Gündem

MAZLUMDER: Yeni bir af kanunu konuşulurken siyasi mahpusların kapsam dışı tutulması kabul edilemez; 28 Şubat'ı hatırlayın

27 Mart 2020 10:17

İnsan hakları örgütü MAZLUMDER, iktidarın üzerinde çalıştığı infaz indirimi paketini "sadece vatandaşa karşı işlenen suçları kapsam içine alıyor" sözleriyle eleştirirken düzenlemenin siyasi hükümlüleri de kapsaması gerektiğini söyledi. 

MAZLUMDER yazılı açıklamasında cezaevlerindeki hükümlü ve tutuklu sayısının 300 bini geçtiği belirtilirken ilkesel olarak kişilere karşı işlenen suçların 'affedilmesinin' mağdurun hislerini yok saydığı, devlete karşı işlenen suçların 'af' kapsamasına alınması gerektiğine vurgu yapıldı. Açıklamada 28 Şubat yargılamaları hatırlatılarak "siyasi yargılamalardaki adaletsizlikler konusunda halen köklü bir adım atılabilmiş değilken çıkarılması planlanan örtülü af kanununda da bu hususun göz ardı edilmesi açık bir hukuksuzluktur" denildi. 

MAZLUMDER'in açıklaması şöyle: 

"Her zamanki gibi af kavramını kullanmamak adına 3. Yargı Paketi içerisinde infaz indirimi ve şartlı tahliye adı altında gündeme getirilen bahse konu örtülü af düzenlemesi ile hem infaz indirimi yapılmakta hem de denetimli serbestlik süreleri artırılarak kapsam içine alınacak suçlar yönünden ciddi bir avantaj sağlanmaktadır.  Düzenleme ile adi suçların infazı kalıcı olarak yarıya indirilmekte, 1 yıl olan denetimli serbestlik süresi ise bir sefere mahsus 3 yıla çıkarılmaktadır. Düzenleme kamuoyuna yansıdığı şekilde yasalaşırsa 9 yıl ceza alan ve kapsam içinde kalan bir adli mahpus 1 ay kapalı cezaevinde tutulduktan sonra açık cezaevine nakledilecektir. Ancak soyut gerekçelerle örgüt üyeliğinden 6 yıl 3 ay ceza almış bir kişi kapalı cezaevinde en az 3 yıl 8 ay tutulmaya devam edecektir.

TIKLAYINIZ: Cezaevlerinden erken tahliye düzenlemesinde sona gelindi; işte tartışmalı maddeler

İlkesel olarak kişilere karşı işlenen suçlar yönünden cezasızlığa yol açan, mağdurun hislerini yok sayan, ihkak-ı hak ve öç duygularını depreştiren af ya da bu anlama gelecek düzenlemelere karşı olduğumuzu vurgularız. Af yetkisi suçun mağdurunda ya da mağdurun yakınlarındadır.  Devletin kişilere karşı işlenen suçları affetme yetkisi olmadığı gibi sayın Cumhurbaşkanının sık sık zikrettiği üzere devlet ancak kendisine karşı işlenen suçları affedebilir.

Ancak ve maalesef Türkiye’nin bir gerçeği olarak yaşanan yoğunluk, fiziki şartların yetersizliği, salgın hastalık tehdidinin geldiği boyut cezaevlerini hürriyeti bağlama dışında farklı cezalar da üreten bir noktaya getirmiştir. Yine yargılama pratikleri açısından adli dosyalar yönünden de ciddi Adil Yargılanma ihlalleri yaşandığı ve suçsuz olduğu halde ceza alan insanların azımsanamayacak düzeyde olduğu da bir gerçeğimizdir. Lüzumu halinde bir masum hatırına yüzlerce mücrimi göz ardı etmek de temel değerlerimizdendir. Yine dünyanın bir gerçeği olarak bir cezalandırma aracı olarak cezaevinin sanayileşme ve ulus devlet adına bütün dünyada yaygınlaşmış, insan fıtratına aykırı, cezalandırmanın hiçbir amacına uymayan bir yönü olduğu da yadsınamaz.

"İnfaz düzenlemesi vatandaşa karşı işlenen suçları kapsıyor"

Bütün bu sebepler ve daha onlarcası göz önünde bulundurulduğunda bir ceza çektirilecekse de bunun mevcut haliyle cezaevlerinde devam ettirilemeyeceği ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu ve benzeri ihtiyaçlar mevcut infaz paketini doğurmuş bulunmaktadır. Ancak mevcut paket Türkiye yasama ve yargı pratiği açısından maalesef alışıldık bir eşitsizlik ve adaletsizlik örneği olacak şekilde, tam tersi olması gerekirken, sadece vatandaşa karşı işlenen suçları kapsam içine almaktadır. Devlete ve özellikle resmî ideolojiye karşı işlenen suçlar kapsam dışında bırakılmaktadır. COVİD-19 salgını çerçevesinde tekrar gündeme gelen infaz indirimi, şartlı tahliye ya da af düzenlemesinden siyasi mahpusların yararlandırılmayacağı yönündeki haberler, eşitlik ilkesine ve devletin ancak kendisine karşı işlenen suçları affedebileceği yönündeki temel ilkeye aykırı, adaletsiz bir düzenlemeyi işaret etmektedir.

Türkiye’de 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen referandum sonrasında köklü bir sistem değişikliği yaşanmış ve 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleşen seçim ve sonrasında bu sistem değişikliği fiilen de hayata geçmiştir.

"28 Şubat brifingli yargı süreçlerinde hukuk silah olarak kullanılmıştı"

Bu kadar köklü değişikliklerin ve gerek 28 Şubat’ın brifingli yargı süreçlerinde gerek DGM süreçlerinde gerekse paralel yargı süreçlerinde hukukun silah olarak kullanıldığına ilişkin oluşan netliğin bir gereği olarak yargı alanında ve özellikle cezaevlerine yönelik birtakım düzenlemelerin yapılması gerekirdi. Yine 15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL şartlarında yapılan örgüt yargılamalarında da ciddi adil yargılanma sıkıntıları olduğu görülüyordu. 28 Şubat mahpuslarının bir kısmıyla ilgili bir takım olumlu gelişmeleri saymazsak, siyasi yargılamalardaki adaletsizlikler konusunda halen köklü bir adım atılabilmiş değilken çıkarılması planlanan örtülü af kanununda da bu hususun göz ardı edilmesi açık bir hukuksuzluktur.

Yaşanan değişimin ve yargının dünden bugüne değişmeyen işleyişine ilişkin oluşan netliğin bir gereği olarak, özellikle devlete ve resmî ideolojiye karşı işlenmiş ya da işlendiği iddia edilen suçlar yönünden ciddi bir düzenleme yapılması gerektiği ortadadır. Yine özellikle örgüt üyeliği, örgüte yardım, propaganda gibi suçlar ile olağandışı dönemlerde siyasi saiklerle gündeme getirilen anayasal düzene karşı suçlar yönünden insanların çok basit ve soyut gerekçelerle cezalandırıldığı ve infaz koşul ve sürelerinin zaten oldukça ağır olduğu bir vasatta yaşadığımız da ortadadır. Bunlar yönünden dile getirdiğimiz kapsamlı yeniden yargılama talepleri de ciddi bir karşılık bulmamıştır.

Kişilere karşı işlenen ve içerisinde uyuşturucu imalatı ve ticareti, çete kurma ve yönetme gibi suçların da bulunduğu bir kısım adli suçların af bağlamında tekrar gündeme getirilmesi karşısında, asıl olanın cezaevlerini boşaltmak değil adil bir yargı zemini inşa etmek ve mağduru da tatmin edecek adil bir infaz sistemi kurmak olduğunu bir kez daha vurgulayarak bir af kanunu çıkarılacaksa bunun ayrımsız, eşit ve adil bir içeriğe sahip olması gerektiğini vurgularız.