Yaşam

Mehmet Altan: Devlet anarşizmi ve DP’nin affedilmez günahları

"Kendi vatandaşlarına karşı linç düzenleme eylemi içinde olanlar ömürleri boyunca himaye gördüler, hattâ ödüllendirildiler"

17 Temmuz 2019 16:44

Mehmet Altan*

Basınla Demokrat Parti hükümeti arasındaki “balayı” Kore Savaşı konjonktürü ve ekonomide artan bunalımların etkisiyle kısa sürede sona erer, bunu geçen haftaki yazıda anlatmaya çalışmıştım.

1954’ten sonra DP hoşgörüsüz ve sert bir tavra yönelir. Baskı yasaları birbirini izler. Devletin bizzat devlet eliyle çökertildiği bir "devlet anarşizmi" başlar. Siyasal iktidar, yargıyı yargı olmaktan çıkarttığı andan itibaren bu süreç hareketlenir. Çünkü yargı hukuktan koparılınca yavaş yavaş devletin diğer kurumları da çöker. Bütün kurallar ortadan kaybolur ve bir tür anarşizm ortaya çıkar. Devlet anarşizmi, devletin adının olduğu ama kendisinin olmadığı bir durum. Bu durumu yaratan da siyasal iktidarın yargıyı yok etmesi süreci ile birlikte devletin bizzat kendisi.

***

Baskı döneminin hemen başlangıcında, 1954 yılında yürürlüğe giren 6334 sayılı Kanun "devlet anarşizmine" dört dörtlük bir örnek. Bu kanunla kurumları güçsüz olan bir devletin nasıl çökertildiğini görürsünüz.

Bu kanun, Demokrat Parti'nin çıldırarak "ispat hakkını" yasakladığı kanundur. Gazetecilerin yaptıkları haberlerin doğruluğunu ispatlama hakkı bu yasayla yasaklanır. Böyle bir yasa çıkaran bir  hükümet, buna bigâne kalan hukuk kurumları ve kuzuların sessizliğine bürünen bir toplum.

Görünürde yeni çıkan yasayla “namus, şeref veya haysiyete hakarette bulunulması, itibar kıracak, şöhret veya servete zarar verebilecek konuların yayınlanması” yasaklanır.

Yasa böyle bir suç işlendiği iddiası söz konusu olduğunda savcıların doğrudan harekete geçmesine olanak sağlar. Şikâyete bağlı bu tür suçların savcılığın doğrudan harekete geçtiği suçlar kategorisine alınmasının tek bir nedeni vardır, Demokrat Parti ile ilgili tüm yolsuzluk haberlerinin yasaklanması. İspat hakkı bu nedenle yasaklanır. Bu, Demokrat Parti'nin en ağır günahları arasındadır.

Ne yazık ki hukuk devletini ortadan kaldıran bu akıl dışı yasa 1960 yılına kadar yürürlükte kalır, gazetecilere yapılan ağır baskıların aracı olarak kullanılır. Devlet hukukun düşmanı hâline gelir.

***

Bu baskı döneminde Halkçı gazetesinin yaşı yetmişi aşan yazarı Hüseyin Cahit Yalçın’ın tutuklanması büyük tepkilere neden olur. Bütün gazetelerde ak saçlı Yalçın’ın sivil polislerin arasında cezaevine götürülürken çekilen fotoğrafı yayınlanır. Yurt içinde ve yurt dışında artan tepkiler üzerine Yalçın, Şişli Etfal Hastanesi’ne gönderilir. Burada cezasını tamamladıktan sonra serbest bırakılır.

***

Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye ile Yunanistan arasında gerginliğin yaşandığı dönemde, öğleden sonraları çıkan İstanbul Ekspres gazetesi,  “Selanik’te Atatürk’ün evine saldırı olduğu” haberini yayımlar. Taksim meydanında toplanan "halk" galeyana gelir. Beyoğlu, Galata, Harbiye ve Şişli’de Rumlara ait ne kadar mağaza ve dükkân varsa hepsinin vitrinleri parçalanır, mallar sokaklara dökülür, yağmalanır. Mezarlıklara saldırılır. Polisin gösterileri durduramaması üzerine askerî birliklerden yardım istenir.

Atatürk'ün evine bombayı atan da, kendi gazetesinde bunu manşete çeken de, ardından sokak hareketlerini kışkırtanlar da bugün isim isim biliniyor. Kendi vatandaşlarına karşı linç düzenleme eylemi içinde olanlar ömürleri boyunca himaye gördüler, hattâ ödüllendirildiler.

Dönemin Özel Harp Dairesi Başkanı emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu 1991 yılında verdiği bir mülakatta, “6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi” ifadelerini kullanmıştı.

Başka söze gerek var mı? Devlet  anarşizmine açık bir örnek bu olay.

***

"Operasyon" amacına ulaşır ve sabaha karşı sıkıyönetim ilan edilir. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar ertesi gün Valilikte bir basın toplantısı düzenlerler. Bu tasarlanmış vahşetten dolayı basını ve solcuları suçlarlar. Solcular ve basın üzerine bir kasırga eser, toplu tutuklamalar başlar, gazeteler kapatılır.

***

Üç gün sonra İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nurettin Aknoz bir basın toplantısı düzenler, basına getirdiği evlere şenlik yeni yasakları açıklar.

—6 Eylül olaylarını komünistlerden başkalarının yaptığı yolunda yazı ve yorumlar yasaktır. —NATO devletleriyle ilgili haberler yasaktır.

—Hükümeti tenkit etmek yasaktır.

—Hükümetin çalışmalarını etkileyecek biçimde yazılar yazmak  yasaktır.

—Sıkıyönetimin çalışmalarıyla ilgili haberler yasaktır.

—Halkı heyecanlandıracak haberlerin yayınlanması yasaktır. Meclis’teki görüşmeler halkı heyecanlandıracak nitelikteyse yazılmayacaktır.

—Darlık, kıtlık ,yokluk haberleri yapmak yasaktır.

—İkinci baskı yapmak yasaktır.

—Magazin sayfalarında halkı heyecanlandıracak resim ve yazılar yasaktır.

—Çıplak kadın resmi basmak da yasaktır.

***

Bu yasaklardan sonra her gün sıkıyönetimden gelen telefonlarla gazetelere "sıkıyönetim mahkemeleriyle ilgili haberler yayınlanamaz" türü yeni yeni yasaklar bildirilir.

Tahrip edilen dükkân sayısını yazmak da yasaktır, Beşiktaş'ta bir çuval içinde bulunan yanık iki cesedi de...

Sıkıyönetim Komutanlığınca, bu yasaklara uymadıkları gerekçesiyle Ulus gazetesi süresiz, Hürriyet, Tercüman, Hergün, Medeniyet ve Dünya gazeteleri ise 15 gün süreyle kapatılır.

Devleti devlet yapan bütün kurallar ve kurumlar devlet eliyle çökertilir.

***

Devlet anarşizmi, tarihimiz boyunca sık sık karşımıza çıkan bir uygulama. Belki de bu yüzden bir türlü herkesin içinde güvenle yaşayacağı bir yapı oluşturamıyoruz.


*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platfomu P24'te yayımlanmıştır.