Dünya
Deutsche Welle

'Türkiye'nin hızlanması gerekiyor'

TÜSİAD’ın AB temsilcisi Kaleağası, İlerleme Raporu'nu DW Türkçe'ye değerlendirdi. Kaleağası, Türkiye-AB ilişkilerinde çıkan fırsatların geçici olduğu, içinin iyi doldurulması gerektiği uyarısında bulundu.

10 Kasım 2015 18:49


Türk Sanayici ve İşadamları Derneği TÜSİAD’ın Uluslararası Koordinatörü ve Avrupa Birliği nezdindeki temsilcisi Bahadır Kaleağası, AB Komisyonu’nun açıkladığı 2015 Türkiye İlerleme Raporu'nu Türkiye, AB ve ikili ilişkiler açısından DW Türkçe’ye değerlendirdi.

Komisyon raporunu Türkiye’deki mevcut durumun fotoğrafı olarak nitelendiren Kaleağası, AB’nin Türkiye’ye hızlanması gerektiği mesajı verdiği görüşünde. Sığınmacı krizi, Rusya ile ilişkiler ve Suriye krizi gibi sorunların AB’deki siyasi ve kurumsal reform zorunluluğunu bir kez daha gözler önüne serdiğine dikkat çeken Kaleağası, bu ortamda Türkiye ile ilişkilerin de karmaşıklaştığını belirtiyor. Kaleağası, sığınmacı krizi gibi alanlardaki işbirliğinin ilişkilere getireceği ivmenin iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor.

DW Türkçe: AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu’nda bu yıl yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, ifade ve toplanma özgürlüğü vurgusu vardı, şiddetin durulması ve barış sürecine geri dönülmesi çağrısı yapıldı. Gazetecilere gözdağı ve baskıya dikkat çekildi. Siz genel olarak raporun tonlamasını nasıl buluyorsunuz?

Kaleağası: Komisyon raporları mevcut durumun bir fotoğrafıdır ve zaten o ülke içinde de tartışılmakta olan, uluslararası kamuoyunda da tartışılmakta olan birçok konuyu artıları ve eksileriyle gündeme getirirler. Bu bakımdan raporların bu kurgusunu dikkate almak gerekir. Ortaya çıkan fotoğrafta AB Komisyonu diyor ki, Türkiye AB üyeliği sürecinde daha iyi, hızlı ilerlemek istiyorsa demokratik reformlarda yavaşladı ve bazı konularda geriye gitti, hızlanması gerekiyor. Ekonomik olarak piyasa ekonomisinin işleyişi ve düzenleyici kurulların bağımsızlığı veya özerkliği açısından yapılması gerekenler var. Ama ekonomik çerçeve daha önceki oturmuş olduğu o Avrupa ile uyumlu konumunu devam ettiriyor, mevzuat uyumu da devam ediyor. Türkiye birçok alanda esas olarak AB mevzuatına uymakla beraber son zamanlardaki yavaşlamanın telafi edilmesinde yarar var. Zira hedef tam üyelik. Dolayısıyla da ne gerekiyorsa yapmak zorunda Türkiye gibi bir aday ülke.

DW Türkçe: Raporun açıklanmasının 1 Kasım seçimleri sonrasına ertelenmesi Avrupa kamuoyunda da yoğun tepki gördü. Sığınmacı krizinde Türkiye’nin işbirliği karşılığında AKP’ye seçim yardımı olarak eleştirildi. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?

Kaleağası: Seçimleri ne kadar etkilerdi, Türkiye'deki seçmen davranışlarını ne kadar etkilerdi, bu konuda bir araştırma yapmak gerekir tabii. Fakat hiç kuşku yok ki, AB’nin kendi içindeki sığınmacı kriziyle çevresindeki ülkelerle olan ilişkileri birbirine karışmış durumda ve AB bu konuda kendisini toparlamak zorunda olduğu bir dönemde. AB'nin sadece sığınmacı krizi değil, daha önceki Euro Bölgesi'nin yönetimi krizi ve Rusya ile olan ilişkilerinde de artık ortaya çıkan gerçekle siyasi ve kurumsal açıdan da yüzyüze kaldığı bir döneme girdik. Bu da nedir, AB Antlaşmasının reformu, AB kurumlarının reformu, ki İngiltere sorunu da zaten bunu tetikliyor. Yani AB zaten bu konuları yeterince iyi yönetebilecek kurumlara sahip değil. Yetkilerin büyük çoğunluğu ve sözün büyük çoğunluğu hala üye ülkelerde. Halbuki sorunlar ülkeleri aşan ulusüstü, federal bir seviyede oluşmaktalar. Şimdi böyle bir sorun varken, Türkiye ile olan ilişkisi zaten karmaşıklaştı. Angela Merkel‘in Türkiye‘ye gelmesi, AB Komisyonu Başkanının kutlama mesajında sayın Başbakan Davutoğlu‘na tam üyelikten bahsetmemesi, bunun üzerine AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’un bunu telafi edecek şekilde tam üyeliğin öncelik olduğunu belirtmesi, Davutoğlu‘nun geri mektubunda AB Komisyonu Başkanı Juncker'e bir sayfada dört kere ‘Türkiye‘nin önceliği tam üyeliktir‘ demesi… Bütün bunlar şunu gösteriyor: Bir tarafta sığınmacı krizi ve sığınmacı krizinin ötesinde Suriye sorunu, aynı zamanda Rusya sorunu ve de Türkiye‘nin tam üyelik süreci bütün bunların toparlanması gereken, olması gereken mantıklı yola girmesi, o da AB‘nin tekrardan Türkiye üzerinde dönüştürücü bir rol oynamaya başlar hale gelmesi. Demokrasi açısından, özgürlükler açısından Türk toplumunun refah seviyesini artıran tüm uyum reformları açısından bu dinamik sağlanmalı. Bu dinamik sağlanmadığı zaman AB'nin de, onun önde gelen Almanya gibi ülkelerinin de Türkiye ile olan ilişkilerindeki diğer sorunlar, sığınmacı krizi dahil olmak üzere, hiçbir zaman her iki taraf için de artı değer yaratacak olumlu bir yörüngeye giremiyorlar.“

DW Türkçe: Bahsettiğiniz stratejik alanlardaki işbirliğinin ikili ilişkilere ivme kazandırabileceği, Türkiye’nin bunu müzakerelere ivme kazandırılması, vize kolaylığı gibi alanlarda pazarlık konusu olarak kullanabileceği görüşleri dile getiriliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, ikili ilişkilerde bir ivme beklenebilir mi?

Kaleağası: Evet, uluslararası ilişkiler her zaman bir pazarlıktır zaten. Özü itibariyle bir pazarlıktır. Ama illa masaya bu konular, ‘sen bunu yaparsan ben de bunu yaparım‘ şeklinde bu kadar açık gelmeyebilir. Ama doğal olarak gidişatın bu olduğunu söyleyebiliriz. Bir kaldıraç etkisi yarattı. Geçici bir etkidir bu. İçini iyi doldurmazsak, Türkiye açısından tam üyeliği içeren tüm alanlarda demokratik reformlardan sosyal mevzuat uyumuna kadar içini iyi doldurmazsak, ekonomik etkilerini, ekonomik hasatı da iyi alamayız."

DW Türkçe: Adalet ve Kalkınma Partisi 1 Kasım seçimlerinden özgüvenini geri kazanmış bir şekilde çıktı. Seçim öncesindeki kutuplaşma havası ve sert söylemin yerini icraata bırakacağını, AKP’nin ileriki dönemde reformları hızlandıracağını düşünüyor musunuz?

Kaleağası: Öngörüde bulunması zor konular bunlar. T.C Başbakanı olarak sayın Davutoğlu‘nun AB Komisyonu‘na gönderdiği son mektupta tam üyelik süreci ve bunun gerekleriyle ilgili vurgu çok berrak. Dört kere vurgu var, Türkiye‘nin siyasi kararlılığının altı çiziliyor. Meclis‘e baktığımızda tüm partilerin değişik derecelerde de olsa AB konusunda kararlı olarak, bir öncelik olarak belirttikleri siyasi programlarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bir siyasi uzlaşma içeren bir konu. Konunun ekonomik açıdan mantığına baktığımızda zaten AB sürecini toparlayamayan bir Türkiye‘nin, bunun gereği olan iyi yönetim, hukuk devleti gibi konuları toparlayamayan bir Türkiye‘nin ekonomik çekim gücü de, uluslararası yabancı sermaye hareketleri olsun, ihracat olsun, turizm olsun diğer tüm alanlarda azalacaktır. Bu nedenle bir ekonomik gerçek de var. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının özlemleri var. Onlara tüm siyasi partilerin programlarındaki ortak müşterek olan vaatler söz konusu. Ve tüm bunlarda da AB sürecinin oynayacağı rol bariz. Şimdi bu kadar bu yöne işaret eden etken varken, Kıbrıs konusu da belli bir çözüme doğru gidiyorken tam tersi yönde bir gidişat tabii ki Türkiye açısından son derece olumsuz olur. Böyle bir olumsuzluğun siyasi olarak herhangi bir eylemin konusu olacağını düşünmek istemiyorum.

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştirDeutsche Welle