Gündem

Osman Kavala'nın eşi Prof. Ayşe Buğra: Gezi davasında Osman’ın kullanılması Avrupa’dan tamamen kopma isteğiyle bağlantılı olabilir

"Artık bu tuhaflıklara katlanmam çok zorlaştı"

14 Şubat 2020 08:01

Prof. Ayşe Buğra, Gezi eylemleri davasının bir numaralı sanığı olarak tutuklu yargılanan eşi Osman Kavala'nın durumuyla ilgili olarak, "Bu davanın altında farklı gayeler olabilir ve Osman kişi olarak kullanılıyor olabilir bu dava aracılığıyla” dedi. Buğra, “Osman’ın kullanılması bir Batı düşmanlığı, Batı korkusu, Avrupa’dan tamamen kopma isteğiyle bağlantılı olabilir” düşüncesini dile getirdi.

Ayşe Buğra, kendisine yöneltilen, "O zaman yani bu dava, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yön değiştirme aracı mı?" sorusuna , "Osman’ların davasının devletin davası olduğunu düşünmüyorum. Böyle diyemiyorum. Devlet içinde bir takım kliklerin, grupların çekişmesi şeklinde yorumlayabilirim belki" diye yanıt verdi.

Gazete Duvar'dan Ezgi Başaran'ın sorularını yanıtlayan Prof. Ayşe Buğra'nın açıklamaları şöyle:

Cumhuriyet savcısının davaya yönük mütaalası yayınlandı geçtiğimiz hafta. Okudunuz ve ne düşündünüz, ne hissettiniz?

Mütaala iddianameden çok farklı değil. Yine ‘anlaşılmaktadır’, ‘görülmüştür’ gibi ifadelerle dolu ve fakat neyin anlaşıldığının yahut görüldüğünün anlatılmadığı bir belge. Tuhaf bir mütalaa.

"Hukuki sürece güvenimi iyice yitirdiğim günlerdeyim, zor katlanıyorum"

Eşiniz Osman Kavala için müebbet istiyor savcı bu belgeyle…

Çok ürkütücü bir şey. İnanılır gibi de değil. Hukuki sürece güvenimi iyice yitirdiğim günlerdeyim. İşte buna da ayrıca çok zor katlanıyorum. Osman tutuklandığından beri iddianame çıkıncaya kadar geçen sürede ‘Hukuki bir süreç işliyor, aman duralım, bekleyelim’ gibi bir düşüncedeydim. Çok sessiz, sabırlı ve terbiyeli bir tavır takındım. Şimdi bunlarla karşılaşınca artık hukukun, adaletin işleyişine güveniyorum demek çok zorlaştı.

Ortada okuma-yazma bilen, bir partizanlık içinde olmayan herkesin ortaklaştığı gibi hukuki hiçbir dayanak yok eşinize ve diğer 16 sanığa yöneltilen suçlamalarda. O zaman şöyle sormak durumundayım: Bu felaket niye başınıza geldi? Osman Kavala niye tutuklu ve müebbetle yargılanıyor?

Bilmiyorum, bilmiyorum. Bu mesele Osman’ın uğradığı hak ihlallerini de aştı gibi geliyor bana. Bu davanın altında farklı gayeler olabilir ve Osman kişi olarak kullanılıyor olabilir bu dava aracılığıyla.

Nasıl bir kullanılmadan söz ediyoruz?

Mesela Osman’ın kullanılması bir Batı düşmanlığı, Batı korkusu, Avrupa’dan tamamen kopma isteğiyle bağlantılı olabilir diye düşünüyorum doğrusu.

O zaman yani bu dava, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yön değiştirme aracı mı?

Osman’ların davasının devletin davası olduğunu düşünmüyorum. Böyle diyemiyorum. Devlet içinde bir takım kliklerin, grupların çekişmesi şeklinde yorumlayabilirim belki. Ama elbette bunlar benim yorumlarım. Özel bir bilgiye dayanmıyor. Ama takdir edersiniz ki, böylesi akıl almaz bir süreç içinde insan bu tür şeyleri de düşünme noktasına geliyor. Duruşmaları keşke herkes izleyebilse, öyle şeyler oluyor ki. Gerçekten çok tuhaf geçiyor.

Ne gibi yani?

Savunmanın söylediği ya da talep ettiği hiçbir şey dikkate alınmıyor. Sanki sanıklar hiçbir şey söylememiş, sanki hiç duruşma yapılmamış gibi adım adım ilerliyor. Bir psikolojik gerilim filmindeymişiz gibi. Savcı mütalaasının tuhaf tarafı da bu. Beş kere duruşma yapıldı. Onlardan birinde iddia makamının iki tanığı dinlendi. O tanıklar çok net bir biçimde sanıkların çoğunu tanımadıklarını, tanıdıklarının hiç bir biçimde şiddet eylemlerine ön ayak olduğuna şahit olmadıklarını anlattılar. Bakın iddia makamının tanıkları bu kişiler… Bırakın sanıkların ve avukatlarının sayfalarca savunmalarını, kendi tanıklarının ifadelerini dahi dikkate almadan, dediğim gibi duruşmalar hiç yapılmamış gibi mütalaa yazılmış, Osman Kavala ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs’ etmiştir, ağırlaştırılmış müebbet alsın denmiş. Şimdi bu tuhaf değil de nedir?

Bu süreçte yalnız kaldığınızı, bırakıldığınızı düşünüyor musunuz? Yine ezbere hareket eden bir kesim de kafasında yarattığı ‘liberaller’ torbasında görüyor Osman Kavala’yı ve mesnetsiz biçimde ‘siz yetmez ama evet dediğiniz günlerin şimdi cefasını çekiyorsunuz’ gibi bir vicdan rahatlatmasına giriyor.

Osman ‘yetmez ama evet’çi filan değildi. Yetmez ama evet’çilere belki de biraz haklı olarak eleştirel bakan kesim zannediyorum Osman’ı ayrı tutuyor. Ayrıca biz Ergenekon döneminde bir bildiri imzalamıştık, ben, Osman, Binnaz Toprak, Şerif Mardin, Hakan Altınay ve birkaç insan daha… Bu dava amacını aşıyor mealinde bir metindi. Hatta bunu geçtiğimiz aylarda Ertuğrul Özkök de yazdı sütununda. Osman için ‘Oh bunlar liberal, iyi oldu’ diyen kesim çok küçük ve saldırgan bir kesim. Beni çok etkileyip üzmüyor onlar çünkü çok daha geniş bir kesimden başka bir ses geliyor. ‘Bu olacak iş değil’ sesi geliyor. Yani sonuç itibariyle biz, çok şükür, yalnız kalmadık bu süreçte. Fakat şunu söyleyebilirim ki etrafım ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırmış çaresiz insanlarla dolu. Tek çaresiz durumda olan ben değilim. Bazen ben insanları teselli etmek durumunda kalıyorum, o derece moraller bozuluyor. Yani moral bozulmayacak gibi de değil. Hele de o duruşmalara gelip görenler için hakikaten dayanılması güç bir deneyim. Her duruşmadan sonra hepimiz sersemlemiş vaziyete geliyoruz. Çıkıyorum duruşma salonundan, sessiz film sahnesi gibi bir şeyle karşılaşıyorum. İnsanlar bana ne diyeceğini şaşırıyor haklı olarak. Bana dehşetle bakıyorlar.

"Radikal biçimde Avrupa'dan koparılmak isteniyor ülke"

Fakat AİHM kararından sonra duruşma aralıkları sıklaştı ve geçen hafta hop diye savcı mütalaasını yayınladı. Aceleyle ne yapılmak isteniyor?

Aceleyle hüküm verip AİHM kararını boşa düşürmek istiyor olabilirler. Avukatların yorumu da bu şekilde.

Ama tabii hâkim, savcı mütalaasına tamamen uymak durumunda değil, başka bir karar da verebilir, Osman Kavala’yı tahliye de edebilir. Öyle değil mi?

Tüm bu yaşananlardan sonra, o duruşmaları seyrettikten sonra bunu ümit etmek ne kadar gerçekçi bilemiyorum. Böyle bir iddianamenin hazırlanması, duruşmaların bu şekilde tasarlanması ve şimdi de aynı minvalde bir mütalaa yazılması, insana Osman nezdinde sivil toplum faaliyetlerini baltalamak, Gezi olaylarını kriminalize ederek başka herhangi bir sivil protesto eyleminin önünü kesmek, Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaşması türünden gayeler olduğunu düşündürüyor.  İster istemez aklıma böyle şeyler geliyor. Şimdi de bütün bunlar bir araya gelerek Türkiye’nin demokratik dünyadaki yerini etkiler bir hal aldı bu dava.

Avrupa’dan kopmak ne demek oluyor bu saatten sonra?

Şu saatte durum iyi görünmeyebilir ama hatırlamakta da fayda var. Türkiye II. Dünya Savaşı’nı müteakip Avrupa konseyinin kurucu üyelerinden oldu. Hala da öyle elbette. AİHM’e bireysel başvuru hakkını tanımış bir ülke. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uymayan kanunların düzenlenmesi için girişimlerde bulunmuş bir ülke. Yani Türkiye Avrupa’nın bir parçası. Avrupa söz konusu olduğunda ‘onlar’, ‘biz’e karşı, onlar bize düşman’ söylemi elbette Türkiye’de çok yaygın. Halbuki ‘onlar’ ve ‘biz’ diye bir şey yok. Biz Türkiye olarak Avrupa kurumlarının bir parçasıyız. Dolayısıyla, eğer bu davanın altında, yapılan tüm bu hukuksuzluklar ve usulsüzlükler ile düşünüldüğünde, Türkiye’yi Avrupa’dan koparmak gibi bir amaç varsa, bu son derece radikal bir kopuş olacaktır. Bu davanın biraz bu perspektiften görülmesi ve ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum.


Röportajın tamamını okumak için tıklayın

Ayşe Buğra Kavala'nın Şirin Payzın'a verdiği röportaj için - TIKLAYIN -