Gündem

Mehmet Altan yazdı: Demokrasinin vazgeçilmez şartı ifade özgürlüğüdür

"Demokrasiden ve demokratikleşmeden haz etmeyen her kişi ve kurum önce ifade özgürlüğüne ateş eder"

20 Kasım 2019 14:49

Mehmet Altan*

Altmış yıl önceki ifade özgürlüğünün anayasal güvence altına alınması çabalarını yazarken bugün kendi başıma gelenleri anımsadım.

2 Ekim tarihli  “Askerî darbenin ilk icraatları ne oldu?” başlıklı yazıda Millî Birlik Komitesi’nin çok kısa süren iktidarı döneminde basınla ilgili düzenlemelerini üç noktada toplamıştım.

İlki, basını nefessiz bırakan yasa ve maddelerin acilen iptalidir. İkincisi, eli yüzü düzgün bir basın yasasıdır. Üçüncüsü, çok daha kalıcı bir tedbir olarak 1960 Anayasası'na basın ile ilgili konulan özgürlükçü maddelerdir.

***

27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime el koyan Millî Birlik Komitesi, 1961 Anayasası oluşturulmadan önce, basın özgürlüğüne ilişkin olumlu düzenlemeler yaptı.

Basın özgürlüğünü ihlal eden birtakım kanunlarda ve özellikle Basın Kanunu’nda yaptığı değişikliklerle, basın özgürlüğünü yok eden hükümleri kaldırdı.

Ayrıca Millî Birlik Komitesi Fikir İşçileri Kanunu’nu kabul ederek ve Basın İlan Kurumu’nu kurarak basın özgürlüğü lehine çok ciddi adımlar attı.

Bu gelişmeleri etraflıca gördük.

***

9 Temmuz 1961 tarihinde 1961 Anayasası kabul edildi ve basın özgürlüğüne ilişkin ayrıntılı düzenlemelere yer verildi. Çünkü 27 Mayıs ihtilaline kadar birçok gazete kapatılmaya devam etmiş ve basında en ufak bir eleştiriye dahi tahammül gösterilmemişti.

Şunu da anımsatayım, 1961 Anayasası’nın basınla ilgili hükümleri zamanın Temsilciler Meclisi Komisyonu'nda görüşülürken 1954-1959 dönemine ait bazı rakamlar açıklandı. Açıklamaya göre bu dönemde 1000’den fazla basın davası açılmıştı. Bunların 800’ü mahkumiyetle sonuçlanarak, verilen ceza toplamı 70 yıl 11 ay 6 günü bulmuştu.

Bu nedenle 1961 Anayasasıyla temel hak ve özgürlükler güvence altına alındı, söz konusu hak ve özgürlüklerin kısıtlanma koşulları da anayasayla düzenlendi.

Temel hak ve özgürlüklere anayasal güvence sağlanması, söz konusu hak ve özgürlüklerin keyfi uygulamalarla kısıtlanmasını engellemesi açısından da önemliydi.

***

1961 Anayasasında dikkat çeken diğer bir unsur da temel hak ve özgürlüklerle ilgili maddelerin uluslararası sözleşmelere uygun olarak gerçekleştirilmiş olmasıdır.

Nitekim 1954’te Türkiye’nin de imzaladığı, temel hak ve özgürlüklerle ilgili birincil önemli başvuru merci olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin izlerini bu anayasada görmekteyiz.

Bu düzenlemelerle basın özgürlüğü bizzat Anayasa tarafından koruma altına alındı.

Bir önceki anayasanın bahsetmediği sosyal ve ekonomik haklara da yer veren 1961 Anayasası çağdaş, liberal demokrasilerin anayasalarında yer alan hemen bütün hakları korumuş, temel  hak ve özgürlüklere  yer vermişti. Anayasa’nın ‘liberal’ olarak nitelenmesinin nedeni buydu.

***

Ayrıca, kanun koyucunun hakları sınırlandırması ihtimali karşısında önemli güvenceler getirildi. Özgürlüklerin sınırlandırılmasının koşullarının da anayasada yer alması keyfî kısıtlamaların engellenmesi açısından önemliydi.

Hükümeti ve parlamentoyu denetleyecek bir yargısal kurum olarak Anayasa Mahkemesi kuruldu.

Anayasa Mahkemesi kurularak, Anayasa’da düzenlenen hükümlere aykırılığın yaptırım mekanizması oluşturuldu.

1961 Anayasası’nda kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini sağlamak amacıyla kurulan Anayasa Mahkemesi ile anayasanın üstünlüğü ilkesi güvence altına alındı.

Bu, aynı zamanda kişi hak ve özgürlüklerinin de güvence altına alınması anlamına gelmekteydi ki böylece anayasaya aykırı kanunlarla bu özgürlüklerin ihlal edilmesinin de önüne geçilmişti.

Böylece, basın özgürlüğünün temel koşulu olan ifade özgürlüğü de anayasal güvence altına alınmıştı.

***

Yazının bu bölümünü yazarken, “anayasal güvence” bağlamında Basın Tarihi’nin bir parçası olarak başıma gelenleri anımsadım…

11 Ocak 2018 tarihinde Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu dava dosyasının en son hâli üzerinden, dosya kapsamında mevcut tüm delilleri incelemek sûretiyle tutuklanmamın hukukî olmadığına, dosya kapsamında suç işlendiğini gösterir kuvvetli delil bulunmadığına, yazı ve televizyon programında düşünce açıklamaktan ibaret eylemden ötürü tutuklamanın üç ayrı anayasal hakkın ihlali olduğuna karar verdi.

Yargı tarihindeki büyük bir skandala imza atarak 26. Ağır Ceza Mahkemesi TC Anayasası ile kendisini bağlı görmedi ve Anayasa'nın 153. maddesine rağmen beni tahliye etmedi…

16 Şubat 2018 tarihinde, 26. Ağır Ceza Mahkemesi bununla da yetinmedi, düşünceyi, TCK 309. maddesindeki anayasal düzenin değiştirilmesi suçunun unsuru olarak kabul etti  ve "cebir ve şiddet" ile bir saydı. Ve beni TCK 309. Maddesinden “ağırlaştırılmış müebbet”e mahkûm etti.

***

20 Mart 2018 tarihinde bu kez AİHM, hakkımda hak ihlali kararı verdi, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu'nun verdiği kararı aynen benimsediğini bildirdi, İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinin Anayasa Mahkemesi kararına direnmesinin kabul edilemez olduğunu hüküm altına aldı.

27 Haziran 2018 tarihinde, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi Anayasa Mahkemesi Kararı ile kendisini bağlı gördü ve beni "her hafta imza atmak ve yurt dışı yasağı" adli kontrol şartları ile tahliye etti.

Ama  mahkeme heyetlerine anayasal kurallar vız geldi.

2 Ekim 2018 tarihinde ise aynı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi Heyeti, 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kararını onadı. İstinaf mahkemesi olan 2. Ceza Dairesi heyeti de Başkan Taner Akıncı, üye Cafer Ay, üye İrfan Şancı ve iddia makamında Mustafa Öztürk aynı İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti Başkan Kemal Selçuk Yalçın, Mehmet Akif Ayaz, Recai Kurt ve iddia makamında Eray Akkavak gibi TC Anayasası’nın 153. Maddesine aykırı hareket etti, TC Anayasası’nı yok saydı.

05 Temmuz 2019 tarihinde Yargıtay 16. CD’si, dosyada yaptığı esas incelemesinde; TCK 309.maddesinde düzenlenen suçun yazı ve televizyonda düşünce açıklamak ile işlenemeyeceğine ve Anayasa Mahkemesi Kararı ile Anayasa hükümleri gereği ilk derece mahkemesinin de Yargıtay Dairesi'nin de bağlı olduğuna karar verdi ve beraatime hükmetti.

Tam  altmış yıl önceki  “Anayasaya aykırı kanunlarla bu özgürlüklerin ihlal edilmesinin de önüne geçilmesi “ve “basın özgürlüğünün temel koşulu olan ifade özgürlüğünü de anayasal güvence altına alınması” gibi çabaları yazarken bugün  kendi başıma gelenleri anımsadım. Hani bir laf var ya “nereden nereyeee?” işte tam da o…   

***

Aslında anayasalar açısından basın özgürlüğüne de topluca bakmakta fayda var… Bir ara bunu da listemize alalım.

1961 Anayasasının getirdiği önemli özgürlükler üzerine daha da derinlemesine bir değerlendirmeyi yapmak tabii ki mümkün… Ama o özgürlük ortamı çok kısa sürmüş, bu kez gene bir örtülü darbe ile 1971 Muhtırası sonucu kötürüm edilmişti. Bir darbe ile gelen özgürlüklerin on yıl sonra gene örtülü bir darbe ile geri alınmasının dünya sistemi açısından analizini Darbelerin Ekonomisi kitabımda yapmıştım, yeniden oraya dönmüyorum.

Burası maalesef “geri vitesinin sınırı olmayan” bir ülkedir.

1971 Muhtırası sonrasında yapılan Anayasa değişikliğinden doğal olarak  Anayasa’nın 22. maddesi de nasibini aldı. Basın özgürlüğü kuşa döndü.

Basın özgürlüğünün sınırlanması konusunda çok geniş bir çerçeve çizildi.

Zaten ilan edilen sıkıyönetim sonucunda da dönemin çok sayıda gazetecisi tutuklandı ve basın özgürlüğü hiçe sayıldı. Babam da onlardan biriydi.

1961 Anayasasının 22. maddesinde, “Devlet, basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır,” ifadesi vardı. 1971 Darbesi bu anlayışı da katletmiş, “devletin bir anlamda basın özgürlüğünün savunucusu olduğu, artık basın özgürlüğü lehine aktif bir rol alması gerektiği” vurgusu da ölmüş, bir daha da geri gelmemiştir.

Neden böyle oluyor?

Çünkü demokrasinin vazgeçilmez şartı ifade özgürlüğüdür…

Demokrasiden ve demokratikleşmeden haz etmeyen, bunu kendi egemenliği için çok tehlikeli gören her kişi ve kurum önce ifade özgürlüğüne ateş eder.

Ama Türkiye’yi vurur. Kendini de ağır yaralar.

Sağır, dilsiz ve kör bir ülkenin başında kazık kakmağa kalkmanın kimseye, hele ülkeye hiçbir hayrı dokunmaz.

Ama ne hikmetse her gelen bir kez bunu dener.