Söyleşi

Prof. Sencer Ayata anlatıyor: ‘Yeni anayasa’ manevrası ne sonuçlar üretebilir; partilerin ittifaklar içindeki durumları ne, CHP otoriterleşmeye karşı neden kritik bir önem taşıyor?


06 Şubat 2021 00:00

‘Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi’ olarak yürürlüğe giren yeni sistemde, cumhurbaşkanı seçiminin oylamaya katılanların en az yüzde 50+1’inin desteğine bağlanması; seçim barajları nedeniyle Türkiye’de geçmiş seçimlerde de gündeme gelen ittifakları çok daha kritik bir eşiğe getirdi.

Siyasal ittifaklar artık, Türkiye’de siyasetin en önemli seçim stratejisini oluşturuyor, sonuçlarını inşa ediyor. 

İktidar ve muhalefet bloklarında parti liderlerinin temasları artarken, köşe yazılarında mevcut ittifakların bir sonraki seçime kadar çatırdamadan dayanıp dayanamayacağı konuşuluyor.
İttifak denklemi; AKP ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın, muhalefetin bir araya geldiği Millet İttifakı’nı -özellikle İyi Parti ve Saadet Partisi’ni kopararak- zayıflatma stratejisinin yanı sıra yeni kurulan ve kurulmakta olan partilerle daha da karmaşık hale gelmiş görünüyor.

Bu nedenle, Türkiye’nin dünyada da bilinen toplum bilimcilerinden olan, Harvard ve Oxford üniversitelerinde misafir akademisyen olarak bulunan, geçtiğimiz dönemde parlamentoya giren ve CHP yönetiminde görev üstlenen Prof. Dr. Sencer Ayata ile düzenli olarak yaptığımız söyleşilerin dördüncü bölümünün merkezine biz de siyasal bloklaşma ve seçim ittifaklarını aldık. Prof. Dr. Ayata, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “yeni / sivil anayasa” önerisi, anayasa değişikliği yapacak bir parlamento çoğunluğu bulunmayan Cumhur İttifakı’nın ‘gerçek niyeti’ odağında tartışılırken T24’ün sorularını yanıtladı.

İttifakların ‘yüzde 50+1’ sisteminin bir ürünü olduğuna dikkat çeken Ayata, otoriter başkanlık sisteminin sadece kutuplaşmayı sertleştirmediğini, ekonomiden yargıya, spordan kadın- erkek ilişkilerine kadar her alanı etkilediğini vurguladı. Türkiye’nin 1950’li ve 70’li yıllarda da sert kutuplaşma dönemlerinden geçtiğini belirten Ayata, günümüzdeki durumun farkı için “Daha önce kutuplaşmanın tarafları cumhuriyet değerleri ve kurumları ile temel bir hesaplaşma içinde değillerdi. Günümüzde ise cumhuriyet tarihi, değerleri, ilkeleri, kurumları, simgeleri ile köklü bir hesaplaşma söz konusu” değerlendirmesini yaptı.

“İttifakların adeta zorunlu hale gelmesiyle oy oranı yüksek olmayan partilerin önemli pazarlık gücü kazandığını” vurgulayan Ayata, bu partilere ittifaklara katılarak vekil, kadro, kaynak elde etme imkânı doğduğuna işaret etti.  Ancak yeni partilerin hepsinin bu nedenle kurulduğunu düşünmediğini söyleyen Ayata, “Şu anda Meclis’te grubu olan beş, sadece bir milletvekili olan tam yedi siyasi parti var. Yenileri de yolda görünüyor. Bu tablo siyasi parti sisteminin güçlendiğini değil zayıfladığını gösteriyor” dedi.
Sencer Ayata, demokratik düzende parti önceliğine işaret ederek, “İttifak kurmak ve ittifakları genişletmek günümüz siyasetinde kuşkusuz çok önemli” derken, “Ama demokrasinin temel kurumu ittifaklar değildir. Vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerdir” görüşünü dile getirdi.

Ayata, “Cumhur İttifakı’nın HDP’ye gitmeme kararı ve ‘demokratik parlamenter düzene dönüş’ hedefiyle bir araya gelen CHP ile İyi Parti’nin ise başkanlık sistemini daha da güçlendirecek bir düzene destek vermeyecekleri” öngörüsüyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘yeni / sivil anayasa’ söylemiyle gündeme getirdiği anayasa değişikliği için iktidar cephesinin parlamentoda yeterli sayıya ulaşamayacağını kaydetti.

Ayata’dan, dört maddede ‘yeni anayasa manevrası’ analizi

 Prof. Dr. Sencer Ayata’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Hocam, ittifak konusuna girmeden önce sıcak bir gündemle başlayalım istiyorum. ‘Yeni anayasa’ tartışmaları hakkındaki değerlendirmeniz nedir?

Bu konuyu tartışmak için en doğru başlangıç noktası Meclis aritmetiği. İktidar ortakları anayasayı Meclis’te değiştirmek için gerekli 400 milletvekili sayısı bir yana referanduma götürmek için gerekli 360 sayısına da ulaşamıyor. HDP desteğine başvurmayacaklarını kendileri de açıkça söylüyorlar. CHP ve İyi Parti’ye gelince… Mevcut başkanlık sistemini denge ve denetim mekanizmalarından yoksun otoriter bir sistem olarak görüyorlar. Aynı ittifak altında bir araya gelmelerini, bir bakıma ittifak olarak varlıklarının nedenini bu sistemden demokratik parlamenter sisteme geçme hedefi olarak koyuyorlar. Hâl böyleyken Cumhur İttifakı anayasayı ve yasaları bu başkanlık sistemi ile daha uyumlu hale getirmeyi teklif ediyor. “Gelin bu anti-demokratik gördüğünüz başkanlık sistemini daha da güçlendirelim” denmiş gibi oluyor. “Sizin dediğinizin tam tersini yapmak için masaya buyurun bize destek verin” anlamında bir davet. CHP ve İyi Parti bu davete olumlu bakmadığı sürece siyasi iktidarın 360 sayısına ulaşabilmesi zayıf ihtimal değil olanaksız görünüyor

Diğer yandan iktidarın anayasa çıkışı bir siyasi manevra olarak, kuşkusuz çok önemli. Bu çıkıştan ne bekleniliyor olabilir? Mevcut siyasi ortama bakarak beklentiler konusunda fikir yürütmek mümkün. Bir kere uzun süre konuşturulduğu takdirde yurt içinden ve dışından gelen demokrasi talep, beklenti ve ısrarlarını aylarca oyalama imkânı sağlanabilir; yaptık, yapıyoruz.

İkincisi; muhalefet partilerinin demokrasi merkezli siyasi söylemlerinin karşısına bir alternatif demokrasi söylemi koyma girişimi olarak değerlendirilebilir. Söylem üstünlüğünü muhalefete bırakmama yolunda atılmış bir adım. Bu kapsamda ‘sivil anayasa’ kavramının parlamenter rejim kavramının karşısına konulmasıyla bir slogan üstünlüğü yaratma söz konusu olabilir. Tam da muhalefet partilerinin de parlamenter rejim taslağını konuşmak üzere bir araya gelecekleri şu günlerde. Siyasi iktidar her alanda şunu yapıyor. Muhalefetten gelen ve toplumda karşılık bulabilecek her teze, görüşe, iddiaya, kavramların içini boşaltarak el koyuyor. Sonuçta her konunun kutuplaştırıldığı bir ülkede yeni kutuplaşma konusu anayasalar kapışması olacak gibi. 

Üçüncüsü; bunun da bir uzantısı olarak ekonomi ve geçim sıkıntısı dışında bir gündem konusu oluşturma. Siyasi iktidarın sert güvenlikçi söylemi vatandaşın can ve geçim güvenliği karşısında eskisi kadar işe yaramaz hale gelmişti. Dahası siyasi iktidar yeni oluşan uluslararası ortamda sert güvenlikçi söylemi geçmişte olduğu gibi sürdüremeyeceğini fark etmiş durumda. Böyle bir ortamda anayasa söylemi kuşkusuz daha işlevsel olur.

Dördüncüsü; kendi tabanına yönelik “vesayetten, darbe anayasalarından nihayet kurtuluyoruz” mesajı verme. Ve muhalefetin sürece katılmayı kabul etmemesi durumunda, 'statükocu, vesayetçi, seçkinci’ gibi eleştiriler getirme fırsatı elde etme. İlk akla gelenler.

Siyasi iktidara yakın yazarlar denge ve denetleme kurumlarının ve özerk kurumların alanlarının daha da daraltılacağı, Cumhurbaşkanı’nın Meclis’e kanun teklifi verme yetkisine sahip kılınacağı gibi konuları dile getiriliyorlar. Başkan seçimlerine ilişkin değişiklikler yapılacağı üzerinde duruluyor. Ama bunları görmeden bir şey söylemek doğru olmaz. Şimdilik altı çizilen özgürlükler ve haklar temelli bir anayasa. Örtülü otoriterlik diye bir kavram var. Anayasaya, yasalara, kâğıt üzerinde bol bol insan hakları, demokrasi yazıyorsunuz. Sorana bizde hepsi var diyorsunuz. Ama bunların uygulamada karşılığı olmuyor. 

İktidar cephesi açısından izlenmesi gereken esas konu seçim kanunu ile ilgili gelişmeler. 

‘Artık seçim kazanmanın yolu ittifaklardan geçiyor’

Mevcut başkanlık sistemine dönelim. Siyaseti çok yönlü olarak etkiliyor. Örneğin seçimlerin dinamiği tamamen değişti. Partiler değil ittifaklar yarışıyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkanlık sistemi siyasetin parametrelerini değiştiriyor. Başkan yasama yetkisine ortak oldu. Devleti tepeden tırnağa düzenleyebiliyor. Yargının üst düzey görevlilerini atıyor. Bütçe yapıyor. Kamunun kaynaklarını istediği biçimde dağıtabiliyor. Bu kendisine siyasi gücün yanı sıra büyük bir ekonomik güç kazandırıyor. Başkanın yetkilerinin artması siyasi iktidarın otoriterleşme eğilimini büsbütün artırdı. Kutuplaşmayı daha da keskinleştirdi. Böylesine büyük bir güce sahip olmak, 50+1 diye ifade edilen oy oranının yakalamakla mümkün oluyor. Bu başkanlık sisteminin getirdiği önemli bir değişiklik. Seçim kazanmanın yolu ise artık ittifaklardan geçiyor.

İkincisi, ittifakların zorunlu hale gelmesi baraj engelini fiilen ortadan kaldırdı. Yeni partiler kuruldu, yeni partiler kurulabilir. Siyasetin çok merak edilen sorularına yenileri eklendi. Kimler başkan adayı olacak? İttifaklar ne kadar kalıcı? Eskisinden çok farklı bir siyasi ortam ve iklim oluşmuş durumda. Partiler, kurumlar ve siyasi kamuoyu aslında hukuki tutarsızlıklar, muğlaklıklar ve eksiklerle dolu olan bu sisteme yönelik yeni yaklaşımlar geliştirmeye çalışıyorlar.   

Başkanlık sistemi adayları ve ittifakları öne çıkarttı, diyorsunuz. O halde şunu konuşalım. Siyasi partiler bu gelişmelerden nasıl etkileniyor? İttifakların öne çıktığı bir ortamda siyasi partilerin önemi ne?

Bu konuda geçmiş deneyimimiz yok. O nedenle başka ülkelere bakmakta yarar var. En iyi örnek Latin Amerika başkanlık sistemleri. Genel eğilim başkanlık sisteminin siyasi partileri zayıflatması yönünde. Üç eğilimin altı çizilebilir. Birincisi; başkanlık sisteminin adayları ve ittifakları öne çıkartması, siyasi partileri daha geri plana itmesi. Türkiye’de de başkanlık sistemi siyasi partilerin davranışlarını ve sistem içindeki rollerini yeniden biçimlendiriyor. Partilerin aday belirleme usulleri, kampanya stratejileri ve diğer partilerle ilişkileri büyük ölçüde değişiyor. 

İkinci neden; yasal ve kurumsal değişikliklerin siyasi partiler üzerindeki olumsuz etkileri. Başkanlık sisteminde gücün aşırı merkezileşmesi muhalefet partileri için açılan demokratik alanları daraltıyor. Nitekim Türkiye’de anayasa değişiklikleri ile parlamentonun yalnız denetleme değil yasama yetkileri de törpülendi. Parlamento komisyonları zayıflatıldı, bilgiye erişim olanakları kısıtlandı. Bütçe dahi yapamıyor. Yargının siyasallaşması muhalefet partilerinin özgürlük, hak, adalet arama kanallarını önemli ölçüde tıkadı. Cumhurbaşkanı devlet yönetiminde ve siyasette oyunun kurallarını gereğinde esneterek istediği yönde, istediği içerikte ve istediği zamanda değiştirebiliyor. Sonuçta iktidar partisi dahil tüm siyasi partiler yasal ve kurumsal güç kaybına uğramış durumda.

Üçüncüsü; olağanüstü yetkilerle donatılan başkanın doğrudan seçilmesi.  Başkan eskiden de ayrı seçiliyordu ama yürütme gücü esas itibarıyla Meclis’ten yetki alan hükümetin elindeydi. Şimdi başkan ayrı seçiliyor, tek başına yürütme erkine sahip oluyor. Ama siyasi partilerin temsil edildiği Meclis’e karşı sorumlu tutulmuyor. Başkanın seçmen tabanı artık partisinin seçmen tabanından farklı. Örneğin Cumhurbaşkanı çoğu MHP’den olmak üzere partisinin on puan kadar üzerinde oy alarak seçildi. Dolayısıyla parlamenter sisteme kıyasla, kendi parti örgütünden de çok daha bağımsız bir platformda hareket edebiliyor. 

‘Kendi içinde en sorunlu parti AKP gibi görünüyor’

Bu durumda parti ile lideri ya da parti ile devlet arasındaki ilişki köklü biçimde değişmiş oluyor?

Evet aynen söylediğiniz gibi. Örneğin iktidar partisi devlet kaynaklarının dağıtımı üzerinde eskisi kadar söz sahibi değil. Çünkü bütçeyi onların seçtiği vekiller ve onların içinden çıkan ve onlarla sürekli yüzleşen bir hükümet yapmıyor. Parti grubu taleplerini kendi içinden birine iletemiyor. Sarayın ağzına bakıyor. Partinin lider üzerindeki ağırlığı büsbütün azaldı ama başkanın parti üzerindeki denetimi daha da arttı. Yani parti ile lider arasındaki ilişkide güç dengesi, parti aleyhine olmak üzere daha da orantısız hale geldi. Bundan iktidar partisi de hoşnut değil aslında. Ses çıksın çıkmasın, parti içi çıkar çatışmaları ve partiden kopmalara kadar uzanan iç gerilimler bölünmeler, istifalar, çalkantılar birbirini kovalıyor. İktidar medyası başka partilerde yaşanan iç çekişmeleri sürekli gündeme getiriyor ama kendi içinde en sorunlu olan aslında iktidar partisinin kendisi gibi görünüyor.

‘Oy oranı düşük partiler önemli pazarlık gücü kazanıyor’

Siyasette bir parti bölünmesi ve parti çoğalması dönemi yaşıyoruz. Partiler neden bölünüyor, neden çoğalıyor?

Zaten çok partili bir siyasi parti sistemi vardı. Bölünmeler, yeni kurulan partiler, yeni kurulacaklar derken parti sayısı çoğaldı, çoğalıyor. Çok partili yaşama genel olarak baktığımızda şunu görüyoruz. Bir parti çıkıyor, çok yüksek düzeyde oy alıyor, tek başına iktidar oluyor. Ama bu yükselme dönemlerini zayıflama, bölünme ve koalisyon dönemleri izliyor. Siyasi parçalanmanın en önemli nedeni kuşkusuz toplumdaki sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel farklılıklar, yarılmalar, fay hatları. Cumhuriyetçi-laik, sağ, sol, İslamcı, muhafazakâr, milliyetçi, etnik kimlik, mezhepler vesaire… Siyasi partiler önemli ölçüde bu farklı kimliklerden bir ya da birkaçı üzerine oturuyor. Çok yüksek düzeyde oy alan partilerin toplumsal tabandaki bu bölünmeleri uzun süre aynı çatı altında tutmaları kolay olmuyor.

Başkanlık sisteminde parti içi uzlaşmazlıklar da artmış görünüyor. Bunlar sınıfsal, kültürel, ideolojik uzlaşmazlıklardan çok parti içi siyasi dinamiklerden kaynaklanıyor. Tabii burada kritik etken ittifakların adeta zorunlu hale gelmesiyle oy oranı yüksek olmayan partilerin önemli pazarlık gücü kazanmaları. Bir ittifaka katılarak vekil, kadro, kaynak elde etme imkânının doğması. Hepsi tabii ki bu nedenle kurulmadı ama şu anda Meclis’te grubu olan beş, sadece bir milletvekili olan tam yedi siyasi parti var. Yenileri de yolda görünüyor. Bu tablo siyasi parti sisteminin güçlendiğini değil zayıfladığını gösteriyor.

‘Bugünkü kutuplaşmanın farkı, Cumhuriyet değerleri ile hesaplaşma’

İttifakların kutuplaşmış görünen toplumda bir ortak bakış açısı sağlayacağını düşünüyor musunuz? Yoksa daha derin bir ayrışmaya mı neden oluyorlar?

Türkiye daha önce de sert siyasi kutuplaşma dönemleri yaşadı. 1950’li yıllardaki DP-CHP ve 1970’li yılların ikinci yarısında sağ-sol çatışması gibi. Ama günümüzde kutuplaşmanın öncekilerden farklı bir yönü de var. Öncesinde kutuplaşmanın tarafları cumhuriyet değerleri ve kurumları ile temel bir hesaplaşma içinde değillerdi. Günümüzde ise Cumhuriyet tarihi, değerleri, ilkeleri, kurumları, simgeleri ile köklü bir hesaplaşma söz konusu.

Otoriter başkanlık sistemi yalnızca kutuplaşmayı sertleştirmekle kalmadı. Kutuplaşmayı siyasetin, toplumun, ekonominin her alanına taşıdı. Yargı, piyasalar, eğitim, kültür, kadın erkek ilişkileri, spor, sağlık vesaire. Her alanda siyasi kutuplaşmanın iz düşümünü görmek mümkün. Yukarıdan aşağıya, siyasetten topluma doğru inen, birçok alanda kitleselleşme eğilimi gösteren bir kutuplaşma söz konusu. Eski fay hatlarının üzerine yenileri ekleniyor. Örneğin siyasi iktidar eski kutuplaşmaları son dönemde yaratmaya çalıştığı milli-gayri milli, vatan evlatları-vatan hainleri gibi yeni bir kutuplaştırma ekseninin üzerine oturtmaya çalışıyor.

Kutuplaştırma stratejileri grupların içinde birlik sağlayabilir, karşı tarafa oy kaybını durdurabilir. Ama toplumun önemli bir bölümünün oy verdiği şu veya bu siyasi partinin ya da ittifakın vatan haini olarak suçlanması muhalefet partileri kadar onlara oy veren seçmenleri de rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığın sonucu olarak; iktidarın söylediğine inanmayan, yaptığına güven duymayan seçmen kitlesi giderek büyüyor. Bu kesimler yönetenlerin, kurumların ve rejimin meşruiyetini sorguma noktasına geldi. Kutuplaşma toplumda ve özellikle gençler arasında stres, huzursuzluk, hoşnutsuzluk, karamsarlık yaratıyor. Aslında gelinen bu nokta siyasi iktidarın kendisi için de hiç iyi değil. Çünkü bu ölçüde kutuplaşmış ve huzursuz bir toplumu yönetmek çok daha zor. Bu insanları ortak amaçlar, projeler doğrultusunda bir araya getirmek, iş birliği yapmalarını sağlamak çok zor. Bundan hem ülke hem de siyasi iktidar kaybediyor.

Otoriterleşmeye karşı CHP neden önemli, muhalefet partilerinde durum ne?

Muhalefet partileri ve ana muhalefet partisinin durumunu nasıl görüyorsunuz?

Çok sayıda anket sonucuna bakarak bazı ana eğilimleri tespit edebiliriz. Bir kere, İyi Parti çok yeni olmasına ve maruz bırakıldığı tüm olumsuz koşullara rağmen değil ayakta kalmayı, oy tabanını genişletmeyi dahi başarıyor. SP oylarını koruyor. Siyasi iktidarın başlıca boy hedefi haline gelen HDP de öyle. Diğer yandan Cumhur İttifakı’nın yüzde 50+1 oy oranının altında görünmesinin, kararsızların çoğalması kadar DEVA ve Gelecek Partisi’ne giden oylardan kaynaklandığı açıkça görülüyor. Sonuçta şöyle bir tablo çıkıyor ortaya. Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı arasındaki oy makası daralıyor. Muhalefet partilerinin toplam oyları ise Cumhur İttifakı oylarını geride bırakıyor.

CHP’ye gelince baraja takılma endişesi yok. Dünyanın en köklü partilerinden birisi. Modern bir devlet yapısı kurmuş, Cumhuriyet’i getirmiş ve çok partili siyasi rejime geçişi sağlamış bir parti. Asıl önemli olan yüz yıllık geçmişinde çıkışlar kadar inişler, yükselişler kadar düşüşler yaşamış olması. Hafızasında çok zor koşullar altında muhalefet yapma ve ayakta durmayı başarma deneyimi de var. İdeolojik nedenle oy veren geniş, kentli ve eğitimli bir kitle tabanına sahip.  Bunlar bir siyasi parti için büyük avantajlar. 

Bunları CHP’yi methetmek için söylemiyorum. Sözünü ettiğim Latin Amerika başkanlık sistemlerinden çıkartılabilecek en önemli demokrasi dersi şu. Başkanlık sistemlerinin otoriterleşme eğilimlerine karşı en büyük direnci köklü, deneyimli ve örgüt kültürüne sahip partiler gösterebiliyor. CHP son iki seçimde bunu ortaya koydu. İyi Parti’nin önüne çıkartılan seçime katılma engelinin aşılmasında ve diğer ittifak partilerinin Meclis’te temsil imkânı bulmasında önemli rol oynadı. Belediye seçimlerinde kazanan ittifaklar kurarak muhalefet tabanına moral verdi.

‘Parti, sisteminin zayıflaması Türkiye için büyük tehlike’

‘Önce parti’ diye bir görüşünüz var? Neden önce parti?

Siyasi partileri yıpratan bazı süreçleri konuştuk. Yasal ve kurumsal güç kaybı, başkan adaylığı spekülasyonları, ittifak dedikoduları… Özellikle pandemi, ekonomik kriz ve geçim sıkıntısı nedeniyle muhalefetin toplam oy oranının yükselmesi onların bu süreçlerin dışında kaldığını göstermiyor. Nitekim partiler bölünüyor, yenileri kuruluyor, parti sayısı çoğalıyor. Muhalefet partileri için bir başka zorluk da eşit olmayan koşullar altında yarışma durumunda bırakılmaları.

Siyasi parti sisteminin zayıflaması Türkiye demokrasinin geleceği bakımından çok büyük bir tehlike. Neden? Bazı Latin Amerika ve hatta Afrika ülkelerinde siyasi partiler zayıf ama demokrasiyi savunan güçlü toplumsal muhalefet var. Türkiye’de ise zaten çok güçlü olmayan toplumsal muhalefet, siyasi iktidar tarafından büsbütün örselendi. Sendikalar güçsüzleştirildi. Sivil toplum aynı şekilde. Son hedef meslek kuruluşları. Toplantı ve gösteri özgürlüğünden yararlanmak zorlaştırıldı. Sokak muhalefeti derken bu durumu göz ardı etmemek gerek. Medyanın kolu kanadı kırıldı. Sonuçta seçimlerde başarı da demokrasinin geleceği de siyasi partilere bağlı hale geldi. Muhalefetin başkan adayının da ittifakının da başarısı eninde sonunda ittifakta yer alan partilerinin gücüne bağlı. Siyasetin ana aktörleri ne adaylar ne de ittifaklar. Siyasi partiler. Her fırsatta ‘önce parti’ dememin nedeni bu. Siyasi partiler önce kendilerini güçlendirmeye bakmalı.

İttifak kurmak ve ittifakları genişletmek günümüz siyasetinde kuşkusuz çok önemli. Ama demokrasinin temel kurumu ittifaklar değildir. Vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerdir. Ama muhalefetin seçimi kazanabilmesi için ülkeyi daha iyi yöneteceği konusunda seçmeni ikna etmesi gerekiyor. Şöyle düşünelim. AKP’nin kararsızları çoğalıyor. Muhalefet oyları iktidar oylarını geçiyor. Buraya kadar tamam. Ama sandığa giderken seçmenin kafasında bir değil iki soru olur. Birincisi, iktidarın geçmişteki performansına bakar. Bugün araştırmalar iktidardan hoşnut olmayanların hoşnut olanları geride bıraktığını gösteriyor. Ama ikinci soru,  geçmiş değil gelecekle ilgili. Kim daha iyi yönetir, benim durumumu, ülkeyi daha iyiye götürür. Güvenilir bir araştırma sonuçlarına göre bu soruya AKP kararsızlarının yarısı ‘eski partim’ diye cevap veriyor.

İşte bu nedenle iktidar sorunu, ancak kendini iktidarın gerçek alternatifi olarak gösterebilen bir siyasi parti tarafından çözülebilir. Güçlü iktidar adayı parti. Diğerleri için çekim merkezi olmayı, fikirleri ve politikalarıyla öne çıkmayı ve ülkenin daha iyi yönetilebileceği konusunda seçmeni ikna etmeyi başarabilen parti. Kısacası muhalefetin başarısı ittifak mimarisi oluşturmak kadar bir siyasi partinin toplum nezdinde kendisini iktidarın gerçek alternatifi olarak kabul ettirmesine bağlı.

İktidara gelmek, demokrasiyi geri getirmek için siyasi partiler de siyasi ittifaklar da gerekli. Ama iki elzem arasında öncelik siyasi ittifak değil siyasi parti. 

‘Siyaset dünyası ‘Kürt seçmen’ gerçeğiyle yüzleşme durumunda’

HDP ‘yasak elma’ mı? HDP’nin olmadığı bir ittifak yüzde 50+1 i bulabilir mi?

Önemli bir demografik olgunun altını çizmekte yarar var. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde nüfus artış hızı yavaşlarken Doğu ve Güneydoğu’da devam etti. Günümüzde orada da yavaşladı ama bu süreç sonucunda Kürt nüfus oranı yükseldi. Kürtler yaklaşık her altı, belki beş seçmenden birini oluşturuyor. Bu taban elbet türdeş değil. Tıpkı diğer toplum kesimlerinde olduğu gibi bu oylar da farklı partiler arasında dağılıyor, zaman içinde de değişebiliyor. Ama halihazırda Kürt oylarından aslan payını HDP alıyor.

Bir de bölgesel temerküz konusu var. Birçok Doğu ve Güneydoğu ilinin yanı sıra metropollerde, gelişmiş kıyı kentlerinde de böyle bir konsantrasyon söz konusu. Günümüzde siyasi partilerin seçmen tabanları büyük ölçüde konsolide. Yani partiler arasında oy geçişkenliği düşük. Böyle olunca HDP seçmen tabanından destek almadan yüzde 50+1’i bulmak giderek zorlaşıyor. Kaldı ki başkanlık seçiminde parti barajı olmadığından HDP’nin yüzde dokuzda kalması başkanlık seçimi açısından bu gerçeği pek değiştirmiyor. Diğer yandan başta İstanbul ve İzmir olmak üzere Adana, Mersin, Antalya gibi illerde HDP tabanından oy almadan belediye kazanmak da zorlaştı. Siyaset dünyası bu gerçeklerle yüzleşme durumunda. Siyasi iktidarın yüzleşme biçimi bu partiyi bastırma, marjinalleştirme, olmazsa bölme. Zaman zaman HDP liderleri tarafından da telaffuz edilen Türkiyelileşme hususunu hiç dikkate almıyorlar. Ama dokunulmazlıkların kaldırılması, belediyelere kayyım atanması gibi önlemler yalnız HDP seçmenleri değil muhafazakâr Kürt seçmenler nezdinde de pek hoş karşılanmıyor. 

DEVA ve Gelecek’in olası etkileri

CHP, İyi Parti ve HDP tabanının, iki eski AKP yöneticisi tarafından kurulmuş partiye karşı duruşları nasıl olacak?

Birçok eski üst düzey AKP yöneticisi, hükümet üyesi partiden ayrıldı ya da koptu. AKP’yi lider sultası, tasfiyeler, kuruluş amaçlarından sapma gibi nedenlerle eleştiriyorlar. Ülkenin kötü gidişatından AKP iktidarını sorumlu tutuyorlar. Bu eleştiriler diğer muhalefet partilerinin eleştirileri ile paralel. DEVA ve Gelecek Partisi de otoriter başkanlık sistemini eleştiriyor, parlamenter sisteme dönüşü savunuyor. Millet İttifakı tabanında yeni partilere yönelik eleştiriler yok değil. Ama bunlar kurucuların AKP geçmişine yönelik. ‘Birlikte yaptılar’ deniyor. Ama bugün söylediklerine, AKP tabanından oy getiriyor olmaları ve Millet İttifakı’na katılma olasılıkları düşünülerek genellikle olumlu bakılıyor.

DEVA ve Gelecek partilerinin seçmen profillerini net olarak görmek henüz kolay değil. Öyle görünüyor ki köken ve ideolojik farklılık nedeniyle CHP’den ve yükselen İyi Parti’den kayda değer oy almıyorlar. AKP’den uzaklaşmaya başlayan ılımlı seçmenleri ve muhafazakâr Kürtlerin oylarını kazanmaya çalışıyorlar. AKP’nin bu iki partiye toplamda yüzde 5-6 oranında oy kaybetmesi dahi başkanlığı kaybetmesine neden olabilir. Bu nedenle iki yeni parti muhalefet değil iktidar cephesinde rahatsızlık yaratıyor. Nitekim onlara yönelik ağır sataşmalar da iktidara yakın medyadan geliyor.

Söyleşinin ikinci bölümü yarın...

Prof Sencer Ayata ile Türkiye ve Dünya, Toplum ve İnsan

1. Bölüm | Prof. Sencer Ayata: Ufukta, gücünü bilimden alan uzman otoritesinin, siyasi otoritenin önüne geçeceği yeni bir aydınlanma görünüyor

2. Bölüm | Prof. Sencer Ayata: Sokak hareketlerinin ortak noktası eşitsizlik; kaynama noktası ise yoksulluk, dışlanma, ayrımcılık, ötekileştirme

3. Bölüm 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: Z kuşağı türdeş mi, ‘medya tekeli’ nasıl kırılıyor, Y kuşağından sonra Z kuşağı da AKP’den uzaklaşıyor mu?

3. Bölüm 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Genç kesimde modernlik ve laiklik, dindarlık ve muhafazakârlığın önüne geçti; muhafazakâr alanda İslamcılık gerilerken milliyetçilik öne çıkıyor