Gündem

Temelli’den çarpıcı açıklamalar: “İktidar çözülüyor, gidiciler”

“Kayyımlara karşı Meclis harekete geçmeli”

31 Ekim 2019 07:53

HDP Eş Başkanı Sezai Temelli, iktidarda güçlü bir çözülme sürecinin yaşandığını belirterek, AKP’ye desteğin yüzde 35’in altına düştüğünü söyledi. Erken seçimin eskiye oranla çok daha fazla gündemde olduğunu kaydeden Temelli, CHP başta olmak üzere muhalefeti alışkanlıklarını sürdürmekle eleştirdiği, HDP seçmeninde ise kırılmalar olsa da partinin stratejisinin başarılı olduğunu kaydetti. Temelli, olası bir çözümün iktidar tarafından gerçekleştirilemeyeceğini, demokratikleşme konusunda kendilerinin tüm partilere çağrıda bulunduklarını vurguladı.

"Çözülme var, yüzde 35’in altındalar"

Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Temelli, AKP’li Mustafa Yeneroğlu’nun istifası konusunda, “Alışılagelmiş AKP milletvekili profilinden farklı bir profil sergiliyordu. Dolayısıyla istifası beklenebilir bir şey” yorumunu yaparken, şöyle devam etti:

“Ama bunu salt farklılıkla açıklamak mümkün değil. Genel anlamda bir çözülmenin olduğu aşikar. Zaten uzun zamandır AKP kendi içindeki tartışmalar sonucu AKP’de farklı arayışta olan insanların parti kurma çalışmaları var. Bu çok açık sürdürülüyor. Sayın Davutoğlu’nun çalışması var, Sayın Babacan’ın çalışması var. Son yapılan araştırmalara bakıyoruz çok ciddi bir destek kaybı var AKP’nin. En son gelen araştırmada yüzde 35’in altına gerilediği gözüküyor.  Şimdi bütün bu gelişmeler ışığında değerlendirdiğinizde aslında genel bir çözülmenin de bir yansıması. Hem demokrat bir tavır sergilemesinden kaynaklanan farklı bir profil sergilemesinden kaynaklanan bir istifa olarak okunabilir hem de genelde AKP’deki bu çözülmenin bir yansıması olarak görülebilir.

"Devamı olacaktır"

Muhakkak devamı olacaktır. Çünkü eğer toplumda bu denli bir destek kaybı söz konusuysa bu parti içine de yansır. Parti içindeki milletvekillerinin tavırlarına da yansır, tercihlerine de yansır. Bu aslında bunun doğal bir sonucudur. Çünkü, bu denli tek seslilik hiçbir partinin uzun süre taşıyabileceği bir şey değildir. Bu AKP de olsa böyle hatta çok daha katı disiplin sahibi partiler de olsa bu böyle bu bir gerçeklik. Siyasi yaşamın bir gerçekliği. AKP adeta kendisini Cumhurbaşkanı’na ipoteklemiş durumda, tek kişiye ipoteklemiş durumda. Hiçbir farklı sesin çıkmadığı, eleştirinin çıkmadığı,  çıkamayacağı bir hal durumunda. Dolayısıyla bu ne kadar sürdürülebilir bence çok daha uzun bir süre devam edecek bir durum gibi gözükmüyor.

"Gidiciler, yönetemiyorlar"

Temelli, “AKP gidici” söyleminin kaynağının sorulması üzerine de şu değerlendirmeyi yaptı:

“Aslında bir çok açıdan baktığınızda bunu okumamız mümkün. Tabi içeriden bir bilgi geldi gidiyorlar diye bir şey değil bu. Fakat mesela siyasi meselelere bakalım hem iç politika hem dış politikaya bakalım. AKP uzun bir zamandır aslında çok ciddi bir başarısızlık öyküsüne sahip. Hem içeriyi yönetemiyor siyaseten hem dışarıyı yönetemiyor. Dış politikada ortaya çıkan tablo son Suriye vakasıyla çok ciddi anlamda bir başarısızlık tablosu. Diğer taraftan iç siyaset keza öyle. Giderek otoriterleşen, baskıyı artıran, aslında OHAL düzenini olağanlaştıran bir iktidar anlayışı var. Bu sürdürülebilir bir şey değil, bunu herkes kabul ediyor. Toplumsal hayata baktığınızda sürekli olarak ayrışmayı dayatan, toplumu parçalayan, toplumun önemli bir kesimini ötekileştiren bir iktidar var. Bu da sürdürülebilir bir şey değil. Ekonomiye bakıyorsunuz keza öyle. İktisadi kriz her geçen gün dip dalgalarda büyüyor. Yoksulluk yaygınlaşıyor, işsizlik artıyor, palyatif çözümlerle, geçici çözümlerle adeta gün kurtarılmaya çalışılıyor. Tüm bunları birleştirdiğinize bu kadar çoklu kriz ortamında bir yönetememe hali zaten ortaya çıkıyor.

"Yol almak mümkün değil"

Bu yönetememe halini sürdürmenin yegane aracı alarak da içeride güvenlikçi politikalar, dışarıda savaş politikası. Bununla yol almak mümkün değil. Yol alamadıkları içinde zaten bütün bu yaşadığımız siyaseten de diplomaside de ekonomide de kabul edilemez tablolar karşınıza çıkıyor. Bunlara baktığımızda bunun normal bir dönem boyunca hani bir seçimden diğerine kadar sürdürülecek bir şey olmadığı çok bariz ortada. İktidardan gittiklerini, gidiyor olduklarının kendileri de farkında, dillerine yansıyor bu, üslupların yansıyor, saldırganlıkları ortada. Televizyonlara akşamları dönüp baktığınızda AKP yandaşlarından tavırlarından bile bunu anlamak mümkün. Duygusal anlamda da bir çöküntünün yaşandığını söyleyebiliriz.

"Yıkımı büyük"

Tabi bu gidişat hani demokratik teamüller içinde olmaması için direnen bir iktidar anlayışıyla olduğu için yıkımı da büyük oluyor, tahribatı da büyük oluyor, ister istemez bu yaşadığımız bütün gelişmelerin müsebbipliğini de oluşturuyor. İşte yargı boyutunda bu karşımıza çıkıyor, kayyumlar boyutuyla karşımıza çıkıyor. Bütün bunlar aslında bir gidişata karşı direnen bir aklı gösteriyor bize belki de akılsızlığı gösteriyor. Son atanan kayyumlara baktığınızda onlar ilgili gerekçelere baktığınızda aslında neden gidiyorlar dediğimiz açıklığa kavuşmuş oluyor.”

“Kayyımlar, faşizmin kurumsallaşması”

Temelli, HDP’nin devam eden kayyım atamalarına karşı nasıl bir politika izleyeceği konusunda da şöyle konuştu:

“Biraz önce de söylediğim gibi bu kayyım rejimi aslında bir yöneteme halinin tezahüründen başka bir şey değil. 13. kayyım bu Cizre’ye atandı ve 29 Ekim günü atanıyor. Yani adeta Cumhuriyet rejiminin demokratikleştirilmesine karşı Cumhuriyet rejiminin otoriterleşmesinin sahnelenmesinden başka bir şey değil.  Geçenlerde bir konuşmamda da dile getirdim. 1920’nin o anlayışına tekrar dönüp bakmanın o çoğulculuğa bakmanın ne kadar önemli olduğunu dile getirdim. 1921 anayasası önemli bir anayasaydı. Çok fazla devam edemedi. Ama o aralık 1919 ile 1920-21-22 aralığı önemli bir başlangıçtı. Tam da 100. Yılındayız. Bu referanslara dönüp bakmak buradan Türkiye’de cumhuriyeti demokratikleştirmek çok önemli. Cumhuriyeti demokratikleştirmek demek, Türkiye’nin en kadim belki de en kronik sorununu çözmek demek, Kürt meselesini. Buna bağlı bir çok meselenin çözümü demek. Fakat bugünkü iktidar adeta o akla karşı cumhuriyeti daha otoriter bir rejime çekmek isteyen, bugünkü otoriter anlayışla da yetinmeyen bir akılla hareket ediyor. Ve kayyumlar bunun tam da açık ifadesi. Çünkü kayyım demek vesayet rejiminin en doruk noktalarından biri. Hani hep söylüyoruz ya faşizmin kurumsallaşması, tam da yerelde bunu görüyorsunuz. Yani yerel halkın bizzati halkın belki de en doğrudan siyasi tercihini  yansıttığı alanları ortadan kaldırıyor ve bunu özellikle Kürt illerinde yapıyor, Kürt halkına karşı yapıyor.

"Kürt halkına düşmanlık"

Çünkü Kürt halkına karşı sürdürdüğü bu düşmanlıkla kendi meşruiyetini sağlayacak bir konsolidasyon peşinde. Hala aynı senaryoda ısrar eden bir anlayış bu. Ve her seferinde altını çizdiğimiz gibi bu meselenin çözümsüzlüğünden beslenen bir iktidar diğer alanlarda bir meşruiyet sağlayıp yoluna devam edeceğini sanıyor. Bu mümkün değil. Çünkü bu mesele artık küresel bir mesele haline de geldi ve kayyum atamaları bir yerde bunu bize anlatıyor. 

"YSK Başkanı nerede?"

Tabi 13. kayyım dedik ama daha önce de gaspedilmiş belediyelerimiz var YSK marifetiyle hem de. Bu daha da vahim bir durum. Yüksek mahkeme seçmene, adaylara alında demokrasiye tuzak kuruyor. Mesela YSK Başkanı nerede, hiç ortalarda yok, öyle büyük bir vebalin altında ki, mesela onu hiç göremiyoruz. O gün başlayan bu anlayış bu şekilde  devam ediyor. Bu ister istemez Türkiye’de rejimin geldiği yeri bize izah etmesi açısından önemli.

"Meclis, harekete geçmeli"

3 gün Meclis’i boykot ettik. Bu, önemliydi. Meclis’i bu konuda, deyim yerindeyse, uyardık. Bu, milletvekili olmanın, Meclis hukukunun ne demek olduğu, Meclis’te ortak aklın üretilmesinin ne kadar önemli olduğuna dair önemli bir vurguydu. Kayyımlara karşı bu denli sessiz kalan bir Meclis kendini de inkâr etmeye başlar bir süre sonra. Kayyım atamaları seçme-seçilme hakkı, demokrasiyle ilgili bir meseledir. Demokratik siyasetin tasfiyesini amaçlayan bir iktidar anlayışı var, Meclis tam da burada iradesini ortaya koymalı, kayyım atamalara itiraz etmeli. Bir belediye başkanı görevden alındığı zaman bunun bir prosedürü var. Bu prosedüre bağlı olarak görevden alınan belediye başkanının yerine belediye meclisinden birisinin seçilmesi lazım. Ama buna belediye meclisi karar veriyor. Burada sadece kayyım atanmakla kalınmıyor belediye meclislerinin iradesi de ortadan kaldırılıyor. Anayasa suçu işleniyor. Evet, biz de bu anayasadan memnun değiliz ama Meclis, mevcut anayasaya sahip çıkmayacaksa, kayyım atanan, tutuklanan belediye başkanlarının ötesinde bu çerçeveden yaklaşmayacaksa meclis kendisini mutlaka zorlamalıdır. Bizim boykotumuz bu zorlamaya dairdi. 3 günlük eylem gerçekleştirdik, hep birlikte Diyarbakır’a gittik. Halkla buluştuk. Kayyım sürecine, savaş politikalarına itirazımızı yükselttik. Fakat üzgünüz meclis ısrarla bu mesajları almak istemiyor. O tezkereci, kayyımcı, tecrit aklını koruyor. Bunları koruduğu, milliyetçi hamaset içinde tuttuğu sürece Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulmak çok mümkün değil.

"Toplum tepki verdi"

Meclis çalışmalarında onu değerlendirmemiz gerekiyor ama Meclis tepki vermese bile toplum önemli bir tepki verdi. Sadece Kürt toplumu da değil Türkiye’deki tüm insanlar buna tepki vermeye başladı. Bunu (Meclis’in tutumu) teşhir edeceğiz artık. Halkı savunmayan, onların haklarını korumayan bir meclis olamaz, olmamalıdır. Meclis hangi kararları alıyor? Mesela 24 Haziran genel seçimlerinden bugüne kadar halkın yarına hangi yasayı çıkarmış? Bunu göremiyoruz. Sürekli tezkere geçiyor. 4 parti bir araya geliyor, neredeyse her ülkeyi kınadılar. Sanki bütün dünya yanlış, bir tek bu Meclis’teki 4 parti doğru. Akıl tutulması yaşıyorlar. Dönüp bakmak lazım; neden eleştiriliyoruz, nerede yanlış yapıyoruz. Hem kayyım hem savaş politikalarında Türkiye yalnız. Yalnızlığı ile övünen bir diplomasi olabilir mi? Rasyonel diplomasiden tam anlamıyla bir kopuşu da yaşıyoruz. O yüzden Meclis’i sorumluluğa davet etmek önemliydi. Meclis’teki muhalefetimizle bunu teşhir edeceğiz.

"Araştırma olmadığı sonucundan belli"

Temelli, “AKP MKYK’da gündeme gelen bir araştırmaya göre, kuzey Suriye harekâtına HDP seçmeninin yüzde 30’nun destek olduğu” iddiası için de şunları kaydetti:

“Evet, bir araştırma yaptırmışlar. Bunun bir araştırma olmadığı zaten sonucundan belli. HDP’yi bir türlü anlamadılar, anlamak istemiyorlar. HDP tabanı, HDP seçmeni dediğimiz şey bizatihi HDP örgütüdür. Böyle bir partiyiz. Yapılan araştırmalar, AKP’ye çalışan firmalar bile şunu çok net söylüyor; HDP seçmeninin yüzde 99’u ortaklaşmış bir anlayışla siyaset yapıyor, bu giderek de genişliyor. Ciddiye alınacak bir araştırma değil. Ama güvenilir araştırmalar şunu gösteriyor; Suriye operasyonuna destek yüzde 60’lara kadar gerilemiş durumda. Afrin operasyonunda bu oran çok daha yüksekti, yüzde 85’lerdeydi. Bizim dışımızda Afrin operasyonuna karşı çıkan neredeyse yokken, bugün sorgulanabiliyor. Kaldı ki ilk günkü destek eğrisi hızla aşağı doğru indi. Çünkü bunun bir meşruiyeti, haklılığı yok. Her şey çok çıplak ortaya çıktı. Hele hele bir zaman ÖSO, şimdi Milli Ordu denen IŞİD artığı yapı ile böyle bir operasyonu Türkiye toplumu sorguluyor. Üstelik o bölgeden Türkiye’ye yönelik hiçbir tehdit yokken sadece iktidarın kurguladığı bir mesele üzerinden operasyon yapılmasına ciddi tepkiler var. İktidar bunu kamufle etmek için algı yönetimini sürdürüyor. Bir de iktidarın kontrol ettiği medyanın oranı çok yüksek. Fakat kurguları bu sefer de tutmadı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tezkeredeki (sınır ötesi operasyon tezkeresi) tavrı hatalıydı. Eleştirdik, eleştirmeye devam ediyoruz. Fakat asla, 31 Mart’ta ve 23 Haziran’da size oy verdik, bunun bir diyeti var, karşılığını istiyoruz, gibi bir anlayışımız yok. Biz, 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerini kendi stratejimize uygun değerlendirdik. Türkiye’nin demokratikleşmesi için AKP-MHP ittifakının geriletilmesi gerekiyor, dedik. 31 Mart yerel seçimlerinden başlayarak demokratikleşme siyasetini hayata geçirmeyi önümüze hedef olarak koyduk ve AKP-MHP ittifakını ciddi anlamda gerilettik.

“CHP ısrarla alışkanlıklarını sürdürüyor”

Hatta hem muhalefet hem toplumsal muhalefet bu süreci sağlıklı bir şekilde sürdürebilseydi belki de bu yaşadıklarımızı yaşamazdık. Eleştirimiz bu yönde, ama CHP ısrarla belli alışkanlıklarını sürdürüyor. Hele ki tezkere gibi konularda ‘içimiz yana yana’ diyorlar. Siyasetin kabul etmeyeceği bir anlayışla hareket ediyorlar. Ama biz asla bir diyet peşinde değiliz. “

“Kırılma yaşanıyor”

Temelli, “Seçmeninizde bir kırılma yaşanmadı mı? Bir pişmanlık var mı?” sorusuna da “Beklentiler üzerinden baktığımızda bir kırılma tabi ki yaşanıyor. Ama stratejimizin başarısı ortada. Bu çok önemli bir hamleydi ve toplumda karşılığını buldu. HDP dışındaki muhalefetin kendi tabanından aldığı tepkilere baktığımızda da bizim haklılığımız görülüyor. Pişman değiliz, ortaya koyduğumuz stratejinin bir amacı vardı ve amacına ulaştı” yanıtını verdi.

"AKP’ye destek yok ama erken seçim gündemde"

Temelli, “Barış Pınarı harekatı ile AKP’ye desteğin arttığı, partinin toparlandığı yorumları var. Bir erken seçim olasılığını görüyor musunuz?” sorusunu şöyle yanıtladı:

“Yalanların, kurguların kötü bir tarafı var, bir süre sonra bunu üretenleri de etkisi altına alıyor. Böyle bir desteğin olmadığı, olamayacağı çok açık net ortada. Suriye’deki bu işgal girişimi, bu savaş, bu harekat adına ne denirse densin tüm dünyada nasıl tanımlandığı, nasıl tepki aldığı çok açık ve net. Türkiye açısından da bakılınca Türkiye halkı şunu soruyor. Biz neden bunu yaptık. Bunun bize yararı ne? Bunu değerlendiriyor artık Türkiye. Hamaset, yoz milliyetçilik, ırkçı söylemlerin insanları bir süre konsolide ettiği bir dönem Türkiye yaşadı. Ama bu tükendi artık. Türkiye geldiği noktaya bakıyor, bununla yol alamadığını görüyor. Bu siyasetle gidilemeeyceğini görüyor. Tezkere geçti fakat ama biliyor musunuz 17 yıldır tezkere geçiyor Meclis’ten. AKP geldiğinden beri bu Meclis’ten tezkere geçiyor ve her geçen tezkereden sonra Türkiye sorunları daha da büyüyor. Bunu artık insanlar değerlendiriyor. İşssizler, yoksullar, asgari ücretle çalışanlar, hergün erkek şiddetine mazur kalan kadınlar değerlendiriyor. Çocuklar değerlendiriyor. Bu ülkede çocuk işçi sayısına baktığınızda korkunç bir boyutta. AKP içine düşmüş olduğu kendi krizini bununla aşmaya çalışıyor ki bu da çok mümkün değil. O nedenle erken seçim düne göre çok daha fazla gündemdedir. Bütün bu gelişmelere bağlı olarak.”

“Halkbank’ı Türkiye sormuyor”

Temelli, “ABD Temsilciler Meclisi’nden çıkan soykırımı tanıma ve ayrıca Barış Pınarı harekatıyla ilgili yaptırım kararları var. Sizin tutumunuz nedir?” sorusuna da şu karşılığı verdi:

“Bu 4’lünün bir araya gelip ortak bir metin yazma meselesi aynı tezkere meselesine benziyor. Bütün bu etrafta olan bitenden bihaber kendi kendine siyaset yapan, kendi kendine bu hamasete tutunup kalmış olan bir anlayışı gösteriyor. ABD Temsilciler Meclisi’nin aldığı kararlar neyin sonucunda ortaya çıktı. Bunları değerlendirmek... Kararlarda katıldığımız şeyler olur, katılmadığınız şeyler olur ama hiç birini değerlendirmeden, AB’ye karşı yapıldığı gibi biz bir metin yazalım, her zaman yaptığımız gibi hamasete yer verelim, sabah akşam Türk’ün Türke propagandası ile siyasete devam edelim anlayışı bu. Oysa yaptırımlar meseelsine geçmişten bugüne bakmaya devam edersek bir Halkbank olayı var. Halkbank olayını Türkiye sormuyor, soruşturmuyor. Muhalefetin bunu sorması lazım. O yaptırımların içinde çok önemli bir başlık oluşturuyor. Halkbank yolsuzluğuna bağlı olarak, Halkbank’ın işlemlerine bağlı olarak yargılanıp mahkum olmuş bir insan Türkiye’ye geliyor ve Borsa İstanbul’un başına getiriliyor. Türkiye sormuyor, bu nasıl hukuk bu nasıl anlayış diye. Ya da Cumhurbaşkanı ve ailesinin mal varlığı konuşuluyor. Bu ne devasa mal varlığıdır ki ulusalarası ilişkilerin ortasında duruyor ve bu konuşulabilecek hale geliyor. Ya da Ticaret Bakanının adı geçiyor yaptırımlarda. Dışişleri Bakanının Milli Savunma Bakanını anlıyoruz ama Ticaret Bakanı bu konuya neden dahil. Türkiye nasıl ticari ilişkiler kuruyor? Bunlar hepimizin sorması gereken konular. Kaldı ki bu yaptıırmlarla özellikle Suriye meselesi üzerinden şekilleniyorsa, Suriye meseelsinde ne oluyor ne bitiyor anlamında muıhalefetin bilgiye, şeffaflığa ihtiyacı var. Hiç bilgi yok ama ortak bildiri hazırlıyorlar. Bütün dünyada Suriye konusunda önemli eleştiriler var, önemli suçlamalar var. Muhalefet bunu sormalı. Neden bu suçlamalar Türkiye’ye yöeneltiliyor. Kaldı ki bu suçlamaların gerekçesini oluşturan görüntüler sosyal medyada sabah akşam dolaşıyor. İnsanlar bunu sormadan genel her şeye bu bize karşı dış güçlerin oyunu, tezgahı anlayışı ile bildiri hazırlamak Türkiye açısından olumlu sonuç doğurmuyor.”

"Türkiye, çözümsüzlüğü dayatıyor"

Temelli, “Suriye’deki gelişmeler üzerinden çözüm süreci olabileceğine dair sizden ya da parti içinden bazı değerlendirmeler oldu? Beklentiniz var mı?” sorusunu, şöyle yanıtladı:

“Açık ve net konuşmak gerekiyor. Suriye’de bir siyasi çözüme ihtiyaç var. Bunu artık bütün dünya kabul etti. Suriye’de siyasi çözüm nasıl olur? Bugün aslında bunun olanağını sağlayacak bir mekanizma da var. Cenevre’de Anayasa görüşmelri. Bu Cenevre’deki anayasa görüşmelerini sahici bir hale kavuşturmak gerekir. O da Suriye Demokratik Güçlerinin de Suriye’deki temsiliyetlerinin de gerçekten masada yer alamsını sağlamak gerçek anlamda çözümü hayata geçirmek olur. Türkiye’nin üstlenmesi gereken rol bu olması gerekirken Türkiye o masada SDG yer almasın diye, rejim yer almasın diye çabalayan bir konumda. Aslında çözümsüzlüğü dayatıyor. Suriye’de siyasi çözüm önemlidir. Suriye’de siyasi çözüme bağlı olarak Türkiye’de de demokratik çözümün önünün açılacağına inanıyoruz. Bu bağlamda söylüyoruz. Tersi de geçerlidir. Türkiye demokratik bir çözüm vaadedebilseydi aslında Suriye’de siyasi çözümün önü çoktan açılırdı. Her ikisi de birbiriyle ilişkilidir.

"Bu iktidarla çözüm olmaz, tüm partileri biz davet ediyoruz"

Fakat Türkiye’de demokratik çözümü artık bu iktidardan beklemek mümkün değildir. O yüzden de bu iktidar sonrasında demokrasi ittifakı olarak ortaya koymuş olduğumuz demokratik anayasa olarak ortaya koyduğumuz şey aslında demokratik çözümü de barındırıyor. Bütün toplumu davet ediyoruz, bu iktidar dışındaki bütün partileri davet ediyoruz. Peki neden bu iktidardan bunu beklemiyorsunuz diye sorarsanız, Çünkü bu iktidar bizatihi kendisini çzöümsüzlük üzerine yeniden üretiyor. Adeta çözümsüzlüğü dayatarak yol almaya çalışıyor. Bugün Cumhurbaşkanının grup konuşmasına da baktığınızda baştan sona aslında hem Suriye’de siyasi çözüme karşı hem Türkiye’de demokratik çözüme karşı, hatta Türkiye Avrupa ilişkilerine yaklaşımı ile Türkiye’nin Irak ilişkilerine, Kürt Federe Bölgesine yaklaşımına baktığınızda hepsinde hastalıklı genel bir çözümsüzlüğün ifadesini bulursunuz. O nedenle bu iktidarla çok mümkün değil.

“Daha fazla şiddetle ayakta durmaya çalışıyor”

Temelli, “Yeni bir kuvvet olarak yeniden kapınızı çalarlar mı? Hatta İYİ Parti’den görüşüldüğüne dair iddialar geliyor” sorusuna da “Mümkün değil. Bu iktidar algoritması buna izin vermez artık. Bu giderek büzüşmeye bağlı olarak daha sertlik daha fazla şiddet daha fazla savaş politikaları ile ayakta durmaya çalışıyor. Oysa çözüm her şeyden önce savaş karşıtlığını barışa yönelik siyaseti, demokratik açılıma ihtiyaç duyuyor. Bir önemli mevzu da şu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bir kere başlı başına demokratik bir açılıma olanak vermiyor. Çünkü hangi alanda demokratik bir açılım yapsanız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini o alanda revize etmek zorundasınız. Çünkü öyle bir tekçi mantalitesi var ki eşyanın tabiatı da buna izin vermiyor. O nedenle Meclis’i göreve davet ediyoruz. Meclis inisiyatif almalı, belli yasaları değişitmeli, orada atılacak adımlar Türkiye’de farklı tartışmaları gündeme getirebilir” yanıtını verdi.

Temelli, parlamenter sisteme dönüş ihtimali için de “Anayasa değişikliğine ihtiyaç var. Anayasa değişikliği aritmetiği yok. Anayasa değiştirmeden belli yasaları değiştirmek olabilir” dedi.