Söyleşi

Nazan Kesal: Furuğ, bütün kadınların onunla birlikte kendini de koruyacağı bir emanettir

Nazan Kesal'le 'Yaralarım Aşktandır' oyunu üzerine söyleşi

29 Aralık 2019 15:01

Söyleşi: İdil Uzay Uzun

Furuğ Ferruhzad 29 Aralık 1934’de Tahran’da orta sınıf bir ailede dünyaya geldi. Şah rejiminin sadık askeri bir babadan ona bahşedilmiş yegane hediyeyse kitaplardı. Şair, yazar, oyuncu, yönetmen, ressam, terzi ve her şeyden önemlisi insanca yaşamaya çalışan asi ve öncü bir kadındı. Bugün Furuğ’un 85. doğum günü, Nazan Kesal’ın sahnelediği 'Yaralarım Aşktandır' adlı oyunsa ölümünün hazin hikâyesiyle başlıyor.

T24 okurları için İran şiirinin en önemli figürlerinden biri olan Ferruhzad’ı ve seyirciye kadın olmayı yeniden düşündüren Yaralarım Aşktandır’ı Nazan Kesal ile konuştuk.

  • Oyun Furuğ’un arafında başlıyor ve orada geçiyor, neden onun hikâyesini bu arada sıkışmışlık duygusunun ağırlığında anlatmak istediniz?

Sanat yapıtlarında içeriğin ve biçimin kullanımında sanırım 'neyi neden yaptığınız' çok önemli. Ne yapıyorum? Neden yapıyorum? Bu soruların cevapları gerçek bir samimiyet içeriyorsa 'nasıl' yapacağınızı bulmuşsundur aslında. ''Derdiniz dilinizi belirler.''

Oyunum 'Yaralarım Aşktandır' Furuğ arafında geçiyor. 32 yıllık kısa yaşamında da arafta yaşamak zorunda bırakılmış bir kadının ne yazık ki ölüsü de arafta. İki gün beklemiş cenazesi Furuğ’un. Gömdürmemişler, yıkatmamışlar. Ölüme bile meydan okumak… Bir ceset olmayı kabullenmemek ve o halde bile yaşama göz kırpmak. Bunu ancak Furuğ gibi öncü bir kadın yapabilir. Bu metafor bizim derdimizi nasıl anlatacağımızın da işaretiydi. Berfin'le (Zenderlioğlu) Furuğ’u nasıl anlatmalıyız üzerine epey kafa yorduk. Şebnem İşigüzel’i de bu yolculuğa davet ettik. Konuştuk, tartıştık uzunca bir süre. Benim uzun süredir ölü bir kadın oynama isteğim vardı bu istek Furuğ’un bir trafik kazasında hazin ölümüyle ifadesini buldu. Ölümün soğuk atmosferinde bir yaşamı anlatma çelişkisi, oyunun çıkış noktası oldu.

Furuğ Ferruhzad
  • Furuğ oldukça angaje bir sanatçıydı. Bugünden bakınca İran’ın ilk feminist figürlerinden biriydi diyebiliriz. Belki de coğrafyamızın gördüğü en baskıcı rejimlerinden birinde ses çıkarabilme cesaretini göstermişti, bunun bedeli ne olmuş peki? Sizce gencecik yaşta böylesi acılar çekmeye değer mi, değmiş mi?

Yalnız ve dışlanmış bir kadın Furuğ. Normlara uymadığı için. Aykırı ve isyankar bir ses… Öncü. O yılların İran’ında erkeğe ithafen şiir yazan, film çeken ilk kadın; şair, ressam, oyuncu yönetmen. Bedeli ağır olmuş. Bunları yapmasaydı Furuğ olmazdı, kendi olmazdı. Olması gereken de budur aslında; güce boyun eğmemektir.

Furuğ’u feminist bir figür olarak tanımlamak doğru olmaz. Ben bir 'kadın' yani bir 'insan' olmak istiyordum der. Otoriteye, din temelli geleneklere, baskıya, erkeği de zaman zaman içine alıp öğüten sisteme karşı bir isyanı vardı. Erkeğe karşı değil erkeğin de içinde yaşadığı ataerkil toplum düzenine karşıydı. Şah Rıza’nın o dönemin aydınları üzerinde kurduğu baskıları eleştirenlerin başında geliyordu. Özgürlük savaşçısıydı Furuğ. Başkaları için de mücadele edecek kadar özgürlük aşığıydı. Bir kaç kez katıldığı protestolardan dolayı hapse girmiş. İtalyan yönetmen Bertolucci dünyada da tanınmaya başlayan Furuğ ile bir belgesel kapsamında röportaj yapmak için İran’a gelir. 

Röportajın sonunda dünya basınında duyurması için bir mektup verir Bertolucci’ye. O mektup sayesinde 12 aydını mektubuyla şahın idam mangalarının elinden, ölmekten kurtarır. Cesaretli bir kadın aynı zamanda. Sadece kendisi için özgürlük istemiyor, herkes için özgürlük istiyor. İnsan niye yaşar bu dünyada? Bu sorunun cevabı herkeste farklı olabilir. Ben ve  Furuğ için insan kendine ve dünyaya değer katmak adına yaşar. İnsan olmak bunu gerektirir.

  • Önceki söyleşilerde Furuğ’un hayatının sizi çok etkilediğinden ve sizin hassasiyetlerinizle onun hikâyesinin örtüştüğünden bahsettiniz. Oyunda da iki kadının yani Nazan ve Furuğ’un iç içe geçtiğini hissedebildim. Nazan, Furuğ’a ne kattı bu oyunda?

Ne güzel 'iç içe' geçme tanımınızı duymak. İki hakikatin buluşması ve aynı samimiyetle aktarılması. Furuğ’la aramdaki en güçlü bağdır bu. Bunu bir izleyiciye hissettirmiş olmak beni mutlu etti. Sadece iki kadının değil, benzer coğrafyalarda yaşayan bütün kadınların üstü örtülemeyen hikâyeleri de ortak. İsimleri farklı sadece kadınların, yaşatılanlar hep aynı. Oyuncu Nazan da, yönetmen Berfin de, yazar Şebnem de Furuğ’un sesine kendi seslerimizi kattık ve bütün kadınların sesi olmak istedik diyebilirim. Belki bir uyanışa Furuğ’un deyimiyle 'yeniden doğuş'a sebep olur diye düşündüm -ve oluyor da-... İnsan ve kadın, birey olma mücadelesini öne çıkardım Nazan olarak.

  • Bir karakteri iki yıl boyunca oynamak eminim insan ruhunda derin izler bırakıyordur, Furuğ’un sizi de bir şekilde dönüştürdüğünü hissediyor musunuz?

Beni zaten yıllar önce etkilemişti. Hepimizin birer Furuğ olduğunu anlamıştım yıllar önce. Furuğ, bütün kadınların onunla birlikte kendini de koruyacağı bir emanettir. Emanetimizdir. Her oyun farkındalığımı arttırıyor ve beni daha da güçlü bir insan-kadın haline getiriyor diyebilirim. Oyunun dili, atmosferi itibariyle deyim yerindeyse 'ölüp ölüp diriliyorum'. Zaman algım sarsılıyor. 'Bu bir oyun muydu?' diyorum bittiğinde.

  • Yine sizin tabirinizle oyun 'bilinç yarılması' ile Furuğ’un şiiriyle hikâyesini iç içe geçiriyor. Bu anlatı tekniğini nasıl ve hangi amaçla kurguladınız?

Yaşamı şiire dönüşmüş bir kadından söz ediyoruz. Kehanetlerinden birinde -kardeşi Feridun’a yazdığı bir mektupta- "Bu aileden önce ben öleceğim" diyor, "Sonra da sen". Dediği gibi önce Furuğ ölüyor, sonra Feridun feci şekilde öldürülüyor. Ölümünün nasıl ve ne zaman olacağını öngörüyor ve bunun şiirini yazıyor. Bu şiir oyunumun omurgasını oluşturuyor ve kendi yaşamını -hatırlayabildiklerini- anlatıyor. Şiirin ve anlatının birbirinin içinde erimesini istedim. Yaşamı şiire dönüşmüş bir kadını anlatmanın en etkileyici yolu buydu kanımca. Oyunun zamanıyla şimdiki zaman, şiir-anlatı, oyun kişisi-oyuncu arasında gidip gelen bir gerçekliğin peşinden gittik. Seyirciyi kandırmadan, gözünü boyamadan, 'mış gibi' yapmadan. Dürüstçe gömülemeyenleri anlattık:

“Ve bu benim/

Yani bir yalnız kadın/ Ve soğuk bir mevsimin eşiğinde/ Belirsizliğini anlamanın başlangıcında, tüm yeryüzü varlığının/ Yalın ve kederli umutsuzluğunu, gökyüzünün/ Güçsüzlüğünü, bu betona kesmiş ellerin// Akıp gitti zaman/ Gitti zaman ve saat tam dört kez çaldı/ Dört kez çaldı/ Aralık ayının yirmisi bugün/ Ve artık mevsimlerin gizini biliyorum/ Dakikaların söylediklerini/ Uzanmış yatıyor mezarında kurtarıcı/ Ve dinginliğe bir işaret gibi/ Toprak, barındıran toprak// (…)” (s. 17).

  • Yaralarım Aşktandır şiir kitabını Türkçeye kazandıran Haşim Hüsrevşahi’nin "O öldüğünde kadınların dili kesilmişti" sözünü hatırlatmıştınız. Siz aslında ekibinizle o kesilen sese can verdiniz. Oyuna dair ne tür geri dönüşler aldınız? Özellikle kadın seyircilere vermek istediğiniz mesaj alınmış mı? Sizce oyunun yükselttiği ses ne anlatıyor?

Uyanış ve cesaret. Geçenlerde Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde Furuğ’un 85. doğum günü için bir anma düzenledik. ''Yaralarım Aşktandır'' oyunumu izleyen bir kadın seyirci oyundan çıktıktan sonra kendinde 'bir uyanış' hissettiğini söyledi teşekkür etti. Kadın olma bilincini ve cesareti aşılayan bir sesi var oyunun. Öğretilmiş kadınlıktan kurtulmak için Furuğ’un cesareti lazım hepimize. Oyun bunu da söylüyor. Bu dünyayı kendini yeniden doğurabilen kadınların yönetmesi lazım. Yeryüzünün artık buna ihtiyacı var.

  • Ben de Furuğ Ferruhzad’dan sizin sayenizde Furuğ diyerek bahsediyorum, onu sanki bir dost, bir arkadaş gibi benimsedim. Oyunda da karakteri eksikleriyle, ikonlaştırmadan anlatmışsınız, bu seçimin arkasındaki sebep neydi sizin için?

Yerinde bir tespit. İkonlaştırmak Furuğ'a haksızlık olurdu. O zaten öncü, güçlü ve büyük bir sanatçı- insan- kadın. Sanatı uğruna kendini, ailesini ve bir çok şeyi feda etmiş kendi yoluna aşkla yürümüş. Popüler bir ikonu yüceltmek, onu kutsamak çok kolay, sığ bir anlatım dili. Bunu seçmedik çünkü sevmediğim bir dil dönüştürücü, değiştirici bir etkisi yok. İnsan olma mücadelesi vermiş bir kadının varoluş hikâyesini, çelişkileriyle anlatmak onu bizden biri yapıyor. Bizden biri zaten… Onun adı Furuğ sadece.

  • Kadına yönelik şiddetin tüm dünyada büyüyen gösterilerle gündeme geldiği bu dönemde ben size sormak istiyorum. "Bir kadın kaç kere ölür?"

Bu düzen böyle devam ettikçe kadınlar her gün ölür, öldürülür. Ruhen ölü kadınların sayısı daha çok. Kadın doğasında doğurabilme yeteneği olan bir varlık. Kadına bakış değişmiyor, o zaman kadınlar değişmeli. Kadınlar, eğer isterse kendini yeniden doğurabilir.

"Dünya onu sevmek için çok küçük" diyen bu aydın, yenilikçi, asi kadını oynamaya, sevmeye doyamıyorum. İyi ki doğdu, yaşadı ve adı gibi ışık oldu hepimize.

* * *

Furuğ Ferruhzad’ın Ev Karadır (1962) adlı kısa filmi şöyle başlar: "Bu dünyada çirkinlik kıtlığı yok. Eğer insanlar onlara gözlerini kapatırlarsa, daha da çoğalır. Ama insan sorun çözücüdür. Bu ekranda çirkinliğin resmini, acı çekmenin tasvirini göreceksiniz, ki önemsememek insafsızlık olur. İnsanlığa olan hürmetimizden ‘bu acıyı hafifletmek için bu acıya karşı savaşmalıyız.’ Bu filme esin kaynağı olan bu umuttur."

‘Yaralarım Aşktandır’ ekibi de kadın olmanın zorluğunu hafifletmek için sahnede savaşıyor. Bir sonraki oyunları 16 Ocak 2020 (Kenter Tiyatrosu, İstanbul), 19 Ocak 2020 (Moda Sahnesi, İstanbul) ve 26 Ocak 2020 (Nilüfer Tiyatrosu, Bursa) tarihlerinde izleyebilirsiniz.