Gündem

Sedat Ergin: Hangi faaliyet darbedir, hangisi değildir?

21 Temmuz 2020 08:03

Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin, 15 Temmuz kalkışmasından sonra darbecilerin adalet önünde hesap vermeleri aşamasına geçilip soruşturmalar ve ardından yargılamalar başladığında özellikle ilk dönemde sancılı bir sürece girildi. Darbe girişiminin yol açtığı olağanüstü koşullarda yanıt bulunması gereken pek çok soru belirdi, uygulamada, benimsenen yargı pratiklerinde bir dizi problemli durum ortaya çıktı." düşüncesini dile getirdi. 

Ergin, "Örneğin, suçüstü yakalanan darbecilerle suç kastı taşımadıkları halde salt verilen emirleri yerine getirdikleri için kendilerini birden darbe faaliyetinin ortasında bulan askerler birbirinden nasıl ayırt edilecekti? Darbecilerin hazırladıkları görevlendirme belgelerinde adı geçen askerlerin hepsi darbeci mi kabul edilecekti? Birliğinin başına giden, darbeye katılmayan ama o geceki hareket tarzları nedeniyle kendilerinden bir şekilde şüphe duyulan bazı komutanlara ne gibi bir işlem yapılacaktı? Aradan dört yıl geçtikten sonra şimdi geriye dönüp baktığımızda, o dönemde savcıların, tutuklama kararlarını veren hâkimlerin ve özellikle birinci derece mahkemelerin sıkça ‘maksimalist’ bir anlayışla hareket ettiklerini, darbecilik suçlamasına geniş bir şekilde başvurulduğunu görüyoruz. Bu çerçevede, örneğin emirle sahaya sürülen erler de darbecilikle suçlanmış ve 16 Temmuz günü kendilerini demir parmaklıklar arkasında bulmuşlar, sonuçta büyük mağduriyetler yaşanmıştır." görüşünü savundu. 

Ergin yazısında şunları kaydetti: 

Ancak yargılamaların başlamasıyla birlikte mahkemelerden beraat kararları da çıkmaya başlamıştır. Çok sancılı bir süreç izlemekle birlikte kalkışmanın dördüncü yıldönümünü geride bırakırken artık istinaf (bölge adliye mahkemeleri) ve ağırlıklı olarak da temyiz (Yargıtay) aşamasında anlamlı sayıda beraat ve tahliye kararlarının çıkmasına tanıklık ediyoruz. Peki darbeci komutanlarının verdikleri emirleri uygulayan astların durumu ne olacaktır?

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bu soruya yanıt ararken öncelikle ‘hatanın kaçınılmazlığına’ bakılması gerektiğini belirtiyor. Bu amaçla öncelikle, sorumlu tutulabilmeleri bakımından emri uygulayanlar hakkında ‘eylemin haksızlığını algılamaları, davranışlarını bu algılama doğrultusunda yönlendirmeleri’ konusunda bir değerlendirme yapılması isteniyor. “Bu değerlendirmeler yapılırken, askeri hiyerarşinin en altında yer alan erler ile rütbeli personelin, ‘ast’ kavramına bağlanan hukuki sonuçlar bakımından aynı değerlendirmeye tabi tutulamayacağının gözetilmesi” gereği vurgulanıyor. Bu çerçevede karşımıza iki kategori çıkıyor.

A) İşlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini bilmesine rağmen bunun hukuka aykırılığını değerlendirmede kaçınılmaz bir yanılgıya düşenler... Sanık hakkında bu kanaat oluşursa, “Yetkili amir tarafından verilen ve yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan, hizmete ilişkin emrin ifasının (TCK madde 24) maddi şartlarında” TCK’nın aradığı ‘kasıt’ unsuru ortadan kalkmış oluyor. 16. Ceza Dairesi, bu durumda sanığın ‘beraatına’ karar verilmesi gerekeceğini belirtiyor.

B) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğunu bilen, ancak emrin ifasında “Askeri hiyerarşi içinde mutlak itaat ve emrin muhtevasını sorgulayamama ilkeleri” sonucu kaçınılmaz bir yanılgıya düşenler... Yargıtay, bu durumdaki sanıklar hakkında Ceza Muhakemeleri Kanunu çerçevesinde (madde 223/3-d) “Kusurluluğu ortadan kaldıran hataya düştükleri” görüşünden hareketle ‘ceza verilmesine yer olmadığına’ karar verilmesi gerektiğini vurguluyor.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, söz konusu kararında emre uyarak TRT baskınında görev alan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan 14 er hakkında ‘ceza verilmesine yer olmadığına’ ve tahliyelerine karar vermiştir. Erlerin durumu kararda ‘B kategorisi’ olarak nitelendirdiğimiz tanıma girmektedir.

Yazının devamı için tıklayın