Gündem

"Karanlık günlerin biteceğini düşünmek iyi geliyor ancak içinde bulunduğumuz kriz altı ayda üstesinden gelinecek bir sağlık krizi değil"

22 Nisan 2020 13:37

Gülseren Onanç*

31 Aralık günü 2019 günü, 2020’nin 2019 dan daha iyi olacağına inanarak yılbaşı kutlaması yapmıştık. 2020’nin iyi geçeceğine neredeyse emindik. 2019’daki politik kazanımlarımız ve iki ve sıfır rakamlarının iki kez arka arkaya gelmesi gibi temelsiz bir duygu bile bizde iyimser bir duygu uyandırmış olabilir. Belki de geleceğin bugünden daha iyi olacağına inanmak istiyorduk.

Dünya’yı değiştiren 111 gün

The Guardian gazetesinde geçen hafta yayınlanan “Dünya’yı değiştiren 100 gün” yazısından öğreniyoruz ki aynı gün, 31 Aralık günü, öğle saatlerinde Çin Hükümeti’nin resmi websitesi, 11 milyonluk endüstri şehri Wuhan’ın deniz mahsulleri toptan satış pazarının çevresinde “nedeni bilinmeyen bir zatürre” ye rastlandığını duyurdu. Çin Hükümeti önceleri bu konunun sosyal medyada yayılmasını engellemeye çalıştı, virüsü Sars’a benzeten Wuhanlı doktoru cezalandırdı.

Ocak ayının ilk günlerinde dünya, Amerika ile İran arasındaki gerginliğe odaklanmış ve  üçüncü dünya savaşına dönüşecek mi endişesi yaşarken, Çin’den gelen haberler virüsün kişiden kişiye bulaştığı ve yüksek oranda öldürücü olduğu yönündeydi. Otoriter Çin yönetimi Wuhan şehrine giriş çıkışları kapattı ve ülke çapında önlemler almaya başladı.

Alınan önlemler virüsün İtalya, İspanya ve İngiltere’ye ulaşmasını engelleyemedi. Bu arada ne diyeceği merakla beklenen Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Sekreteri Tedros Adhanom Ghebreyesus, 4 Şubat’ta virüsün uluslararası yayılımının yavaş olduğunu, seyahat ve ticareti durdurmaya gerek olmadığını açıkladı.

Şubat ayında, Güney Kore’de hastalık belirtileri olmasına rağmen gizli bir tarikat toplantısına katılan bir kadının virüsün yayılmasını ateşlediği duyuruldu. 19 Şubat’ta Milano’da oynanan İtalyan Atalanta takımı ile İspanyol Valencia karşılaşmasında elli bine yakın İtalyan ve İspanyol taraftar yan yana kol kola bağıra çağıra maç izlediler. Maçtan iki gün sonra İtalya, Covid-19 kaynaklı ilk ölüm haberini duyurdu.

Mart ayının başında İngiltere’de ilk ölüm vakası gerçekleştikten birkaç gün önce Başbakan Boris Johnson önceki akşam hastahaneye gittiğini ve herkesin elini sıktığını söylüyordu. Kendisine 28 Mart’ta korona teşhisi kondu, 5 Nisan’da yoğun bakıma kaldırıldı. Avrupa ülkeleri kendi içinde sınırlarını kaparken, global ekonomi de durma noktasına geldi. Amerika’da Trump, “Çin virüsüne karşı modern tarihin en gelişmiş mücadelesini yapıyoruz” dediği günden beri Amerika dünyanın kriz merkezi olmaya devam ediyor.

Dünya Sağlık Örgütü, Covid 19’u pandemi, yani dünya çapında salgın olarak açıkladığı 11 Mart günü Türkiye’de ilk vaka tespit edildi. O günden beri kafası karışık ama bütün otoriteyi elinde bulunduran ve kimseyle paylaşmak istemeyen iktidar, Sağlık ve İçişleri Bakanlığı ile tek elden süreci yönetmeye çaba gösteriyor. Başkanlık Sistemi’nin korona ile imtihanı otoriterliğin artması ile sonuçlansa da, halka bir maske bile dağıtılamadığı gerçeğini de ortaya koydu.

Virüsün Wuhan’da ilk tespit edilmesinden bu güne 111 gün geçti. New York Times’ın anlık güncellenen korona haritasında bugün itibariyle 177 ülkede 2 milyonun üstünde insan virüse yakalandı ve 160 binin üstünde kişi yaşamını kaybetti ve bu rakam sürekli artıyor.

Öte tarafta ekonomik fatura çok ağır, IMF Dünya ekonomisinin yüzde 3 Türkiye’nin ise %5 küçüleceğini söyledi. Türkiye’de ve dünyada işsiz kalanlara yapılan ödemeler, zor durumda olan şirketlere destekler krizin yarattığı hasarları azaltmaya çalışsa da, var olan politik zihniyet ile alınan önlemler sürdürülebilir çözümler üretemiyor. İşsizlik ve yoksulluk artıyor, ülkeler arasındaki gelir uçurumu artıyor, dünyada gelir adaletsizliği artma eğiliminde.

Durum böyle iken iktidarı elinde bulunduranların normale ya da eski düzene dönme çabaları devam ediyor. Çin’de şehirler birbiri ardına açılıyor, Amerika ve Avrupa’da normalleşme sürecine kademeli olarak uygulanmaya geçeceği duyurdu.

İtiraf edelim, bu karanlık günlerin biteceğini düşünmek bile bize iyi geliyor. Hepimiz ev dışındaki sosyal yaşamı, işe gidip gelmeyi, çocukların okulda eğitim almasını, restoranda yemek yemeyi, kahveye, berbere gitmeyi, sokakta yürümeyi ve bir dolu küçük özgürlüğümüzü özledik. Bir an önce eski yaşantımıza geri dönelim istiyoruz.

Sağlık krizi değil politik kriz

Oysa şunu anlamak zorundayız; içinde bulunduğumuz kriz dünyanın altı ayda üstesinden geleceği bir sağlık krizi değil. Adını koyalım; bu derin bir politik kriz. Doğaya tahakküm kurmak isteyen, uluslararası işbirliğini reddeden, içe dönük ulusalcı politikaları savunanların dünyayı getirdiği yerdir. Devletlerin en temel görevleri olan eğitim, sağlık, su, enerji vb hizmetleri piyasaya bırakan, gelir adaletsizliğini ve yoksulluğu artıran, çatışma ve savaşları körükleyen bir sistemin yarattığı krizdir.

Adına neo-liberalizm veya başka bir şey diyelim, bu sistemi üreten ve iktidarını pekiştiren politikacıların bu kriz karşısında nasıl çaresiz kaldığını gördük. Ülkedeki bütün sistemi tek elde tutmak isteyen iktidarların vatandaşlarına maske dağıtmakta bile nasıl aciz kaldığını yaşadık. Virüs tehdidini yok sayan, onunla ekonomik paket ile mücadele edebileceğini sanan devlet başkanlarının nasıl komik duruma düştüklerine tanıklık ettik.

Bu otoriter politikacılar çaresizlikleri kapatmak için, ülkemizde olduğu gibi, baskılarını artırıyorlar, yerel yönetimlerin alanlarını kısıtlamaya, sosyal medya denetimini artırmaya, medyayı cezalandırmaya devam ediyorlar. Halka yakın politikacılardan, karar mekanizmalarından, topluma çözüm üreten aktif vatandaşlardan, en çok da halkların dayanışmasından korkuyorlar. İnsanın kendine, insanın insana, komşunun komşuya yardım eli uzattığı bu sistemden korkuyorlar. Kendisinin yapamadığı yardımı başkasının yapmasını da engelleyen iktidarın elinde sadece baskıcı devlet aygıtı kaldıysa, bir an önce bu politik krize, tıpkı korona virüsünün aradığımız çözüm gibi, bir çözüm bulmak zorundayız.

Daha özgürüz, başka bir dünya düzeni mümkün

Her ne kadar tersini düşünsek de, dünyadan elimizi çektiğimiz, evlerimize kapandığımızdan beri önümüzde geniş bir özgürlük alanı açıldı. Artık başka bir eğitim sisteminin, başka bir sağlık sisteminin, başka türlü bir çalışma sisteminin var olabileceğini yaşayarak anladık.

Bütün dünya aynı anda böyle bir deneyimi başka koşulda yaşayamazdı. Paris Üniversitesi Tarih ve Felsefe Profesörü Justin E.H. Smith’in The Point Dergisinde yazdığı makalede, “Mart 2020’den önce inandığımız ideolojiden, bize dayatılan değerlerden, alışkanlıklarımızdan, bize yük olan, sıkıcı düzenlerden kurtulabiliriz ve bunu kolaylıkla yapabiliriz, kimsenin umurunda olmaz hatta kimse farkına bile varmaz” diyerek bize yeni bir dünya düzeni kurabileceğimizi müjdeliyor.

Yapılan araştırmalar, koronavirüsünün dünyayı esir aldığı günden sonra insanlarda düşünsel ve davranışsal değişimler olduğunu ortaya koyuyor. Önemli bulduğum dört önemli değişim beni heyecanlandırıyor ve geleceğe ilişkin umudumu arttırıyor:

İnsanın, emeğin ve bilimin değeri anlaşılıyor

Dünyanın hemen her yerinde merkezi sağlık sistemine güven azalırken, doktor ve hemşirelere destek artıyor. Gerçek katma değerin koca koca şehir hastanelerinin binalarında değil, içindeki yetişmiş insanlarda olduğu anlaşılıyor.

Boris Johnson’ın 4 gün süren yoğun bakım sürecinden çıktığında yaptığı konuşmada bütün doktor ve hemşirelere hayatını kurtardıkları için minnet borçlu olduğunu söyledi. Yeni Zelandalı ve Portekizli iki hemşireye özellikle teşekkür etti. İki ay önce Brexit anlaşmasını imzalayan bir başbakanın yaşamını başka ülke vatandaşı iki yoğun bakım hemşiresinin koruduğunu açıklaması işgücünün serbest dolaşımın ne kadar değerli olduğunun itirafıydı.

Öte tarafta, bilimin ve bilim insanlarının yaşamsal önemi bu kriz ile daha iyi ortaya çıktı. Yıllardır iklim değişikliğinin dünyayı tehdit ettiğini yazan, söyleyen bilim insanlarının artık daha çok dinleneceği bir ortama geliyoruz.

Yerel yönetimlerin merkezi yönetimlere karşı önemi anlaşılıyor

Ülke yönetme gücünü elinden bırakmayan, dışlayıcı, otoriter iktidarların sorun çözme yeteneği azalırken, yerel yönetimlerin ne kadar önemli bir rolü olduğu bu süreçte çok net anlaşıldı. Evlerine kapanan şehrin vatandaşları her türlü altyapı ihtiyacı, ulaşım, sosyal destekler gibi konularda kendilerine en yakın kamu birimlerine müracaat ettiler.

Bu süreç güçlü bir yerel yönetime olan talebi görünür kıldı ve belediye başkanlarını güçlendirdi. Türkiye’de iktidar özellikle muhalefet partilerine mensup belediye başkanlarının öne çıkmasından, yardım kampanyaları organize etmelerinden rahatsız oldu. ABD’de Trump Demokrat Parti’nin temsilcileri olan eyalet valilerini hedef tahtasına koydu. Ama bu ne Türkiye’de  Mansur Yavaş’ın ne de ABD’de New York Valisi Andrew Cuomo’nun popülaritesini engelleyemedi.

Yardımlaşma ve dayanışma isteği artıyor

Geleceğe ilişkin belirsizlik, korku ve endişeye yol açarken, en belirgin davranış değişikliği dayanışma ve yardımlaşma isteğinde gözlemleniyor.

Kime ait olduğunu bilmediği bakkal borçlarını kapatan adsız kahramanlarımız var. Bizden daha zor durumda olana destek olma çabası bu dönemde yaşantımıza anlam veriyor. Ahbap, Bi’komşu gibi girişimler ile mahalleden başlayan bir dayanışma ağı örülüyor. SES Eşitlik Adalet Kadın Platformu’nda derlediğimiz dayanışma örnekleri bize dayanışma ve yardımlaşman örneklerini sunuyor.

Uluslararası dayanışma ihtiyacı anlaşılıyor

Ülkelerin sınırlarını kapattığı, ulusalcı söylemin yükseldiği Covid 19 Pandemi krizinde, insan olma kimliğimizin bütün kimliklerimizin önüne geçtiğini söylemek mümkün. İtalya’dan, İspanya’dan, ABD’den veya başka bir ülkeden gelen ölüm haberleri içimizi acıtıyor. “Artık şunu biliyoruz: Sınırlarımızı, havaalanlarımızı, yollarımızı, evimizin kapısını kapattığımız durumda bile virüs gelip bizi buluyorsa, artık kaçacak bir yerimiz kalmadıysa, insanlığın daha yaşanılır bir dünya için işbirliği yapmasından başka şansı yok” diye yazmıştım daha önceki makalemde. 

Nitekim geçtiğimiz hafta sonu Global Citizen adlı örgüt, Bir Dünya: Hep Birlikte Evde etkinliğinde yüzlerce sanatçıyı bir araya getirmeyi ve koronavirüs ile mücadele için 128 milyon bağış toplamayı başardı. Trump’ın Dünya Sağlık Örgütü’ne desteği keseceğini açıklamasının ardından gerçekleşen bu kampanya, uluslararası dayanışmaya verilen desteği ortaya koydu.

Yaşamın normale dönmesi için tek şart olan Korona Virüsüne karşı aşının bulunması için özel şirketler ve ülke laboratuarlarında 50 ye yakın aşı örneği ve ilaç tedavileri geliştirildi. Yine de 12 ile 18 aylık bir süreden söz ediliyor. Bloomberg dergisinde yayınlana makalede,    çok pahalı ve uzun aşı geliştirme sürecini kısaltmak için patent kanunlarını düzenlemek ve ülke yönetimleri arasında global bir işbirliğine gerek olduğunu yazıyor.  

Project Syndicate’de yayınlanan makalesinde Kemal Derviş, “Covid-19 krizi daha önce benzeri görülmemiş bir insanlık dayanışması testi olacak” diyor. Sürdürülebilir geliri olanın yoksulu desteklemesi, gencin yaşlıyı koruması, kollaması, zengin ülkelerin yoksul ülkelere maddi yardım yapmasını, bu krizi yenmenin yolu olarak ortaya koyuyor.

Bütün dünyayı durduran korona krizi insanlığın davranış ve düşüncelerini değiştirirken bize yeni bir düzeni kurma olanağı da sunuyor. Yirmi birinci yüzyılı dayanışmanın yüzyılı yapmak için bugün elimizde hiç olmadığı kadar önemli bir fırsat var. 2020 yılının tarihe dünyanın kendini kurtarmaya başladığı çok iyi bir yıl olarak geçmesini sağlayabiliriz.


*Bu yazı 21 Nisan tarihinde SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu'nun internet sitesinde yayınlandı