Politika

"Irak ve Suriye sınırına askeri sevkiyat, bu seferberlik hali içerideki otoriterlik için mazeret"

Yrd Doç Dr Güneş: Uluslararası bir barış hareketine ihtiyaç var

11 Kasım 2016 17:50

İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hakan Güneş devam eden Musul ve Rakka operasyonları ile hükümetin Irak ve Suriye sınırına yaptığı askeri sevkiyat hakkında "Dış politikadaki yüksek tansiyon, yani ülkenin adeta savaş halinde, seferberlik halinde tutulması, iç politikadaki otoriter uygulamalara bir mazeret olarak geliştiriliyor" dedi. Güneş, seferberlik halinin iki anlamı olduğunu belirterek "İlk olarak başkanlık rejimin inşasına girmiş olan Türkiye iç kamuoyunda milliyetçi duygularla diri tutmak, Cumhurbaşkanı etrafındaki desteği artırmaya yönelik propagandadır. İkinci anlamı da, caydırıcı bir güç gösterisi olarak adlandırılabilir" diye konuştu.

Hakan GüneşHakan Güneş'in Evrensel'den Şerif Karataş'a verdiği söyleşi şöyle:

Devam eden Musul operasyonuna Türkiye’nin katılması, hem Türkiye için hem de bölge için ne ifade  eder?

Bu uzun süredir dile getirilen bir yaklaşım. Fakat, özellikle Irak merkezi yönetiminin bu konuda çok ciddi itirazları var. ABD bu konuda Irak merkezi hükümetinin görüşlerine yakın bir pozisyonda: Türkiye’yi büsbütün dışarıda bırakmak istemiyor ama, kara gücüyle bölgede varlık göstermesine taraftar değiller.

Hava kuvvetleriyle koalisyon güçleri içerisinde yer alıp almayacağı da netleşmiş değil. Bu yöndeki açıklamalar kesinlik kazanmadı. Anlaşıldığı kadarıyla ABD daha ziyade hava gücüyle koalisyon güçleri içerisinde yer almasına sıcak bakıyor fakat kara gücünde yer almasına yeşil ışık yakılmış değil. Bu durum devam ediyor.

"Musul'a kalıcı operasyon gerçekçi görünmüyor"

Türkiye’nin kendi kararıyla Musul operasyonuna müdahale ihtimali için neler diyeceksiniz?

Türkiye, sürpriz bir saldırı yaparsa, tablo biraz değişir. Ama bu şu an çok gerçekçi görünmüyor. Türkiye Irak’a belki daha çok Êzidîlerin ağırlıkta bulunduğu Sincar (Şengal) dağına bir operasyon yapabilir. Burada belirli bir PKK varlığı var. Bu da kalıcı bir operasyondan çok, belki bir taciz veya güç gösterisi şeklinde gerçekleşebilir. Musul ise çok gerçekçi görünmüyor. Çünkü Irak merkezi hükümetine bağlı ordu ve milis güçlerle karşı karşıya kalınması anlamına gelecek. Bu bakımdan ben çok güçlü bir olasılık olarak görmüyorum. Ama elbette öngöremeyeceğimiz radikal adımlar atılabilir mi? Bunu da ihtimal dışında tutmuyorum.

IŞİD sonrası Musul ne olacak?

Peki Musul’un IŞİD’ten alınması sonrasında Musul’un yönetimi nasıl şekillenecek görünüyor?

Nasıl bir yapı çıkacağına ilişkin ön anlaşma düzeyi şunu gösteriyor: Musul kent merkezinin kuzey ve doğusu Irak Bölgesel Yönetimine bağlı peşmerge tarafından daha çok kontrol edilecek. Kent merkezinin kendisi ve güneyi ile batısı ise Irak merkezi hükümeti ve milis güçler tarafından kontrol edilecek. Yani Musul kent merkezi esas itibarıyla Irak merkezi hükümeti tarafından kontrol edilecek, Peşmerge de buna rıza göstermiş durumda. Ama bunun karşılığında peşmerge kent merkezi dışındaki sahada, Musul’un hemen yanı başındaki sahada topraklarını genişletmiş olacak.

Bu arada Musul operasyonundan önce düşünülen Rakka operasyonu neden daha sonraya bırakıldı sizce?

Evet Rakka operasyonu daha önce olacaktı. Gecikmesinin esas nedeni Rakka operasyonunu yürütecek gücün hangi güç olacağı konusunda Türkiye ile yaşanan anlaşmazlık idi. Keza Suriye Demokratik Güçlerinin bu tür operasyonu başarıyla yürütmeye elverişli olmamasıydı. Ama zaman içerisinde belirli bir gelişme katedildi. Türkiye ile anlaşma yaşanamayınca şimdi Musul operasyonuna paralel olarak Rakka operasyonu da hızlandırılarak devreye sokulmuş oldu.  

"Anlaşmadan çok görüşme oldu"

Rakka operasyonuyla ilgili Türkiye ile ABD arasında anlaşma olduğu açıklandı. Buna dair neler diyeceksiniz?

Anlaşmadan çok bir görüşme oldu. Karşılıklı konumların ifade edildiğini görüyoruz. Şöyle bir sonuç çıkıyor: Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun açıklamalarından anlaşılan şey, şu aşamada ABD’nin Rakka’ya girecek gücün Suriye Demokratik Güçlerin içindeki YPG’li olmayan unsurlar olacağı konusunda bir güvence verdiği. Türkiye’nin de bunun sonuçlarını görmek anlamında farklı bir operasyon yapmayacağını anlıyoruz.

Musul ve Rakka operasyonuyla birlikte, Türkiye Irak ve Suriye sınırlarına özelikle Irak sınırına askeri sevkiyatlarını artırarak sürdürüyor. Bu askeri sevkiyat hem Türkiye için hem de bölge için ne anlama geliyor?

İki tane anlamı var. İlk olarak bu seferberlik halinin başkanlık rejimin inşasına girmiş olan Türkiye iç kamuoyunda milliyetçi duygularla diri tutmak, Cumhurbaşkanı etrafındaki desteği artırmaya yönelik propagandadır. İkinci anlamı da, caydırıcı bir güç gösterisi olarak adlandırılabilir. Yani Irak hükümetine ve ABD’ye. Gerektiğinde doğrudan Türk piyadesinin de Musul’a kadar, Musul olmazsa da bile, bilhassa Telafer ve Sincar’a doğru bir askeri operasyon yapabileceği imajı veriliyor. Buna askeri siyasi tabirle caydırıcılık diyoruz. En azından bu askeri sevkiyatların ikinci anlamı da bölgesel caydırıcı güç ortaya koymak. Ancak, bunun ötesine geçilip, bunun yapılıp yapılmayacağı zaman içerisinde görülecek.

HDP eş genel başkanları ve vekiller, Cumhuriyet gazetesinin 9 yazarı tutuklandı. Son olarak da CHP’nin Parti Meclisi’nin bildirisi hakkında suç duyurusunda bulundu Hükümet. Muhalefete yönelik baskılar artarken, dış politikada ise komşularla gerilimli bir politika hali var. Dış politikada bu politikanın iç kamuoyuna yansımasına dair neler diyeceksiniz?

Dış politikadaki bu yüksek tansiyon, yani ülkenin adeta savaş halinde, seferberlik halinde tutulması, iç politikadaki otoriter uygulamalara bir mazeret olarak geliştiriliyor. Çünkü şöyle deniliyor: Dört tarafımız düşmanlar tarafından kuşatılmış, bu şartlar içerinde içerideki “Hainleri, aslında hukuki şartlarda yargılıyoruz”. Böylelikle, ülkenin sürekli savaş ve seferberlik halinde tutulması iç politikadaki sertliği meşrulaştırıyor. Ya da bunun meşrulaştırılacak bir araç olarak kullanıyor. Aynı şekilde içeride yaratılacak tek sesli ortamda dış politikada agresif tutumlar geliştirmeye olanak sağlıyor. Bunlar birbirini besleyen süreçler olarak görünüyor. En son CHP’nin ılımlı bildirisi suç duyurusuna konu oldu. Yani ülkedeki her farklı ses kriminalize ediliyor. Tam da savaş koşullarında yapıldığı gibi, yani en ufak farklı bir ses vatan hainliğiyle suçlanmaya neden oluyor. CHP’nin son bildirisi de buna dahil edildi.

"Uluslararası bir barış hareketine ihtiyaç var"

Barış, demokrasi isteyenler, muhalefet bu politika karşısında nasıl bir  tutum alabilir?

Türkiye’de barış isteyenlerin işi her şeyden önce çok zor. Bunu olağan bir şekilde ifade etmeleri; bölgede ve ülkede barış istemek, kriminalize edilip bir suç haline getiriliyor. Buna rağmen çok güçlü bir ses var. Şu ortamda, hemen kendisini açıktan, kitle gösterileri biçiminde ifade edemeyecek elbette. Çünkü bir savaş kabinesi  uygulaması ile karşı karşıyayız adeta. Barış hareketi ya bunu boykot ederek, ya da buna katılıp ama reddederek sesini mutlaka yansıtacaktır. Barış isteyenlerin, Irak’ta, Suriye’de, Türkiye’de, Rusya’da, ABD’de irtibatlı bir politika geliştirmesi gerekiyor. Gerçekten bu Türkiye ile sınırlı değil, bölgede savaşı tırmandıran tek ülke Türkiye de değil. Birçok ülke savaşı tırmandıran bir politika izliyor. Bu bakımdan uluslararası bir barış hareketine ihtiyaç var.