Gündem

Prof. Kemal Gözler: Önümüzdeki günlerde Anayasa Mahkemesi'ne güvenmenin muazzam bir yanılgı olacağını göreceğiz

İrfan Fidan'ın AYM üyeliği süreci tartışma yaratmıştı

24 Ocak 2021 15:09

Hukuk profesörü Kemal Gözler, Gezi, MİT Tırları, Osman Kavala gibi davalarda imzası olan eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan'ın Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanmasını değerlendirdiği yazısında gelişmeleri "Anayasa ve kanunlara uygun olsa da Anayasa Mahkemesi'nin etkililiğini bitirmeye aday bir durum" olarak yorumladı. 

"Elveda Anayasa Mahkemesi; İrfan Fidan Olayı" başlıklı yazında Prof. Kemal Gözler, Anayasa Mahkemesi'ne üyelik sürecine ilişkin bilgileri aktarırken "Görüldüğü gibi her şey Anayasamıza ve kanunlarımıza uygun bir şekilde cereyan etmiştir. O hâlde neden ben bu makaleyi yazıyorum? Neden bu olay bu kadar eleştiriliyor? Sorun nedir? Sorun şu ki ortada anormal bir durum vardır ve dahası bu anormal durum Anayasa Mahkemesi'nin etkililiğini bitirmeye aday bir durumdur" dedi. 

Gözler'in makalesinden bazı bölümler şöyle: 

"Anormallik Sorunu"

Anayasa Mahkemesi üyeliği için aday belirleme seçimlerine, sadece 20 günlük bir üyenin katılması ve bu seçimlerde Yargıtayda yıllarca çalışmış adayları geçerek en çok oy olması Yargıtay tarihinde görülmemiş bir şeydir.

...

Altını çizerek tekrarlayalım: Yargıtay tarihinde, Sayın İrfan Fidan dışında, atandıktan 20 gün sonra, Yargıtay tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilen veya seçilmek üzere Cumhurbaşkanına aday gösterilen bir başka üye yoktur. Bu istatistiksel veriler ortada anormal ve alışılmadık bir durum bulunduğu göstermektedir.

Yüksek yargı, geleneklerin, istikrarın, kıdemin, tecrübenin olduğu yerdir. Yargıtay tarafından Anayasa Mahkemesine seçilen 44 üyenin ortalama kıdem süresi dokuz yıl iken, şimdi yirmi günlük bir üyenin seçilmesi Yargıtay'ın gelenekleriyle ne derece bağdaşır?

"Bağımsızlık ve Tarafsızlık Sorunu"

Sayın İrfan Fidan, Yargıtay'a üye seçilmeden önce, 2010 yılından beri İstanbul’da, sırasıyla Cumhuriyet Savcısı, Cumhuriyet Başsavcıvekili ve Cumhuriyet Başsavcısı olarak pek çok önemli soruşturmayı yürüttü, pek çok önemli davayı açtı. Son beş altı yıldır İstanbul’da görülen önemli siyasî davaların pek çoğunun bir yerinde Sayın İrfan Fidan’ın imzası vardır. Bu davaların neredeyse hepsi, siyasî yönleri ağır basan, kamuoyunu ikiye bölmüş, kamuoyunda büyük tartışma yaratmış önemli davalardır.

Böyle davalarda, davanın savcısının isminin etkilenmemesi mümkün değildir. Bu süreç boyunca İrfan Fidan hakkında gazetelerde haklı ya da haksız yığınla eleştiri yazısı yayınlanmıştır. Bağımsızlık ve tarafsızlık soyut bir hukukî kavramdan ibaret değildir; bunun sosyal, psikolojik ve objektif boyutları da vardır. Bağımsızlık ve tarafsızlık sadece içsel değil, aynı zamanda dışsal bir kavramdır. Bağımsızlık ve tarafsızlık sadece hâkim ve savcının ne düşündüğü ile ilgili değil, toplumun hâkim ve savcı hakkında ne düşündüğüyle de ilgilidir.

Vatandaşların, böyle yıpratıcı bir süreçten geçmiş bir savcının, bağımsızlık ve tarafsızlık bakımından ideal bir Anayasa Mahkemesi üyesi olabileceğinden şüphe etmesi tamamıyla normaldir. Sayın İrfan Fidan hakkında gazetelerde yayınlanmış yüzlerce haber vardır. Bu haberlerden sadece bir tanesinden örnek vereyim:

2016 yılında İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı olarak Büyükada davasının duruşmasını izlemeye giden AKP İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Savcı İrfan Fidan’ın daveti üzerine odasına gittiğini ve İrfan Fidan’ın odasındaki büyük masayı kendisine göstererek “devletin kaderi bu masada belirleniyor” dediğini beyan etmiştir [11].

"Anayasa Mahkemesi'nin fiilen bittiği söylenebilir"

...

Artık Anayasa Mahkemesinin kuvvetler ayrılığı açısından kendisinden beklenen fonksiyonu ifa edemeyeceğinden korkuluyor. Anayasa Mahkemesi bu fonksiyonu ifa edemez ise, Türkiye’deki anayasal sistem, siyasî iktidarı daha da sınırlandıramayan, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini daha da az koruyan bir sistem hâline gelecektir. Açıkçası büyük ölçüde çökmüş olan anayasal sistemimiz tamamıyla çökebilecektir. Korkulan budur. Sorun da budur.

...

Artık Anayasa Mahkemesinin kendisinden beklenen fonksiyonu ifa edemeyeceği tahmin edilebilir. Siyasî iktidarı sınırlandıramayan ve vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini koruyamayan bir Anayasa Mahkemesi'nin ülkemize sağlayacağı bir yarar yoktur.

Böyle bir durumda Anayasa Mahkemesi'nin fiilen bittiği söylenebilir. Şüphesiz, fiilen biten Anayasa Mahkemesi resmen kapatılmayacak; görünüşte de olsa Anayasa Mahkemesi yaşamaya devam edecektir. Yani Anayasa Mahkemesi bir “façade anayasa mahkemesi” olarak varlığını sürdürecektir; aynen Anayasamızın da bir “façade anayasa” olarak varlığını sürdürdüğü gibi [26].

Maalesef Anayasamızın özellikle temel hak ve hürriyetlere ve keza bunların yargısal korunmasına ilişkin hükümlerinin uygulamadaki etkililiği çok zayıftır. Acaba hâlâ Türkiye’de Anayasayı okuyup, “Anayasamız bana pek çok hak ve hürriyet veriyor ve eğer hak ve hürriyetlerim ihlâl edilirse, mahkemeler huzurunda hakkımı alabilirim veya alamazsam bile Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yoluyla başvurup hakkımı koruyabilirim” diyen bir kişi kaldı mı?

Şimdiye kadar Anayasaya ve Anayasa Mahkemesi'ne güvenmenin büyük ölçüde bir yanılgı olduğunu gördük. Önümüzdeki günlerde ise Anayasa Mahkemesi'ne güvenmenin muazzam bir yanılgı olacağını göreceğiz. Şimdiye kadar Anayasa Mahkemesi kıyısından köşesinden de olsa bizi şaşırttı; özgürlükçü kararlar verdi; arada sırada bize sürprizler yaptı. Önümüzdeki günlerde artık böyle sürprizlere hasret kalacağız.

"Asıl sorun zihniyetin değişmemesi"

23 Aralık 2016 tarihinde, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni getiren 2017 Anayasa değişikliğininin TBMM'de görüşlüdüğü günlerde, “Elveda Anayasa” başlıklı bir makale [27]; söz konusu Anayasa değişikliğinin 16 Nisan 2017 tarihli referandumla onaylanmasından önce, 2017 yılının Mart ayında da aynı başlıkla bir kitap [28] yayınlamıştım.

Sanıyorum artık Anayasa Mahkemesi'ne de “elveda” demenin zamanı geldi.

Aslında “Elveda Anayasa” dedikten sonra bu Anayasanın bir parçası olan Anayasa Mahkemesi'ne de “elveda” demenin çok da orijinal bir yanı yok. Zaten bu, olanın bir tekrarından, genelin özelde de doğrulanmasından başka bir şey değil.

...

Türkiye’nin asıl sorunu, anayasa yapmak ve değiştirmek değildir. Türkiye’nin asıl sorunu yöneticileri değiştirmek de değildir. Türkiye’de pek çok anayasa yapıldı. Bu Anayasanın yerine de yenisi yapılır. Türkiye’de pek çok siyasî iktidar değişti. Bu iktidar da değişir. Ama Türkiye’nin anayasa sorunu değişmez. Türkiye’nin asıl sorunu, anayasayı ve iktidarı değiştirmek değil, Türkiye’deki devlet ve hukuk zihniyetini değiştirmektir. Bu zihniyeti değiştirmedikçe, Türkiye’de anayasal demokrasinin kurulmasının imkân ve ihtimali yoktur. Haberiniz olsun!"