Gündem

Mehmet Altan yazdı: Zemheri geldi, bari çiçekleri kurtarabilsek…

Özel bir düşmanlık ve hukuksal zorbalığın hedefindeki Ahmet Altan gene yılbaşına Silivri’de giriyor

30 Aralık 2020 16:03

Mehmet Altan*

Kara dizi gibi…
 
Ne yıl; Korona, deprem, orman yangınları, seller hatta göktaşı bile yer küreyi pas geçmedi.
 
Yarın, torun sahibi olmak gibi bir iki çok özel sevinç dışında pek de keyifli olmayan 2020'yi geride bırakıyoruz.
 
Artarak süren Koronavirüs tehdidi, ekonomik kriz ve toplumsal çürüme at başı birbiriyle yarışıyor.
 
Özel bir düşmanlık ve hukuksal zorbalığın hedefindeki Ahmet Altan da yılbaşına gene Silivri'de giriyor.

* * *

Hapishanenin hemen ilk aylarında henüz yayımlanmayan Silivri notlarıma geri dönüyorum…
 
2016 Aralık ayının ikinci yarısı geçip sonuna yaklaşırken el yazısıyla dokuz sayfa şunları yazmışım:
 
"18 Aralık 2016 / 98. Gün...
Cumartesi, pazar günleri kalkış saatimi yarım saat ileriye alıyor, saat 8'de kalkıyorum.
Çünkü hafta sonları televizyonlarda daha derin medya analizleri yapan ve köşe yazılarını da işin içine katan programlar yok.
 
Yarım saatlik rötarın bir başka nedeni de ekonomi programlarının da hafta sonu tatiline girmesi, halbuki ülkenin hal ve gidişatı en çok ekonominin durumunu yansıtıyor."

* * *

"Her sabah kalkar kalkmaz yaptığım ilk işlerden biri çayı demlemek oluyor. Çay demlenirken buzdolabı olarak kullandığımız pencerenin avluya bakan çıkıntısından kaşar, beyaz peynir, domates, tereyağı ve zeytin alıyorum.
 
Gene kantinden haftalık satın aldığımız haşlanmış yumurtaların bir veya iki tanesini minik bir kap içinde sıcak suda ısıtıyorum.
 
Ardından küçük plastik masaya, televizyonun karşısına yerleşiyorum.
Koyu demli çayla kahvaltı faslına geçerken televizyonu da tek bir kanala çakılmadan zaplıyorum.

* * *

"Bugün pazar, hava durumu, soğuk ama güneşli bir gün müjdesi verdi.
 
Güneş, günün daha iyi, daha hızlı geçmesi, kötümserliğin aşağıya doğru yuvarlanması demek. Nitekim güneş avluyu aydınlatırken, damdaki donmuş sular da saçaklardan peyderpey akmaya başladı."

* * *

"Bu sabah aşağıdaki odanın kapısı açıldığında hemen hemen her sabah yaptığım gibi daha gardiyanlar avluyu terk etmeden dışarı fırladım.
 
Başımı gökyüzüne kaldırdım.
 
Göğe baktım, henüz tam aydınlanmamıştı. Sonra bir iki adım daha atıp, pek yapmadığım bir şekilde avlunun çıkış kapısına yakın durarak, bizim kaldığımız damın üzerinden gökyüzüne baktım.
 
Bir kısmı silinmiş pırıl pırıl bir ay gördüm, sevindim.
 
Yeniden içeri girerken de bir karga bağırarak uçtu, kendisini göremedim ama sesini duydum.
 
Hapishanede bunlar günlük notlarda yer alacak kadar önemli… Sabahın daha tam aydınlanmayan ortamında parıltılı bir ay parçası, bir karga sesi…"

* * *

"Biraz sonra çıkıp baktığımda ay çoktan kaybolmuştu bile…
 
Bu sabah televizyonlarda oyalanacak pek bir şey yok. Yaşanan büyük acılar bugünü de esir aldı.
 
Hem içerde siyasal sistem hem de dışarıda kamp değiştirme inadı Türkiye'ye çok pahalıya mal olmaya başladı.
 
En korkuncu ise gencecik insanlarımızın ölüp gitmesi.
 
Terör tüm vahşeti ve acımasızlığıyla saldırıyor.
 
Geçen cumartesi akşamı yaşanan büyük travma atlatılmadan dün de Kayseri'deki katliam yaşamı kararttı."

* * *

"Dört gün sonra hapishanede üç ay bitecek.
Silivri'ye 22 Eylül'de gelmiştim.
 
Dış dünya ile tek irtibat noktası olan radyo sonbaharın başladığını söylemiş, ben de not almışım.
 
Şimdi 22 Aralık olacak.
 
Gün ile gece eşitlenecek.
 
Buna babam meraklıydı.
 
Gün ile gece eşitlenecek ve bu kez de kış resmen başlayacak.
 
Sonbahar ile başladığımız Silivri, kış ile devam edecek gibi.

* * *

"Nitekim, cumartesi eklerinden birinde ‘Zemheri Geldi' başlığına rastladım, hemen altında ise ‘çiçekleri unutma' ibaresi bulunuyor.
 

Zülüm kendi söylediklerini tekrarlamayanları Silivri'ye gömme peşinde, ülkeye gerçek bir siyasal zemheri geldi.
 
Bari çiçekleri kurtarabilsek."

* * *

"Spotta, ‘Soğuklar bastırdı... 22 Aralık'ta zemheri başlayacak ve 1 Şubat'a kadar sürecek. Bu durumda yapılacak iş çok… Çiçeklerin soğuğa karşı korunması, bahçenin elden geçirilmesi, bu ay ekilecekler... Haydi işbaşına!' uyarısı var.
 
Çiçeklerin soğuğa karşı korunması, bahçenin elden geçirilmesi, bu ay ekilecekler gibisinden ‘işlerimiz' maalesef yok...
 
Yüksek duvarlarla çevrili mütevazi avluda bol bol yürümeye çalışıyorum.
 
Gün içinde iki saatin altına düşmeden, daha fazlasını hedefliyorum.
 
Madem ülkeye zemheri geldi, en azından kilo verip, sağlığa az biraz özen göstererek hiç olmazsa küçük bir ömür amortisi kazanmaya çalışalım..."

* * *

"Sağlıkla ilgili tüm haberleri, sohbetleri, köşe yazılarını ve magazin deryasını izliyorum.
 
‘İyi ki Tansiyonum Çıktı' isimli yeni çıkan bir kitap gözüme ilişti.
 
Boğazına düşkün, yemeğe içmeye fazlasıyla meraklı Prof. Tekin Akpolat zaman içinde hem şişkolaşıp şeker hastası olmuş hem de yüksek tansiyona tutulmuş.
 
Kitapta bunlarla baş etmenin yollarına dikkat çekiyormuş…
 
Röportajında çok ilgimi çeken bir örneğe rastladım.
 
Yüksek tansiyona karşı insanlığın artık silahlandığını, çaresiz olmadığını 2. Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1945'te yapılan dünyanın yeniden paylaşıldığı Yalta Konferansı'ndan çarpıcı bir örnek eşliğinde kıyaslayarak anlatıyor.
 
Yalta Konferansı sırasında ABD Başkanı Roosevelt'in tansiyonu 26/15 imiş. Ama o tarihlerde yüksek tansiyonun henüz çaresi bulunamadığından sadece sakinleştirici alıyormuş. Nitekim Yalta Konferansı'ndan sekiz hafta sonra ölmüş.
 
Sovyetler Birliği Başkanı Stalin de yüksek tansiyondan mustaripmiş ve hipertansiyonu sülüklerle tedaviye çalışıyormuş. O da beyin kanamasından ölmüş ama epey sonra…
 
Dünyayı paylaşacak güce sahiptiler ama yüksek tansiyonu denetim altına alacak çareleri yoktu."

* * *

"Doktor yüksek tansiyona, şekere, kalbe karşı 8T kuralı diye bir formül geliştirmiş.
 
Ancak bu sekiz kuralı adeta özetleyen bir kural ilgimi çekti: ‘Ha babam yürüyün, yürüyüş gerçekten ilaç,' diyordu.
 
Roosevelt ve Stalin'in dünyayı paylaşma, yer küreye egemen olma kavgası söz konusu değil ama zemheri soğuklarına rağmen yüksek bir yürüme iradesi ve imkanına sahibim, doğrusu sevinç duydum.
 
Saat 11 oldu, hatta geçiyor, henüz gazeteler gelmedi, gelse de bir büyük bir kasveti elimde tutmuş gibi hissedeceğim.
 
Güneş biraz parıldadı, saçaklar da gece dondurarak zapt ettiği suyu avluya bıraktı.
 
O halde tam da yürüme zamanı...
 
Biraz yürüyeyim bari."

* * *

Yukarıdaki notları yazdığımdan bu yana dört yıl geçti…
Hattâ 2020 yılı da yarın geride kalıyor…
Ne yıldı…
Korona, deprem, hatta göktaşı bile yerküreyi pas geçmedi…
Üstelik Ahmet hâlâ Silivri'de…
Bu sabah da güneş biraz parıldar gibi…
Yürüyeyim bari...



P24'te yayımlanmıştır.