ne istediklerini bilmedikleri gibi neden nefret ettiklerini, neyi sevdiklerini de bilmiyorlar. Kitle olarak hareket etmeye alışmışlar, gösteri yapmak zorunluluğunu duyuyorlar. Bu aralar bize karşılar. Bu gece kentin her yerinde kavga, gürültü çıktı. 1 Mayıs ya…

Fakat biraz sonra Bartholomew iki kardeşe dönerek “bir sürü insan geliyor” der. Edith koşarak pencereye gider ve hayretle “hem de kaç kişi birden” diyerek Bartholomew’i onaylar. Aralarında gazeteye girip girmeyecekleri konusunda kısa bir tartışma olur ama sesler artık merdivenlerden gelmektedir. Kalabalık bir grup gazeteye girerek küfürler eşliğinde yakmaya başlar. Saldırganları yatıştırmaya çalışan Henry’nin sözleri bir süre sonra duyulmaz olur ve gelen polisler Henry’yi kaldırımda yatarken bulurlar. Camdan atılmıştır. Yanına panik halinde gelen Edith’e inleyerek “Bacağımı kırdılar. Off! Sersemler!” der. Geçen defakine göre bu seferki saldırının bedeli biraz daha ağır olmuştur! Bu arada gazeteye saldıranlar arasında bulunan yoksul asker Carrol Key de itiş kakış sırasında ölmüştür.

Bu olaylı günün üzerinden bir süre geçer. Bir sabah şehrin küçük otellerinden birinin odasında gözlerini açan Gordon Sterrett hiç iyi değildir. Etrafa bakınır, her yer dağınık olduğu gibi bir de oda sigara ve içki kokmaktadır. Bir süre yataktan çıkmaz. Bir ara yanında birinin soluk aldığını fark eder ve “bir otuz saniye sonra da Jewel Hudson ile kaçınılmaz evliliğe sürüklenmiş olduğunu” hatırlar. Yarım saat sonra dışarı çıkar, spor gereçleri satan bir dükkândan bir tabanca alır ve...