Politika

Kars Belediye Eş Başkanı Ayhan Bilgen: HDP’nin karşı karşıya bulunduğu asıl tehlike çürümedir, yozlaşmadır, siyasi kirlenmedir

06 Nisan 2020 09:26

Türkiye gündeminin Koronavirüs salgınına kilitlendiği günlerde HDP’li 8 belediyeye daha kayyım atandı. Böylece 31 Mart seçimleri sonrası 3’ü büyükşehir olmak üzere 65 belediye kazanan HDP’nin 40 belediyesini artık kayyım yönetiyor.

T24’ten Murat Sabuncu’ya konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “kayyımların ‘Kürtçe’ alerjisi nedeniyle salgınla ilgili bilgilendirmelerin çok dilli yapılmadığı, bu nedenle de ilk günlerde ‘evde kal’ çağrılarının etkili olmadığını aktarmıştı.

Koronavirüs’e takılmayan kayyım siyasetinin bölgedeki etkilerini,  HDP’nin  katılımcı demokrasi iddiasının test edildiği yerel yönetimler sınavını, değişen Kürt  sosyolojisini , HDP’nin ‘aşil topuğunu’ , Mazlum-Der geleneğinden gelen, 3 dönem milletvekili seçilen, partinin yönetim kademelerinde yer alan ve 31 Mart yerel seçimlerinde memleketi Kars’ın eş belediye başkanı seçilen Ayhan Bilgen’le konuştuk.

Ayhan Bilgen "batıya göçle birlikte Kürtlerin sorunlarının karmaşıklaştığını, değişen Kürt sosyolojisinin Türkiyelileşmeyi zorunlu kıldığını" söylüyor.

"Artık şikayet eden, sadece söz üreten muhalefet döneminin, vitrin, temsil ve liderliğe dayalı siyasetin kapandığını" savunuyor. 

"Parti içi demokrasinin siyasetin yapısal sorunu olduğunu belirtiyor ve ekliyor; HDP de dahil değişmek zorunda; değişmeyen şey çürür, yozlaşır."

Bilgen, "merkeziyetçiliğin aslında Türkiye'yi böleceğini" ifade ediyor ve Abdullah Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan'la yaptığı son görüşmedeki "Siyaset kendin için, etrafın için, akrabaların için yapılıyorsa bu affedilir bir şey değil’ sözlerini; bir isyan olarak yorumluyor. 

İşte Ayhan Bilgen'in T24'ün sorularına verdiği yanıtlar

Söyleşiye başlamadan önce Koronavirüs’le ilgili son durumu almak isterim sizden. Kars bir sınır il. Sınır kapıları bir tarihe kadar açıktı. İlde tam olarak durum nedir?

Kars daha önce 4 sınır kapısına sahipti ama sonra 2 Gürcistan kapısı Ardahan'da , 1 Nahçıvan kapısı Iğdır'da kaldı. Kars Akyaka ilçesindeki Ermenistan kapısı ise uzun zamandır kapalı. Buna rağmen kayıt dışı göçmen hareketlerinin yanı sıra çevre illerden kaynaklı girişler oluyor. Vaka sayısı 30 civarında. Ancak test imkanı üniversite hastanesinde yeni başladı. Şimdiye kadar Erzurum'a gönderiliyordu. 1 belde ve 3 köy karantina altında. Büyükşehirlerde virüs dolayısıyla iş imkanı kaybolan gençler çok yoğun biçimde köylere dönüş yapıyor.

Valilik ne tür önlemler aldı Kars'a özel zira İçişleri Bakanlığı valilere inisiyatif verdi?  Valilik-belediye ilişkisi nasıl?

Valilikteki bazı koordinasyon toplantılarına belediye başkan yardımcılarımiz katılıyor ama bu toplantıların gündemi daha çok belediyenin temizlik ve zabıta denetim hizmetleriyle ilgili. Bunun dışında bir paylaşım söz konusu olmuyor.

Kars Belediyesi olarak siz ne tür önlemler aldınız. Özellikle dar gelirli aileler için ya da gündelik işlerde çalışmak zorunda kalanlar için?

Dezenfekte hizmetleri yoğun biçimde devam ediyor . Sokaklarda yıkama çalışmaları sürdürülüyor. Şehirde sokak hayvanlarına mama besleme noktaları oluşturuldu.

Evde bakım birimimiz çalışmalarını hızlandırdı. Gıda yardımları için kaynak oluşturmaya çalışıyoruz. 65 yaş üstü ailelerin ev adreslerini tespit ettik. Kent konseyi, mahalle meclisleri ve muhtarlar aracılığıyla ihtiyacı olanlara ulaşacak bir organizasyon planlıyoruz. Orta ve uzun vadede daha çok salgının ekonomik sonuçlarının tahribatını hafifletmek için tarımsal üretim kapasitesini artırmaya yönelik kooperatif çalışmalarını yaygınlaştırmak istiyoruz.

Kars'da  ‘Evde Kal’ çağrıları nasıl yankı buldu?

İşyerleri büyük oranda kapalı olmasına rağmen özellikle köylerden gelenlerin  alışveriş yaptığı gıda ürünü satan yerlerde yoğunluk ne yazık ki devam ediyor. Bu arada şehirde nüfusa oranla kahvehane sayısının çok yüksek olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olduk. Bu tablo şehirdeki işsizlik oranının yüksekliğinin sonucu.

 “Kars Belediyesi’nin geçmiş dönemden çok borcu var; kayyım atamak işlerine gelmiyor olabilir”

 HDP’li bir belediye başkanı olarak yerel yönetimler açısından bir modeliniz var mı?

Kürt siyasetinin geleneğindeki belediyecilik, özellikle parlamentoda temsil yokken,  genel sorunları, ülke sorunlarını,  demokratikleşme sorunlarını da dillendiren ona da tercüman olan bir yol izledi. Bu da hizmete odaklanmayı hizmete yoğunlaşmayı ciddi biçimde engelledi. Bu belki yola çıkıştaki en büyük handikaptı.

İlerleyen dönemde de kayyım atamaları, bütçe üzerindeki, personel üzerindeki baskılar  hizmet verilmesinde ciddi bir engelleyici rol oynadı. Fakat tabii bütün bunlar aslında sonuç itibariyle bir yirmi yılın özeleştirisini yapmamayı haklı kılmaz. Dolayısıyla da burada var olan yapılmış olan işlerin iyi sunulamamasıyla ilgili de sorunlar var. Kadınların yerel yönetimlere katılması , sosyal belediyecilik bütün bunlar hafife alınmayacak kadar önemli şeylerdi hele o şehirlerde bunu yapmak büyük anlam ifade ediyordu. Fakat ne yazık ki bunların sunumu konusunda hem genel medya ambargosu hem de bunları sunma konusunda kendi araçlarını oluşturamama gibi özeleştiriyi hak edecek bir tablo var.

Burada geldiğimiz noktada baktığımızda Kars’ın bir özel avantajı var o da Kars’ın sosyolojisi. Yani bu şehrin çoğulcu sosyolojik yapısı hem inançlar hem etnik kimlikler açısından tam da HDP’nin iddiası olan uzlaşarak yönetmeyi, birlikte karar vermeyi zorunlu kılıyor. Yani bizim belediye meclisi aritmetiğimiz böyle. Beş grup var ve uzlaşamadığınızda karar geçirmenin sayısı yetmiyor.

Kimler var?

 MHP, HDP,AKP,CHP ve DSP var. Dolayısıyla da beş partinin temsil edildiği ve HDP’nin bir çoğunluğa sahip olmadığı bir meclis aritmetiği. Bunun aynı zamanda şehirde karşılığı var. Bir de şehrin dibe vurmuş olması, geçmişten devralmış olduğu enkaz bu şehirde yapılan her iyi işin aslında takdirini sağlıyor.

Enkazdan kastınız nedir?

Yapılması gerektiği halde yapılmamış şeyler başlı başına önem arz ediyor ama daha önemlisi yapılmış yanlışlar var. Bir tanesi borç politikası… Bir belediyenin borçlanma sınırlarının yasal sınırları da aşılmış. Bu anlamda soruşturmalar var zaten. Herhalde Türkiye nüfusuna oranla kişi başına düşen borç miktarına baktığınızda Kars’ın borçlanma oranı büyükşehirlerin çok üstünde. İkincisi de kuralsızlığın şehirde olağan hale gelmesi. Yani her şey sanki belediye başkanının iki dudağı arasındadır,, başkan isterse her şeyi yapabilir anlayışı... Yani şehirde kurallarla yaşamak  (bu kurallar sonuçta toplumsal faydaya dayalı kurallar olmalı, yoksa Katolik kuralcılıktan bahsetmiyoruz ) o kadar sistematik biçimde ihmal edilmiş ki siz o kuralları toplum yararına uygulamaya kalktığınızda bu alışkanlıklar karşınıza çıkıyor.

Yani bu ikisini aşmadığınız takdirde orada kalıcı bir şey üretmemiz mümkün değil. Biz her ikisini de aşabileceğimizi düşünüyoruz. Elbette çok kolay olmayacak. Dirençler var, tepkiler var, rahatsızlıklar var ama biz büyük çoğunluğa hizmet etmek zorundayız yoksa küçük çıkar gruplarının esiri, rehinesi pozisyonuna düşersek orada bir halkçı belediyecilik yapma imkanı olmayacak.

Halkçı belediyecilik derken tam neyi kast ediyorsunuz buna geleceğim ama öncesinde şunu sormak istiyorum.  40 HDP’li belediyeye kayyım atandı. Her an bize de gelebilir diyor musunuz ya da şu ana kadar Kars’a kayyım atanmamasını neye bağlıyorsunuz?

Yani orada da yine bir akıl tutulması ve bir öngöremezlik tablosu var. Bize atanmayacak diye bir şey yok bize de her an atanabilir ya da hiç atanmayabilir de…  Burada iki şeyi önemsiyorum. İlki muhtemelen hepsine atarsak meşruiyet daha da dibe vuracak diye düşünüyorlar. Çünkü şöyle bir denklem kurmayı ister bir yerden sonra; işte bakın bunlar suç işledi, bunlara atamadık demek ki suçsuzlar. İkincisi de Kars’ın sosyolojisinden kaynaklanan siyasi tablodur. Yani eğer Kars’ta işte son belediye seçimlerinde AKP adayını çekmiş ve MHP’ye destek ve onunla ittifak yapma kararı almışsa bunun yereldeki  anlamını tartışmak gerekir; bu gerçekten AKP tabanında hangi sonuçları doğurdu. AKP tabanı gidip blok olarak MHP’ye oy verdi mi vermedi mi? Böyle baktığımızda verilmediğini görüyoruz. Dolayısıyla şimdi hem bir taraftan seçimde MHP ile ittifak yapmanın doğurduğu travma var,  diğer taraftan da kayyum atanırsa bunun en büyük zararını görecek olan parti AKP olacaktır. Yani kayyım atandığında bundan MHP karlı çıkabilir. HDP de yani sonuçta mağduriyetten dolayı bugüne kadar yaptıklarını rahatlıkla savunur ve bunun kitlede bir rahatsızlığı oluşacaktır.  Bu durumda da Kars MHP ile HDP’nin yarıştığı bir şehre döner.

“Muhalefetsen artık sadece şikayet etmeyeceksin; iktidar olmadan çözüm üreteceksin”

Belediye başkanlığını sevdiniz mi?

Siyaset sorun çözme sanatıdır. Ne yazık ki parlamentonun sürüklendiği durum, başkanlık sisteminin getirdiği tablo zaten uzun bir süredir Türkiye’de merkezi siyasetin polemik üzerine kurulu olması, bence muhalefet açısından şöyle bir zorunluluğu beraberinde getirdi. Artık muhalefet yapmak sadece iktidarı eleştirmek değil, şikâyet etmek talep etmek değil. Çözüm üretmenin, iktidar olmadan da yönetmenin,  işte dünyada daha çok otonomcuların sloganı olan iktidar olmadan çözmenin, iktidar olmadan yönetmenin bir formülünü aramayı zorunlu kılıyor. Yerel yönetimler bence bu anlamda merkezi iktidar olmadan da sorun çözme becerinizi test edeceğiniz ya da toplumda bunun örgütlenmesini sağlayacağınız bir zemin bu anlamda ben daha anlamlı, verimli olduğunu ve orta uzun vadede sonuç doğuracağını düşünüyorum.

Yani belediyecilik yaptıklarınızın sonuçlarını görme imkânınızın daha yüksek olduğu bir alan mı?

Pilot bölge olacaksa, bir laboratuvar olacaksa, hani bir yerde başarınızı test edebileceğiniz bir zemin olacaksa Kars, HDP için çok önemli bir şehir. Kars’ta bir başarı hikayesi oluşturabilirsek bunun Türkiye siyasetinde bir karşılığı olacaktır.

Ancak takip ettiğim kadarıyla belediye başkanlığı size dar mı geliyor çünkü genel siyasetle ilgili söz üretmeye devam ediyorsunuz?

Şehrin sorunlarına odaklanmak, onları çözmek şüphesiz zorunlu ama bu sadece teknik bir sorun değil tabii… Sonuçta ülke sorunlarından bağımsız değil. Dolayısıyla zaman zaman belki ikisini harmanlamak ikisini buluşturan bir yer tarif etmek gerekiyor. Yani ben iki türlü beklentinin de olduğunu düşünüyorum.  Daha öncelikli olan tabii ki yerel ile ilgili sorunları çözmek ve pratik iş yapmak. Ama bir tarafıyla da geçmişte yaptığımız işler ve pozisyonumuz dolayısıyla insanlar  güncel siyasal gelişmelere dair tamamen sessiz ve tepkisiz kaldığınızda sanki bunu biraz korkmak ve kaçmak gibi yorumlayabiliyor. Ülkede kıyamet koparken hiçbir şey söylemediğinizde bir kaçış gibi görülebiliyor. Tabii belediye çalışmalarının önüne geçmemesi gerekiyor.

“Artık insanlar ajitasyon değil somut şeyler görmek istiyor”

HDP  yönetiminde aktif bir rolünüz oldu. Ayhan Bilgen için Kars bir sürgün yeri mi?

Ben hiçbir zaman öyle görmedim.  3 kez milletvekili seçildim. Sorunları görünür kılmak için Meclis’te konuşmalar yaptım ya da medya imkânlarını kullandım ama sadece sorunları görünür kılmak beni vicdanen rahatlatan bir şey değil.  Sorunları çözmek konusunda da bir pratik imkan yakalamak benim için önemli. Dolayısıyla beni 3 kez milletvekili seçen bir şehre hizmet etmek benim için son derece değerli, önemli bir sorumluluk.  Bir sürgün değil. Hatta şunu arkadaşlarıma da söylüyorum; bence herkes yerel siyasetten bir biçimde geçmeli. Çünkü yerel siyasetin bir öğreticiliği var, toplumu daha yakından tanıyorsunuz. Kendi çalışma arkadaşlarımızı daha yakın tanıyorsunuz. Dolayısıyla da bir yönetim pratiği ortaya koyuyorsunuz.  Genel siyasete dair olan iddiaların, çabaların belki de asıl sınandığı yer riskli şehirlerde seçime girmeyi göze almaktır. Türkiye siyasetindeki asıl sorun toplumun siyasetçiye güvensizliği sorunudur. Bu güven bunalımını aşacak bir pratik ortaya koymak bence siyasetteki büyük sorunların çözümüne dair de bir ipucu verecektir. Artık insanlar sadece güzel konuşma, ajitasyon,  heyecan veren bir savunuculuk duymak değil,  gerçekten muhalefetin  işsizliğe çözüm üretme, ekonomik krizlere rağmen hizmet üretme kapasitesi var mı bunu görmek istiyor.

“Asıl merkeziyetçilik böler”

Halkla birlikte yönetmek kulağa hoş geliyor ama sanki becerilemiyor gibi… Sizin iddianız ne?

150 yıl önce ademi merkeziyetçi bir anlayış egemen olsaydı belki Osmanlı parçalanmayabilirdi, bu kadar toprak kaybı yaşamayabilirdi. Tam tersine merkezileştikçe bölündü , dağıldı. Bugün Ortadoğu'da geldiğimiz nokta o döneme çok benziyor.  Ne kadar merkeziyetçileşirsen o kadar mı birlik beraberliğini korur yoksa tam tersine ne kadar yetki devredersen o kadar birlikte yaşam projesi hayat mı bulur? Bence çok net biçimde ikincisi… Bir özgüven meselesi…  Yani siz çalışma arkadaşlarınızla yetki paylaşımında, işi paylaşmak konusunda bir güvensizlikle, ‘ben bilirim, ben yaparım’ psikolojisiyle davranırsanız orası yönetilemez hale gelir.

HDP’nin  siyaset arenasına taşıdığı en temel şey iktidarcı bir siyasetçilik değil toplumcu bir siyasetçilik yapmaktır. Yani toplumla birlikte yapmak demek aslında siyasetin öznesi biz siyasetçiler değiliz sadece kolaylaştırıcıyız, belki yol açıcıyız, belki de çatışma çözücüyüz o kadar. Ya da çıkar gruplarının örgütsüz insanları kuşatmasını engellemek ile ilgili bir sorumluluğumuz var. Bunun ötesinde bir rol biçmeye kalkmak psikolojik saplantıdır.

Kars Belediyesi’nde başkan yardımcıları arasında iş bölümü ile  sivil toplum örgütlerini yönetime katmakla, Kent Konseyi’ne yetki devri ile ve eş başkanlık sistemini mümkün olduğu kadar formel olmaktan çıkarmakla iddiamızı hayata geçirmeye çalışıyoruz. Halk kendisiyle ile ilgili kararlarda bir tercih yapsın yanlışsa da o tercihiyle kendisi yüzleşsin bunu görsün diyoruz.

Yetki paylaşımına dair örnek verir misiniz?

Minibüs hatları ile ilgili bir anket yaptırdık.  Kars'ta insanların yüzde 35'i minibüsü toplu taşıma aracı gibi kullanıyormuş. Biz hatları düzenlerken insanların hastaneye giderken tek bir araçla gitmesini, yani iki minibüs parası ödememesi sağlamayı hedefledik. Minibüsçülerin korunması da  önemli tabii… Ama asıl önemli olan hizmet alanlarsa siz buna göre hatları düzenlemek zorundasınız. Ama orada minibüs sahiplerinin çıkarlarıyla Kars'ın minibüse binen insanların çıkarı çatıştığında ne yapacaksınız?  Yani çıkar çatışmasında daha toplumsal yararı mı gözeteceksiniz yoksa bir meslek grubunu mu gözeteceksiniz?  Mesele toplumsal yararla karar alma süreçlerinin yöntemi. Aslında mesele sadece katılımcılık da değil yaygın ve gerçek aktörlerle katılımcılığı sağlamak.

“ Meclis kararları yüzde 98 oybirliği ile geçiyor”

MHP’ye oy veren seçmen size nasıl bakıyor?

Yani geçmiş dönemin ayyuka çıkan yolsuzlukları, kötü yönetim alışkanlıkları dolayısıyla MHP parti olarak şöyle bir tavrı koyuyor ortaya; seçimi eski belediye başkanının pratiği yüzünden kaybettik. Burada bizim haklı, doğru taleplerimize destek vermek konusunda üzerlerine düşeni yapıyorlar. 250-300 karar aldıysak bunun yüzde 98'i oy birliği ile geçiyor. Yani bu MHP’li  üyelerin oy verdiği anlamına geliyor. Ama biz şunu da gözetiyoruz; siyasi polemik konusu olacak konuları öncelemiyoruz.  Şehir için en acil kararlara odaklanıyoruz. Dolayısıyla hakem halk… Sokaklar daha önceki belediye başkanı döneminde haftalarca temizlenmemiş. Haftalar boyunca çöp yığınları oluşmuş.  Bir yıl içerisinde aldığımız mesafe MHP’ye oy veren seçmenin gözünün önünde gerçekleşiyor.

“Parti içi demokrasi  siyasetin yapısal krizi”

Kişiler değil fikirler ve politikanın toplumsallaşması önemli dediniz bu güne kadar. Sizce siyasetin bugünkü  krizi ne?

En büyük kriz kişilerin kurtarıcılığı üzerine kurulu ilkel toplum ve siyaset beklentisi… Yani siyasi liderlere kötülük yapıyoruz aslında. Elbette ki zor dönemlerde siyasete öncülük yapmak, karar almak cesaret  isteyen şeyler; bunlar çok değerli şeyler.  Ama şuna dönüşmemeli ;  toplum pasif biçimde bir kurtarıcı bekleyecek, bir siyasi lider çıkacak ve toplumun kurtaracak… Bu efsane… Biz hâlâ 5 yılda bir sadece oy vermeye odaklı bir demokrasiden bahsediyorsak ve katılımcı kaliteli bir demokrasi yerine temsili demokrasiyi yeterli görüyorsak  o zaman seçtiklerimize kötülük yapıyoruz. Niye o yükü onlar tek başlarına taşısınlar. O zaman şuna dönüşüyor; siz yükü paylaşmayacaksanız , birlikte karar alıp birlikte sorumluluğu taşımayacaksanız,  o zaman seçilenler  ya toplumsal fedakarlık ve adanmışlık duygusu yapacaklar  yani bütün yükünüzü taşıyacaklar ya da kişisel çıkar ya da işte ego tatmini için yapacaklar. İkincisi Türkiye siyasetinin şu anda en büyük handikabı.  Dolayısıyla liderleri denetlemek liderleri desteklemektir, güvensizlik değildir.

Siyasetteki çürümüşlüğün aşmak, çıkar gruplarının siyaseti kuşatmasını önlemek, siyasetin bir meslek hastalığı olarak ortaya çıkmasının önüne geçmek herkesin kendi durduğu yerden sorumluluk üstlenmesiyle, yükü paylaşması ve karar süreçlerinde söz sahibi olma hakkını kendinde görmesiyle mümkün.  Bu yapısal sorunları çözemediğimiz takdirde ne yeni oluşumlar,  ne eski partiler, eski liderler; hiçbir şey derdimize deva olmayacak.

Merkezde hegemonya kurmak ve her şeyi bilen bir lider profili çizmeye kalkmak, bunlar Türkiye siyasetinin handikapları. Türkiye'de partiler arası ilişki, parti disiplini, parti içi demokrasi gibi siyasetin bu yapısal sorunlarının tartışmazsak bir süre sonra siyaset kendisi umut olmaktan çıkacak, insanlar olağanüstü şeyler beklemeye başlayacaklar. Ya darbe ya da teknokrat hükümet ya da yurtdışından müdahale gibi…

“Kriz sonrasını dizayn etmek zorundayız”

Türkiye böyle kritik bir eşikte mi?

Şu anda eğer bir kurucu siyaset,  ahlakı, kültürü inşa edilemezse bir süre sonra bu krizleri bu yöntemle yönetmek mümkün olmayacak. Bu herkes için geçerli…. Yani biz krizi yönetme sorumluluğu taşıdığımızı düşünüyorsak,  siyaset  bir geçiş zamanı yönetimiyse yani orada rövanşizmden medet ummuyorsak , sonrasını dizayn etmek zorundayız. İbn-i Haldun ‘un dediği gibi insanlar doğar, büyür, ölür . Devletler de iktidarlar da partiler de böyle organizmalardır. Yani bir siyasi liderin ömrü bitebilir ama sonrasına dair ne kurduğunuz neyi hazırladığınız önemlidir. Sadece yıkmaya dair bir şey kurduğunuzda sonraki öncekini aratabilir. Yani Erdoğan’ın kötü taklitleri ya da 2002’de yaşananı tekrar yaşayalım, üç beş yıl daha nefes alalım değil;  bence bunun çok ötesinde bir tablo var ve muhalefet de kendini bu kurucu siyasete odaklamalı.

“Batıdaki Kürtlerin sorunları değişiyor”

HDP’nin 2014 yerel seçimlerine göre oy oranı bölgede düştü. Kürt sosyolojisi mi değişti?

Hem sosyolojik, hem ekonomik ilişkilerdeki değişim yani sınıfsal değişimlerden, hem de  Ortadoğu'da özellikle Irak ve Suriye’de Kürtlerle ilgili gelişmelerden dolayı HDP’nin kurulduğu dönemdeki bir okumanın bugünün sorunlarını çözeceğini düşünmüyorum. Birincisi; Kürtlerin Ortadoğu'daki görünürlüğü ve uluslararası meşruiyeti son derece yükseldi. Ben Kürt sorununu ‘bileşik kaplar’ gibi olduğunu düşünüyorum. Orada bir şey yükselmişse bu Ankara’yı da, Tahranı da; herkesi etkilemek zorundadır.  Diyarbakır’ı etkiliyorsa İstanbul’u da etkileyecektir.

İkinci olarak da Kürt illerinden batıya göç, Kürt sorununun çözümünü Türkiye demokratikleşmesinin ayrılmaz parçası olarak görmeyi daha zorunlu hale getirdi. Yani Kürtlerin göç ettiği şehirlerdeki sorunlarını etnik kimlik ekseninde çözme imkânınız gittikçe azalıyor.

Değişen Kürt sosyolojisi Türkiyelileşmeyi zorunlu kılıyor diyebilir miyiz o zaman?

ĞIstanbul’da yaşayan Kürt sayısı Kürt şehirlerinin büyük kısmından daha fazla. Evet yerel seçimlerde Kürtler birkaç şehri kaybettiler ama İstanbul'daki değişim, Ankara’daki değişim, Adana’daki değişimde kritik anahtar bir rol oynadı. Bu da sosyolojinin bir sonucu…

“Değişmezseniz yozlaşırsınız”

HDP’nin son kongresinde eş genel başkanlığa seçilen Mithat Sansar’ın konuşmasında ‘inşa dönemi’ vurgusu güçlüydü. Bunu nasıl okumalıyız?

İki  türlü okumak isterim, öyle anlamak isterim. Birincisi toplumsal barışı inşa artık sadece bir müzakere konusu değildir. Yani sadece muhataplarının oturması, fotoğraf vermesi konusu değildir. Yani önceki dönemin başarısızlığından çıkarılacak birinci ders, toplumsal barışı inşa etmeden siyasal barışın inşa edilemeyeceği. İnşadan kasıt toplumsal sürecin yeniden daha farklı yönetilmesi ihtiyacıdır.  İkincisi de siyasetin demokratikleşmesidir.  Türkiye'yi demokratikleştirme iddiasında, hatta kurucu siyaset yani kurucu meclis, kurucu anayasayı önemseyen bir partiyseniz  ki HDP başından beri hep bunu söyledi. Sancar’ın sözlerini HDP ‘nin yeniden yapılanması gibi okumak gerektiğini düşünüyorum. Kastettiğim şey geçmişi inkar etmek, emeklere saygısızlık değil. Kastettiğimiz şey, bu bir yürüyüştür , zaten değişmeyen şey yozlaşır biter. Bugün gelinen nokta  Türkiye siyasetine dair durum değerlendirmesi yapmayı ve yeni duruma göre yapılanmayı zorunlu kılıyor. Yani siz yüzde 5’lik partiyi yönettiğiniz gibi yüzde işte 13’lük partiyi yönetemezsiniz. Eğer yönetmeye talipseniz yönetmeye hazır hale gelmek zorundasınız. Yönetmek sadece ilan edilecek bir şey değildir. Yönetme pratiğini bir taraftan yapmaya başlamaktır. Talep eden değil, üreten, sorun çözen bir performans ortaya koymaktır.

Değiştirmek için önce değişmeniz lazım demişsiniz. Bunu HDP’ye uyarlarsak ne değişmeli?

Dünya değişiyor, Ortadoğu değişiyor. Kürt sorunun karakteri değişiyor. İktidarın ittifakları değişiyor. Sizin de ürettiğiniz söz, sloganınız, çalışma biçiminiz, karar alma süreçleriniz değişmeli. Korunması gereken sadece değerlerdir, bunun dışında her şey değişir.

Söz olarak ne değişmeli ?

Türkiye siyasetinde Türkçülük İslamcılık Batıcılık diye tarif edilen kalıpların ömrünü bitirdiğini düşünüyorum.  Dünyada onun izdüşümü olan Fransız İhtilali’den gelen paradigmalar da bitti. Dolayısıyla da dünyadaki yeni krizleri yeni sorunları bu kalıplarla çözemiyorsunuz. O zaman siz bunlardan başka bir sentez çıkarmak zorundasınız. Yani bir insanın dindar olmasıyla emekten yana olması çelişen şeyler mi? Belki 50 yıl öncesinin Türkiye’sinde çelişen şeylerdi. Ama Latin Amerika'ya baktığınızda çelişen bir şey değil, ‘kurtuluş teolojisi’ bunu gösteriyor. Köylü hareketiyle kilise birlikte mücadele ediyor. Dolayısıyla burada mevcut kalıpları zorlayacak bir açılım yapmak gerekiyor. Bizden istenen ‘kamplaşma ‘ siyaseti.  Oysa bizim yapmamız gereken bu kamplaşma siyasetini boşa düşürecek sentezler kurmak. Hem sözle hem de programla, sloganla kurmak zorundasınız. Böyle buluşmalar gerçekleştirmek zorundasınız. Yani birbiriyle kavga ettirilen kesimleri, mağduriyetleri, sloganları, sembolleri buluşturmak zorundasınız. Onlar kavga etmekten çıkararak kendi kavganızı kuracaksınız. Bence artık Türkiye'de şu dönem de bitti. Yani çoğunluğu muhafazakarlardan oluşan bir yapının içine birkaç tane süs olsun diye işte diyelim ki başı açık bir kadın koyalım, bir tane solcu koyalım, bir Ermeni koyalım… Hani bizim görüntümüzü akredite olsun toplumun diğer kesimleri de baksın, ya bunlar buna da tahammül ediyor falan. Türkiye demokrasisi artık tahammül etme sınırlarını aştı. Tahammülle sorunu çözemezsiniz. Yani eklektik birliktelikler, dekoratif birliktelikler değil ya da sadece meşruiyet krizini aşmaya dair birliktelikler değil.  Sahiden sorun odaklı birliktelikler gerekiyor.  Eğer toplumsal hayatta sorunlara değen hangi örgütler hangi mücadeleler varsa  öncü rolünü onlar oynamalılar. Yani temsili siyaset değil içinden siyaset…

Abdullah Öcalan’la kardeşi Mehmet Öcalan’ın son görüşmesinden basına yansıyan kısımda ‘Siyaset kendin için, etrafın için, akrabaların için yapılıyorsa bu affedilir bir şey değil’ dedi. Bu öylesine söylenmiş bir cümle mi?

Bence  tam da bam telinden, ihtiyacı doğru okuyan bir cümle. Eğer aylar sonra bir görüşmede iki cümle kuracaksanız ve cümlelerden biri de buysa bunun ifade ettiği bir anlam vardır.

Birikmiş bir okuma, öngörme, tehlikenin farkında olma hali. Bence bu siyasetin temel krizi... İktidar için, muhalefet için söz konusu olan şey, muhalefetin bir parçası olan HDP için de söz konusu. Dolayısıyla siyaset bir fedakarlık işi mi olacak yoksa rant toplamanın kendi mahallesinde pastayı yönetmenin bir aracı mı olacak. Ben HDP’nin karşı karşıya bulunduğu birinci tehlikenin bu olduğunu düşünüyorum. HDP çok kişi tutuklandığında,  çok kişi cezaevine atıldığında, çok kişi siyaseten yasaklandığında bitecek bir hareket değil. Çünkü bir toplumsal mücadelenin yansıması…  Asıl tehlike çürümedir, yozlaşmadır, siyasi kirlenmedir ve siyasetin amaçlarının varlık sebebi ile çelişkili duruma düşmesidir. Dolayısıyla bence son derece kritik hayatı bir uyarı var. Yani bu söz öylesine söylenmiş, genel geçer bir söz değildir. Bir durum değerlendirmesi olarak okumalı. Bunun bir felaket olduğuna işaret ediyor.  Bence bir isyan…

Not: Ayhan Bilgen'le söyleşi Türkiye'de Koronavirüs vakalarının tek rakamlı hanelerle konuşulduğu günlerde yapıldı.