Kültür-Sanat

Kuyudan çıkan Deniz Kız’larının öyküsü

Kalliopi Lemos bu kez de toplumsal yaralara Yoakimion Fener Rum Kız Okulu’ndan dokunuyor.

22 Eylül 2013 15:23

Aysel Sağır

Kalliopi Lemos, 13. İstanbul Bianeli paralel etkinlikler programı kapsamında, Beral Madra küratörlüğünde gerçekleştirilen Ben Benim Dünyalar Arasında ve Gölgeler Arasında’da, küresel kapitalizmin beslediği toplumsal kriz(ler)in kurbanları, kadın ve çocukları görünür kılıyor.

Haliç’in kıyılarından başlayan, ancak asıl görüntüsü içerlerde şekillenen, yukarı doğru çıktıkça da Fatih’le iç içe geçen bir yer Fener. Ama Balat, baskın imajıyla onu içine alarak kapsıyor. Yalnız Fener deyince önce bir durmak gerekiyor; Zira Ortodoks mezhebinin merkezi konumundaki Doğu Ortodoks İstanbul Patrikhanesi’nin 1601 yılından beri burada yer alması çok güçlü bir tarihsel vurgu yapıyor.

Derken, Fener’in kendisiyle iç içe geçmiş tüm mahallelerinden, sokaklarından, evlerinden, ona yakın büyük küçük semtlerin yaşanmışlıklarından iniltili sesler geliyor. Evler, sokaklar ağlar mı? Ağlıyor işte... Kallıopı Lemos’un 13. İstanbul Bianeli kapsamında gerçekleştirilen ve 10 Kasım’a  kadar devam edecek olan, “Ben Benim, Dünyalar Arasında ve Gölgeler Arasında” adlı sergisi de, 1988’d e kapatılmış ve boşaltılmış (kuruluş 1879) Fener Yoakımıon Rum Kız Okulu’nda bu ağlamaya eşlik ediyor. Lemos, sınıflara yerleştirdiği asılı ya da koltuk değneklerine dayanan yarı insan- yarı hayvan mitolojik figürleri çağrıştıran kadın ve çocuk odaklı heykelleriyle, ortak bir bilince sesleniyor.  Ama, bir zamanlar... nostaljisiyle fısıldayan bir ses değil bu. Gerçeğin derinliklerinden geliyor, zira heykeller de erkek egemen zihniyetin biçimlediği gerçeğin metaforları haline gelerek, ortak bellekle buluşuyor.

 

Bütünlükleri parçalanmış bedenler

 

Yoakımıon Rum Kız Okulu’nun sınıflarında, bütünlükleri saldırıya uğramış kadın bedenlerinin heykel halleri, sıraların, kara tahtaların, Türkiye-Dünya  haritalarının yanıbaşlarında durup, onlardan bir uzantı oluşturuyor. Sonradan gelecek olan başka öğrencileri beklemiyorlar artık. Ama eski olanlar çok önceden gelmişler bile. Üstelik tüm yaşadıklarına yarım kalan çocukluklarını da katarak. Yalnız mahallelerindeki evlerine gidemeyecek olmanının hüznünü yaşıyorlar. Artık bir daha hiç terk etmemek üzere, saldırıya, tecavüze uğramış bedenlerinin ve benliklerinin hangi parçasını buldularsa onlarla sınıflarına yerleşmişler. Ama yanlış anlaşılmasın, sadece kendileri gelmemişler; dünyadaki tüm kadınları da yanlarına almışlar. Halen bütün şiddetiyle devam eden kadın ve çocuk kıyımlarına karşı bir duruşları var.

Kiminin sadece kafası gitmiş, “kitaplık” yazan kapının önündeki masaya yaslanarak durmaya çalışıyor. Kadınlar ve çocuklardan oluşan metaforik katmanlarla sarmalanmış yedi kişilik bir heykel kafilesi bu. Yaşadıkları şiddete karşı koymak için her biri sınıflarının stratejik noktalarına konuşlanmışlar. Bakışlarını okuldan dışarısına, mahallelerine odaklayanlar da var. Canlı görüntüye hasret kalmışcasına, okulu kesen sokakta bir kaç kadının halı yıkayışlarını seyrediyorlar. “Müdür Odası”, “Öğretmenler Odası” tabelalarının olduğu kapılar açık. Üstelik tüm okuldan öğrencilerin gürültüleri geliyor. Teneffüsün son saniyelerinde sınıflara koşuşturan öğrencilerin şamatacı sesleri kesilir gibi oluyor derken, alt kattaki bir sınıftan koro halinde söylenen şarkılar duyuluyor ve giderek tüm atmosfere  hakim oluyor.

 

Küresel ve toplumsal kurbanlar

 

Duvar boyaları dökülmüş, cam kirişleri paslanmış ama kapı kolları sağlam sınıflardan birinde bir küre, labaratuar olarak kullanılıyor olsa gerek, başka bir sınıfta da deneysel malzemelerin bulunduğu bir dolap göze çarpıyor. Sınıf kapılarının hepsinde A-4 kağıdına basılmış bir kaç öğrenci fotoğrafıyla birlikte sözkonusu sınıfla ilgili bilgiler yer alıyor. Okulun her köşesinde öğrenim sürecine ait kullanılan malzemelerin korunaklıklarını devam ettirdikleri gözleniyor. Hafif bir rüzgar esiyor açık bir camdan, yer yer dökülmüş, kabarmış boyalardan bir kaçı rüzgara direnemiyor. Hemen girişte kuyudan çıkan Deniz Kızı kendini daha bir dayatıyor. Sanki bütün sırların kendinde olduğunu söylüyor. Sevinç veren bir hali de var. İçeri girin, diye sohbet ediyor gelenlerle. Kadın ve çocuk ölümlerinin, tacizlerinin, haberlerini kapsayan belgeleri inceleyin diyor. Hemen akla, böyle terk edilmiş kaç okul daha var sorusu geliyor? Ya da yarıda bırakılmış kaç hayat... Sesler ve heykeller olmasa okuldan çıt çıkmayacak diye düşünülmesin sakın. Aksine, öğrencilerin birbirine karıştıkça çoğalan neşeli seslerine eşlik eden heykeller, yakın zamanın derinliklerinden gelen bastırılamaz çığlıkların önemli bir bölümünü ait olduğu yerde topluyor. Onların bütünlüklerini yeniden kuruyor, onları kaldıkları yerden devam ettiriyor. Zira insanlığın onuru için, küresel kapitalizmin neden olduğu toplumsal olayların kurbanlarının buna ihtiyacı var.