Kültür-Sanat

Yılmaz Güney 36 yıldır yok, bir gün mutlaka arkadaş...

Yılmaz Güney’i; Fatoş Güney, Halil Ergün, Atilla Dorsay, Tuncay Akça anlattı

09 Eylül 2020 10:27

Ölümünün 36. yıl dönümünde sinemanın 'Çirkin Kral'ı Yılmaz Güney'i; eşi Fatoş Güney, oyuncu Halil Ergün, sinema ve T24 yazarı Atilla Dorsay, oyuncu Tuncay Akça anlattı. 

"Anısı hâlâ taze"

Eşi Fatoş Güney, "Yılmaz Güney’in ölümünün üzerinden otuz altı yıl geçti. Anısı hâlâ taze. Acısı hâlâ dinmiş değil. İnsan sevgisiyle dopdolu, yeri doldurulmaz, özgün, yaratıcı sanatçı, mert, dürüst, güvenilir. Ne para, ne şan, ne şöhret umurunda olmuş. Kendini satmamış, ruhunu kirletmemiş, öz değerlerine bağlı kalmış. Yeşilçam’ın paslı çarklarını kırmış, çıkmış, daha gencecik yaşında. Bir öyküsü yüzünden hapisle tanışmış, kendini halkının kurtuluş mücadelesine adamış; bu uğurda ağır bedeller ödemiş." dedi.

Güney, "Bilenler bilir ama ben yine de söylemek isterim: O, Türkiye sinemasının bir mihenk taşıydı. 12 Eylül döneminde 104 adet filmi toplattırılarak yakıldı, on yıl (1984-1994) boyunca filmlerinin gösterimi yasaklandı. Adından söz etmek, kitaplarının, fotoğraflarının bile bulundurulması suç sayıldı. Katledilen bu filmlerin failleri belli olduğu halde, Türkiye sinema tarihinin mirası olan bu eserlerin başına gelenlerin hesabı asla sorulmadı. Umut, Sürü Yol gibi filmleri dünyadaki kült filmler arasına girdi." diye konuştu.

BirGün'den Işıl Çalışkan'a konuşan Güney, "Paris Sinema Müzesi’nde 1970 yılından beri yerini aldı. Ülke sorunlarını işleyen filmleri evrensel ve bugün hâlâ konuları itibarıyla ülkede hâlâ güncel. Aynı zamanda kaleme aldığı kırk yıl öncesinin görüş ve düşünceleri yani insan hakları ihlalleri, demokrasi ve Kürtler meselesi, kadın meselesi, çocuk tacizleri, hapishanelerin, göçerlerin, hayvan haklarının, zavallı ve sahipsiz insanların sorunları bugün yine ülkede tartışılan ve henüz halledilmemiş güncel konular. Ancak filmleri, önlerinde hiçbir hukuki engel bulunmamasına rağmen ne TRT’de, ne TRT ŞEŞ’te, ne de büyük kanallarda gösteriliyor. Bu, Türkiye’nin büyük bir ayıbı. Bu durumun bir an önce düzeltilmesi, Onun için bir müze ve sanat merkezi kurulması ve bir kitap ile film projesi için uğraşıyorum. Kitabımı tamamladım, yakında okuyucuyla buluşacak. Yılmaz Güney’i daha yakından tanımak ve birçok bilinmeyeni gün ışığına çıkarmak için yararlı olduğunu düşünüyorum. Onun kaybı üzerinden geçen otuz altı yıl sonra umutlarımı yitirmek istemediğim bir 9 Eylül’de Yılmaz’ı bir kez daha aşkla ve saygıyla anıyorum." düşüncesini dile getirdi.

"Yılmaz Güney hayatı hiç şakaya almadı"

Oyuncu Halil Ergün, "Tarih boyunca bu toprakların, isim bırakmış evlatları vardır. Efsane olmuş kahramanları vardır. Ve işte Yılmaz Güney; bu yolculuğun yakın yüzlerinden bir efsane adam. Adı geçtiğinde heyecan duyduğum büyük sanatçı. Bu toprağın, insandan, eşitlikten, özgürlükten, emekten, halktan yana, sömürüye ve zulme başkaldıran delikanlısı! Ama her şeyden önce, anasından sinemacı doğmuş bir yaratıcı: yazar-yönetmen- oyuncu. Sakın ha kutsadığımı sanmayın. Tarihsel bir gerçeğin altını çizmeye çalışıyorum. Ve bana sinema yapmaya adım attıran bir yoldaştan söz ediyorum… Yılmaz Güney, sinemamızın en zengin ve ileri yolculuğudur ve bu niteliği ile hayatınızda, hüzünle ama heybeti ile yaşamaya devam ediyor. Büyük şair demişti ki: 'Yaşamak şakaya gelmez”'Evet: Yılmaz Güney hayatı hiç şakaya almadı. Kahrın, sevincin, başarının, ihanetin, kavganın ve zulmün kol gezdiği ömrünü onuruyla tamamladı. İnsanlığa derin ve saygın bir “merhaba” dedi… Bir sanatçının iz bırakma tutkusu işte böyle yaşanır… Çiçekler içinde yatsın." ifadesini kullandı. 

"Bugün bizlere düşense o benzersiz hayatı olabildiğince tanımak ve o güzel filmleri mümkün olduğu ölçüde görmek"

Sinema ve T24 yazarı Atilla Dorsay, "Yılmaz Güney’i anmak... Ölümünden 36 yıl sonra, Türkiye’nin yetiştirdiği bu en kişisel, en özgün, en savaşımcı, en sevecen, en inatçı, en talihsiz, en fark yaratmış ve sanki çağıyla bütünleşmiş kişilerden bir olan sanatçıyı anmak... Bu esmer ve yağız Adana çocuğu belki tüm insanlık tarihinin en dram yüklü hikâyelerinden birine sahip olmuştur. Bir yandan baştan beri gönül verdiği olduğu solculuk, o yılların gözde deyimi ‘devrimcilik’le birleşerek onu gencecik yaşında siyasal eylemlerin içine atmıştır. Hemen hemen sinemayla aynı zamanda... Ve görünüşte sadece güzel kadınların ve yakışıklı erkeklerin yıldız olduğu bir masal Yeşilçam’ı içinde daha 22 yaşında başladığı oyunculuk, onu önce Anadolu’nun, sonra da tüm sinemanın Çirkin Kral’ı yapmıştır. Aynı dönemde ilk kez hapsi de tatmıştır: Sonradan hiç bırakamayacağı bir mekân..." değerlendirmesinde bulundu.

Dorsay şunları kaydetti: "İstanbul’da Onat Kutlar’ın Sinematek’i çevresinde toplanan sol aydınlar ona yeni ufuklar açmış, yeni dostlar getirmiştir: Bu arada bendenizi de... Sonrası artık bir efsanedir. Art arda gelen filmlerin en önemlileri, kendi filmlerinin yanısıra artık mecburen onun yazıp başka dostlarının yönettiği filmlerdir: Sürü, Düşman, Yol. Dünyada ilk kez görülen bir ‘içerden film yönetme’ çabası!...

Ve işin içine eline kan bulamanın, ‘suç ve ceza’nın, yıllar süren hapislerin, o hapislerden kaçışların, araya sıkışan büyük aşkların da karıştığı, alabildiğine renkli, dramatik, tıkış tıkış yüklü bir yaşam öyküsü... Öylesine ki, örneğin daha bir yıl önce bulunduğu yarıaçık cezaevinden kaçıp ve denizleri aşıp Fransa’ya geçen bir sinemacı, 1982 yılında orada festivallerin festivali Cannes’da, kendisinin yazıp Şerif Gören’in yönettiği Yol’la aldığı Altın Palmiye’nin onurunu taşıyacaktır. Ödülünü paylaştığı ‘komşu’ Costa-Gavras’la birlikte, heykelciğini tüm basının önünde havaya kaldırarak... Ve artık dehası tüm dünya tarafından onanmış bir büyük yazar-yönetmen olarak...

Böyle bir hayatın sonu da elbette sıradan olamazdı ve trajik gelecekti: ‘Melun’ bir hastalık ve erken bir ölümle... Bugün bizlere düşense o benzersiz hayatı olabildiğince tanımak ve o güzel filmleri mümkün olduğu ölçüde görmektir: Andıklarımın yanısıra Hudutların Kanunu, Seyyithan, Umut, Ağıt, Arkadaş, Acı, Endişe, Zavallılar, Duvar ve diğerleri..."

"Seni hiçbir zaman unutmayacağız büyük usta"

Oyuncu Tuncay Akça, "Bebek filmi benim ilk başrol filmimdi. Bu filmi Erden Kral, cezaevinde Yılmaz Güney’e seyrettiriyor. Tabii bu arada Güney, Yol filminin senaryosunu yazmış. Senaryo, 12 mahkûmun bir haftalık bayram izninde evlerine gönderildiği hikâyelerden oluşuyor. Güney, Bebek filmini seyrettikten sonra mahkûmlardan birini benim oynamamı istemiş. O dönem de reşit olmadığım için babamla anlaşma imzaladılar. Ardından filmin çekimlerine başladık. Film, Can Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü aldı. Yol filminde oynamaktan onur duydum ve ömrümün sonuna kadar da duyacağım. Aldığım ödülü de daima gururla taşıyacağım. Büyük usta Yılmaz Güney’in, devrimci, demokrat, Atatürkçü, sanatçılar arasında her zaman en ön sırada resmini taşıyacağım. Seni hiçbir zaman unutmayacağız büyük usta…" diye konuştu. 

Yaprak döktü hep bir yanımız babam

Kızı Elif Güney Pütün ise babasının ölüm yıl dönümünde "Yaprak döktü hep bir yanımız babam" isimli şiirini paylaştı:

Ah sen…
Sen gittin gideli,
yaprak döktü hep bir yanımız be, benimbabam.
Sakın tasalanma “gurban olam”,
Yer etmiş o muhteşem
Solmadan dağları ısıtan gülüşün,
Gönüllerde fırtınalar yaratan direncin;
Kısır topraklarda bile filiz veren,
İnsanı, insan yapan inancın.

Gömdün bir yerlere şeftali çekirdeklerini;
Deliyorlar yavaş yavaş toprağı.
Doğa bu,
Sarsılır bir tufan ile
- zaman zaman -
Hor görme,
Kökleri sağlam, kaygılanma
Benimbabam.

Kimi için yâr oldun,
Kimi için yarın.
Kimi için sır oldun.
Kimi için ayna.
Kimi için gök oldun.
Kimi için kubbe...

Ah sen...
Sen daima var oldun!
Benimbabam.