DİĞER
"Japonya izlenimlerinin çevresi hep bir Zen dumanıyla çevrili. Tiyatro, çay sanatı, resim, yazı, bahçe süslemeciliği, çömlekçilik ve hatta savaş sanatları gibi alanların kavranışına hep Zen eşlik eder. Boşluk, merkezsizlik, hiçlik gibi kavramlar; ruh ve beden bütünlüğü gibi düşünceler... Giderek 'Japonya eşittir Zen' gibi bir izlenime kapılmak kaçınılmaz olur. Aksine, Zen Japon toplumunda oldukça marjinal bir yer tutuyor."
"Barthes annesini 1977’de kaybettiğinde 62 yaşında, kariyerinin zirvesine neredeyse ulaşmış, Fransa’da tanınan bir yazardı. Bu ölümün karşısında bir duygusal felç geçirdi ve neler hissettiğini aktardığı bir yas günlüğü tutmaya başladı. Barthes’ın tuttuğu bu günlüğün en büyük özelliği sadece ruhsal bir hissedişin izini sürmesidir. Günlük neredeyse akıp giden hayata hiç gönderme yapmaz; sadece bir melankolinin, dipsiz bir yalnızlığın ve kendini onarma çabasının seyrini gözler önüne serer."
“Tomris Uyar’ı ona şiir ithaf eden şairlerden dolayı sevmek, Leyla Erbil’e Ahmed Arif’in aşkı ve mektuplarından dolayı hayranlık duymak, defalarca tekzip edilmesine karşın Hasan Ali Toptaş’ı 'Çocuk TV izliyordu, haczetmemek için istifa etti' efsanesinden dolayı saymak, Nilgün Marmara’yı severken intiharı ve Sylvia Plath’la 'ruh ortaklığı'nı gündemde tutmak…”
Bir nesne olarak kitap reklamıyla mı, yoksa bir politik ideoloji propagandasıyla mı karşı karşıyayız? Bütün bu yaşadıklarımız feminist mi? Lansmandaki kekler glutensiz ve şekersiz mi?
Başlığı Attilâ İlhan ve Roland Barthes üzerinden koydum; çünkü Mustafa Irgat’ın aslında kim olduğu, şiirinin nereden uçlandığı, kimin çocuğu olduğuna da değineceğim
Mitolojide yer alan mitlerin, mitosların yeni yorumları, yeni okumaları, destanlar, tragedyalar çağından günümüze kadar sürer
Fatih Altuğ: Belli bir metnin başka metinler, koşullar, maddî süreçlerle diyalogunu mesele edindiğimizde yorumlama ufkumuzun yeni katlar ve tonlar edinebileceğini göstermek istiyorum
Yazar, daha çok göz önünde bulunmak zorunda olan, öyle olduğu varsayılan bir özne konumundadır şimdilik. Çünkü piyasa onu buraya itip durmaktadır ve yazarın buna karşı koyması pek de mümkün görünmemektedir
Knausgaard fazla “görünür”, bir anlamda yazar kimliği ile sürekli vitrinde. Ferrante ketum ve meçhul. Her iki yazar da bize iki farklı hakikat imkânı veriyor
Eleştirmenin sanat eserine yaklaşırkenki hangi tutumu bizi özgür tartışma ortamından mahrum kılıyor? Daha da önemlisi, yeni üslup ve biçimlerin ortaya çıkışına ket vuruyor?
Özgürce yazmak için kişiliğine alan açmaya çalışan Elena Ferrante'nin kimliğine ait gizemin medya ve okuyucular açısından bu kadar büyüleyici bir “olay” hâline getirilmesi nasıl açıklanabilir...
© Tüm hakları saklıdır.
↑ Yukarı çık