Gündem

Prof. Sencer Ayata: Birine 'makarnacı, kömürcü' diye bakmak da, diğerine 'terörist, gayrimilli' diye bakmak da yanlış

Ayata, Adalet Yürüyüşü'nü de değerlendirdi

11 Temmuz 2017 10:07

Prof. Dr. Sencer Ayata 25 gün süren Adalet Yürüyüşü'nü değerlendirdi. Sosyoloji profesörü de olan CHP Milletvekili Ayata, "Birine “makarnacılar, kömürcüler” diye bakmak nasıl yanlışsa diğerine elitist, terörist, gayrimilli diye bakmak da o kadar yanlış" dedi.

Hürriyet'te İpek Özbey'e konuşan Ayata'nın açıklamaları şöyle:

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ankara Güvenpark’tan başlattığı 25 günlük Adalet Yürüyüşü önceki gün Maltepe’deki mitingle son bulurken ‘Gandi’nin 24 gün süren 388 kilometrelik rekoru da kırıldı. Sosyoloji profesörü CHP milletvekili Sencer Ayata ile hem bu yürüyüşü hem de tarihteki benzer eylemleri konuştuk. Yürüyüşün sosyolojisini anlatan Ayata, “Yürüyüş ve benzeri protesto eylemlerini başkaldırıyla, isyanla karıştırmamak gerekir. Bu eylemler tam tersine hoşnutsuzluğu ve tepkiyi şiddete başvurmadan ifade eder. Özellikleri barışçıl olmalarıdır” diyor.

Yürümek eylemiyle başlayalım Sayın Ayata. Bu kapsamda bir yürüyüş neleri değiştirir, tarihteki örnekleri ne söylüyor?

Dünya tarihinde Hicret gibi, Mısır’dan kaçış gibi büyük değişimlere yol açan yürüyüşler var. Amaç maruz kalınan baskı ve zulüm karşısında geri çekilerek manevi ve maddi güç toplama. Büyük dinler bu çekilme sonucunda yerleşmiştir. Fakat ‘Adalet Yürüyüşü’nü değerlendirirken yaklaşık 200 yıllık demokrasi tarihindeki benzerlerine bakmalıyız. Yani iktidarı elinde tutanların baskısı altında ezilen toplum kesimlerinin hak ve adalet istemiyle yaptıkları yürüyüşlere.

Nedir onlar?

Yürüyüş ve benzeri protesto eylemlerini başkaldırıyla, isyanla karıştırmamak gerekir. Bu eylemler tam tersine hoşnutsuzluğu ve tepkiyi şiddete başvurmadan ifade etmek amacıyla yapılagelmiştir. Özellikleri barışçıl olmalarıdır. Hakkını arayan kimseler toplanarak, yürüyerek hak ve özgürlük taleplerini ortaya koyar. Kimileri şiddetle bastırılmıştır. Ama istenilen haklar daima kazanılmıştır.

Örnek verir misiniz?

19 ve 20. yüzyılın ilk yarısına sınıfsal hareketler damga vurdu. Bunların ortak yanı eşitsizliğe ve ayrımcılığa karşı hak, eşitlik, adalet talepleridir. 19. yüzyılın başlarında İrlandalı Katolikler bir yürüyüş sonucunda oy hakkı elde etti. Bu sonuç Avrupa’yı derinden etkiledi. İngiltere’de gösteri ve yürüyüş hakkının tanınması da yürüyüşlerle gerçekleşti. 1 Mayıs İşçi Bayramı da öyle. Çalışma saatlerinin azaltılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi toplantı ve yürüyüşler sonucunda sağlandı. Gandi’nin yürüyüşü ise Hint ulusal bağımsızlığının ilk büyük adımı oldu. 20. yüzyıldaysa yürüyüşlerin ana kaynağı ırk, etnisite, din, toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıklara karşı mücadele oldu. Bu yürüyüşler önemli hak kazanımlarının, köklü toplumsal ve siyasi dönüşümlerin önünü açtı.

‘Adalet Yürüyüşü’ hangi toplum kesiminin hareketiydi?

Bütün toplumsal gruplara hitap eden, her toplum kesiminden adaletsizlik hissini paylaşanların benimsediği bir eylemdir.

Adalet değil, özellikle adaletsizlik diyorsunuz siz…

Evet, çünkü insanlar adaletsizliği daha kolay kavrar. Yalnız kendilerine değil başkalarına yapılan haksızlığı da kendilerine yapılıyormuş gibi hissetme yetileri vardır. Adaletsizlik haklının değil, güçlünün dediğinin olmasıdır. Adaletin olmadığına inanılırsa, başka insanlara, devlete, topluma olan güven de yok olur. Adalet yürüyüşü çok sayıda insanın bu duygu ve düşünceler içine girdiği bir ortamda gerçekleşti. Bu nedenle ana sloganı “hak, hukuk, adalet” olmuştur.

“Adalet” yazan tişörtle yürüyerek adalet gelir mi?

Siyasi iktidar parlamentonun denetim gücünü zayıflattı, yasama yetkisini kısıtladı. Türkiye OHAL ve KHK’larla yönetiliyor bir yıldır. Ama en önemlisi yargı taraf gibi davranmaya başladı. Yürüyüşe katılanlar bunlara tepki olarak adalet yani hukuk devleti diyorlar. Demokratik toplumlarda esas olan yöneten ile yönetilen arasındaki toplumsal sözleşme anlayışıdır. Bu sözleşmede yönetilenler devlete itaati kabul eder. Ama devletin de vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini koruması şartıyla. Türkiye’de toplumun yarısı yönetenlerin bu sözleşmeye uymadığı kanısında. Adalet Yürüyüşü bu sözleşmeyi yeniden hayata geçirmek içindir.

Yürüyüşün duygusu neydi?

Beraberlik ve dayanışma… Bu tür eylemler, eyleme katılanlar arasında ortak görüş ve değerler oluşturmalarını sağlar. Harekete katılanlar yaşadıklarını kolay unutamazlar, herkese anlatmak isterler. Beraberlik onlara güçlülük hissi ve cesaret, cesaret de umut verir. Fikirlerini,taleplerini daha iyi ifade etmeye başlarlar.

Yürüyüşte muhafazakârlar da var mıydı?

Yağmurlu günlerde çok sayıda kimse orucunu sürdürdü. İslamcı kimliği öne çıkaran gruplar katıldı. Yürüme nedenlerini İslami geleneklere dayandıranlar vardı. Bu arada kadınlar yine öne çıktı. Emekli, işçi, öğrenci. Çoğunluk beyaz yakalılardan oluşuyordu. Otoriterleşmenin sonucu farklı kesimler ve bireyler yaşam alanlarının daraldığını hissetmeye başlıyor. Bu onları özgürlük ve hak talepleri etrafında bir araya getiriyor. Yani referandumun dinamiğinin ve kompozisyonunun devamını gördük burada.

69 yaş söylemi sakıncalı

Pek çok kişi ağız birliği etmişçesine şunu söylüyor: Tam umudu kestiğimiz anda 69 yaşında bir lider, Kılıçdaroğlu yola düştü ve umut verdi. Bu ne demek?

Genel Başkan her zaman enerjikti, çok çalışkandı. İradesi çok güçlüdür. Onun kararlı yürüyüşü çoğu kimseyi vicdani bir değerlendirme yapmaya zorladı. “O yaşta CHP Genel Başkanı yürüyor, ben burada oturuyorum, bir şeyler yapmalıyım.” Bu düşünce “Maltepe’ye gideceğim” diyenlerin sayısını artırdı. Diğer yandan bu 69 yaş söylemi de biraz sakıncalı. Gençler, yeni gelişen toplum kesimleri siyasete sürekli yeni enerji taşımalı. Bu çok doğru. Ama her şeye deneyimli yaşlılara bırakılsın demek ne kadar yanlışsa yalnız gençler olsun demek de o kadar yanlış. Kaldı ki demokratik ülkelerde ‘yaşçılık’ yapmak tıpkı ırkçılık, erkek şovenizmi yapmak gibi kınanıyor. Siyasette enerji, donanım, deneyim, öngörü, inisiyatif hepsi önemli. İşte aynı yaştaki Corbyn.

Bu yürüyüş neyi değiştirecek?

Otoriterleşme, bireylerin ve grupların taleplerini dile getirme kanallarını kısıtlıyor. Kanalların daraldığı hissedilince sıkıntı başlıyor. Parlamento muhalefetine ancak milletvekilleri doğrudan katılabiliyor. Medyada az kişinin sesi duyuluyor. Sivil toplum kuruluşları sindirildi. Ama ‘haksızlığa’ tepki duyup, tepkilerini ortaya koymak isteyenlerin sayıları da hızla çoğaldı. Bu yürüyüş, sesini duyurmak isteyenlere ‘ses’ verdi. Katılanlar kendilerini ifade etmiş, tepkilerini ortaya koymuş, duygularını paylaşmış oldu.

Şimdi bitti mi, yoksa devamı var mı?

Olmalı. Hele başka kanallar daraltılıyorsa toplantı ve gösteri hakkından sonuna kadar yararlanılmalı. Ama tek başına protesto eylemleri de yetmez. Daraltılmış da olsa tüm demokratik muhalefet kanalları kullanılmalıdır. Medya, sosyal medya, sivil toplum, parlamento, siyasi parti kampanyaları.

Kimdi bu yürüyenler

Kimdi bu yürüyenler? Bir sosyolog olarak nasıl ifade edersiniz?

Ankara çıkışından sonra yürüyenler ağırlıklı olarak partililer ve sempatizanlardı. Köylerden yürüyüşü destekleyen gruplar yolda bekleyip alkışlıyordu. İzmit öncesinde çeşitlilik arttı. Atatürkçü, sosyal demokrat, sol, milliyetçi, laik, muhafazakâr hemen her siyasi görüşü ve farklı toplum kesimlerini yansıtan çok geniş bir yelpaze oluştu.

Çoğunun kurumsal hüviyeti yok. ‘Cerattepe’ diye bağıranlar, kadına karşı şiddeti protesto edenler, ‘doğa hakkı’ pankartları taşıyanlar. Sağlık taraması yapan gönüllü doktorlar. Er, öğrenci çocukları için yürüyen anne-babalar. Diğer yandan Adalet Yürüyüşü referandumda bir araya gelen ve Türkiye’nin tüm kesimlerini temsil eden birlikteliğin devamı niteliğinde oldu. AKP şu anlayışını sürdürüyor: Aslında bir tek gerçek toplum, bir tek hakiki millet var o da bizimle beraber olan. Diğerleri elit, tuzu kuru, yabancılaşmış aydın, hatta son dönemde neredeyse terörist. Böyle nitelendirdikleri milletin tam yarısı. Onlar da hakiki. Birine “makarnacılar, kömürcüler” diye bakmak nasıl yanlışsa diğerine elitist, terörist, gayrimilli diye bakmak da o kadar yanlış.

Beyaz yakalılar zengin mi, bu yüzden mi ‘tuzu kurular’ deniliyor onlara?

Şöyle bir yanılgı var. Küçük bir azınlık sanılıyor. Bunlar mesleklerini eğitim sonucu elde ediyor. Türkiye’de lise ve üniversite mezunlarının oranı yüzde 42’ye ulaştı. Avukat, doktor, yönetici, mühendis, mimar, banka memuru, devlet memuru vb sayıları milyonları buluyor. Ama bir de orta alt, orta gelir grubuna mensup milyonlarca beyaz yakalı var. Öğretmenler aileleriyle birlikte en az 2.5 milyon. Sekreterler, teknisyenler, hemşireler, satış elemanları… Yürüyüşte en çok onlar vardı. Bunlar CHP’ye daha yüksek oranda oy veriyorlar diye ‘elitler’ diye anılıyor. Ama siyaset biliminde elitler siyasi iktidarı elinde tutanlar şeklinde tanımlanır. Türkiye’de bunlar büyük ağırlıkla iktidar partisi mensuplarıdır. Bu durumda yürüyenler AKP’liler mi diyeceğiz?

Siyasi iktidar ilk döneminde fazla iç ve dış muhalefetle karşılanmadı hatta on yılı aşkın bir süre boyunca Batı dünyasından çok büyük destek gördü.

Son yıllarda işler eğitimden güvenliğe, ekonomiden komşularla ilişkiye her konuda kötü gitmeye başlandı. Önce başarısızlıkların nedeni vesayet ve tek parti dönemi olarak gösterilmeye çalışıldı. Ama siyasi iktidarın bu kadar uzun süre tek başına ve tüm gücü elinde tutarak yönettiği bir dönemde geçmişi suçlaması inandırıcı olmaktan çıktı. Bunun üzerine terörle, darbeyle, komplolarla yakından uzaktan ilgisi olmayan her türlü muhalif kökü darbeci, terörist ve gayri- milli olarak gösterilmeye başlandı. Kültürel ve toplumsal ayrışmaların ve kutuplaşmaların değil yumuşatılmak öncelikle siyasi iktidar tarafından körüklendiği bir toplumda bu sefer de milli ve gayri-milli yarımı getirildi. Tek bayrak altında yürüyen aynı devletin ve aynı milletin yurttaşları için gayri-milli denilemeye başlandı. Böylece millet tam ortadan ikiye bölündü ve bir yarısı milli diğer yarısı ise gayri-milli ilan edilmiş oldu. Bu ayrım referandumda hiç tutmamıştı, yine tutmayacak.