Bilim / Teknoloji

Kültürler ve insanlar: Bir insan yaratmak

Yrd. Doç. Dr. Ömer Gökçümen, insan embriyolarında genetik değişiklikler yapmanın etik boyutlarını anlatıtı

27 Ağustos 2015 19:32

Yrd. Doç. Ömer Gökçümen 
New York Eyalet Üniversitesi Biyoloji Bölümü
Kaynak: Acikbilim.com 


Kültürler ve genler çoğu zaman etiksel ve ahlaki bağlamda da kesişiyor. Bu yazıda insan embriyolarında genetik değişiklikler yapmanın, yani bir anlamda biyolojik olarak yeni bir insan yaratmanın etik boyutlarından bahsetmek istiyorum. Bu konu tahmin ederseniz oldukça geniş bir yelpazeye yayılmış durumda ve bütün argümanları burada özetlemenin bir imkanı yok. Onun yerine size önce bu konunun neden bir etik tartışma konusu olduğunu anlatmaya çalışacağım. Daha sonra Steven Pinker isimli ünlü akademisyenin bu konuda yeni kaleme aldığı düşüncelerini eleştirel bir şekilde özetleyeceğim.

İsterseniz neden rütin bir şekide onlarca can aldığımla başlayalım.

Korkunç bir canavar değilim inanın.

2013 yılında biyomedikal bilim dünyası yeni bir gen değiştirme teknolojisi ile çalkalandı. Bakterilerde virüslere karşı savunma olarak evrimleşmiş ‘CRISPR-CAS’ mekanizmasını baz alan araştırmacılar, memeli genomlarında istenen her bölgeyi ucuz, isabetli ve hızlı bir şekilde değiştirebilecek bir teknik geliştirmişlerdi. Bu teknik sayesinde bir hücrenin genomunda istenen bir değişikliği yapmak artık çok kolaylaşmıştı.

Genetik mühendisliğinde yeni bir çağa girildi.

Ben de yeni laboratuarımda bu tekniği denemek istiyordum. Evrimsel olarak ilginç işaretler gösteren ve insanlar arasında büyüme hormonunun aktivesini etkileyen bir genetik çeşitliliğin yüz binlerce yıl öncesinde ortaya çıktığını laboratuarımda göstermiştik. Şimdi bu çeşitliliğin (A ve B versiyonlarının) fonksiyonunu anlamak için yukarıda bahsettiğim tekniği kullanarak, A ve B tipi fareler yaratmak için araştırma fonumdan para(cıklar) ayırmıştım. Açıkçası, bu konuda hiç deneyimim olmadığı için çalışmayacağını düşünmüştüm. Ancak, 2 ay ve 3000 dolar kadar sonra Roswell Park Kanser Enstitüsü’nün fare odalarının birisinde B tipi bir erkek fareyle bakışıyorduk bile. Bir memelinin, insan kadar karmaşık bir canlının, DNA’sını değiştirmiştik.

 

Fare odasında ben!

Fare odasında benKısa zaman sonra, gayr-ı resmi olarak İlker adını koyduğum farenin birçok yavrusu oldu. Bunları annelerinden ve babalarından gelen genetik tiplerine göre AA, AB, BB olarak ayırdık ve deneylerimize başladık. Birazdan, artık ölçümlerimizi yaptığımız ve sonraki nesiller için damızlık olarak kullanmayacağımız fareleri bir gaz kutusunda karbon dioksitle boğarak öldüreceğim. Bu acımasız görünen deneyin sonuçları sayesinde umuyorum ki insan evrimini ve çeşitliliğini daha iyi anlayacağız ve dolaylı olarak da insan gelişimi ile ilgili olduğunu düşündüğümüz işlevi anlayarak büyüme problemleri yaşayan hastalara yardım edebileceğiz. Buna rağmen kelime anlamı ile elimde doğmuş fareleri öldürmekten hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Üstelik, eminim ki bu yazıyı okuyup benim gerçekten de canavar olduğumu düşünen hayvanseverler olacaktır. Bilginiz için söylüyorum: İlker hâlâ hayatta.

Bunu anlatmamın sebebi, genetik mühendisliğinin ne kadar kolaylaştığı ve en iyi koşullarda bile genetik modifikasyonların insanın ahlâki duyargalarını uyardığı gerçeği. Fare İlker’e uyguladığımız tekniğin bir insan embriyosunu değiştirmek için kullanılmasının önündeki engeller artık teknolojik veya ekonomik değil, ahlâki. Kendi türümüzü ve evrimimizi biyolojik temelinden değiştirmenin eşiğindeyiz ve hatta çocuklarımız için bu tip ahlâki kararları almaya başladık: ‘Bebeğinizin kordon kanını dondurmak ister misiniz?’

 

İnsan biyolojisi üzerine savaşlar

 

İnsanın genetik mirasının üzerindeki kontrol, biyomedikal dünyanın felsefe taşı olagelmiştir. Kimileri tarafından ulaşılması imkânsız ama insan evriminin hastalık ve hatta ölümden arınmış bir sonraki safhası olarak görülmüştür (bkz. Asimov’un Vakıf Serisi). Kimileri ise insanların biyolojik olarak ayrı kastlara ayrıldığı, sanat ve edebiyatın sığ biyolojik özellikler içinde boğulduğu bir kabus senaryosu hayal etmişlerdir (bkz. Cesur Yeni Dünya). Şimdi geldiğimiz nokta ise, böyle konularda genelde olduğu gibi, ‘düşünebildiğimizden daha garip’ ve karmaşık.

5 haftalık insan embriyosuYukarıda bahsettiğim CRISPR-CAS tekniği ile insan embriyolarının genetiğini istenildiği gibi değiştirmek teknolojik olarak mümkün oldu ve bu bilimin Faust ruhlu insanları için karşı konulmaz bir merak yarattı: Doğmamış ve hiç doğamayacak bebeklerin hayatlarını kurtarabilir miyiz? Daha ergenliğe erişemeden korkunç şekilde ölen milyonlarca çocuğa normal bir hayat verebilir miyiz? Bir ömür boyu hayat kalitemizi düşüren yüzlerce marazı ‘tamir edebilir’ miyiz?

Gerçekten de çok zaman geçmeden, Çin’in Sun Yat-sen Üniversitesi’nden kromozomal bir anomaliden dolayı yaşaması imkânsız olan ve bu yüzden kürtajla alınmış onlarca embriyoda talesemi (Akdeniz anemisi) hastalığı ile bağlantılı bir geni CRISPR-CAS tekniği ile değiştirme çabalarını anlatan bir makale yayımladılar.

Ve ortalık karıştı.

Özellikle Amerika ve Avrupa’da bilim insanları ve biyoetik uzmanları bu makalenin etiksel boyutu ve buluntuları üzerine ahlâk felsefesinin birincil prensiplerinden, uzmanlaşmış teknik konulara uzanan geniş bir tartışmaya daldı (örn. burada ve burada ve burada ve burada). Araştırmayı yapan Çinli gruplar ise bu tartışmalara çok fazla bulaşmadan insan embriyoları üzerindeki çalışmalarına devam etmekteler. Sonucu hep beraber göreceğiz. Ancak, size bu tartışmaların ana eksenlerini, kalemi sert ve keskin dilbilimci Steven Pinker’in bir makalesinin eleştirisini yaparak özetlemek istiyorum.

Acikbilim.com dergisinde yayımlanan makalenin tamamını okumak için tıklayın.