Çevre

İklim uzmanları uyarıyor: Karadeniz'deki gaz iklim için 'müjde' değil, ancak muhalif medya bile 'yetmez ama hayırlı olsun' diye sunuyor

"Bir fosil yakıt olan ve iklim krizini derinleştiren gaza muhtaç olmaktan öte, Türkiye'nin temiz enerji kaynağı potansiyelini değerlendirerek daha sağlıklı ve güvenli bir enerji geleceği yaratabiliriz"

02 Eylül 2020 00:00

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 21 Ağustos'ta Karadeniz'de 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi bulunduğunu açıklamasının ardından gazın çıkarılma koşulları, 2023'e yetişip yetişmeyeceği, ekonomik maliyetinin kimin üzerinde kalacağı başlıca gündem maddesi oldu. Ancak Karadeniz'de 320 milyar metreküp "fosil yakıt" çıkarılacağı ve olası çevresel etkiler üzerinde genel olarak durulmadı.

İlginç bir rastlantıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan, "büyük müjde geliyor" açıklamasını "Türkiye'nin ilk ve tam entegre güneş paneli" üretim tesisi olarak duyurulan  Kalyon Güneş Teknolojileri Fabrikası'nın hizmete açılma töreninde yapmıştı. Aynı törende Kalyon Holding Yönetim Kurulu Başkanı Cemal Kalyoncu "İklim değişikliği ve çevre hepimizin ana gündem maddesi olmak zorunda. Bu yüzden temiz enerji kaynaklarına yönelmemiz gerekiyor" demişti. Kalyoncu'nun "ana gündem maddesi" uyarısı 23 Ağustos'ta Giresun'daki sel felaketiyle kendini hatırlattı. 

İklim uzmanları ve aktivistleri işte bu iki olgu arasındaki neden-sonuç ilişkisininin kurulmamasına, bir yanda fosil yakıt çıkarırken diğer yandan iklim krizine karşı somut adım atmanın imkânsız olduğuna dikkat çekiyor.

Greenpeace'in 2015 tarihli Enerji (D)evrimi raporunda yer alan senaryoya göre devreye alınacak bir dizi politika ile Türkiye, 2050'ye kadar, ihtiyaç duyduğu enerjinin yüzde 90'ını yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlayabilir. Aynı senaryoya göre 2023'e kadar yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimi payının yüzde 47'yi ve 2030'a kadar da yüzde 65'i bulması mümkün.

Greenpeace: Gaz kullanımı Paris Anlaşması'yla uyumlu değil

T24'e konuşan Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Onur Akgül "Gaz kullanımı, Türkiye'nin de imzası bulunan Paris Anlaşması'nın 1,5 derece hedefleriyle de uyumlu değil" diyor: 

"Türkiye, enerjide kendine yetebilirlik ve sürdürülebilirlik hedeflerine, sahip olduğu muazzam temiz ve yenilenebilir kaynaklarla ulaşabilir. Teknolojik gelişmeler, yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi maliyetlerini de her geçen gün düşürüyor. Biz de bir fosil yakıt olan ve iklim krizini derinleştiren gaza muhtaç olmaktan öte, teknolojik gelişmelere adapte olup Türkiye'nin temiz enerji kaynağı potansiyelini değerlendirerek daha temiz, sağlıklı ve güvenli bir enerji geleceği yaratabiliriz." 

"Adında 'doğal' geçmesine rağmen gaz, bir fosil yakıt ve tıpkı kömür gibi önemli bir sera gazı kaynağıdır" diyen Akgül, "Temel bileşeni olan metan, karbondioksite kıyasla 20 kat daha kuvvetli bir sera gazıdır. Metan, ısıyı 20 kat daha fazla atmosferde hapsediyor, iklimi 20 kat daha çok tehdit ediyor. Özetle gaz, temiz bir enerji kaynağı değil. Çıkarımı, depolanması ve dağıtımı gibi süreçlerde çok büyük ölçüde metan gazı atmosfere salınıyor. Giderek daha fazla kullanıldığı için de iklim krizini ciddi derecede derinleştiren bir etkiye sahip" uyarısında bulunuyor:

"Can kaybı yaratacak sorunları tırmandıracak" 

"Türkiye'nin içinde bulunduğu Akdeniz Havzası, iklim krizinin en kuvvetli vuracağı bölgeler arasında. Dolayısıyla yenilenebilir kaynaklar yerine gaz kullanmak, Türkiye için çevre felaketlerinden kuraklığa, sıcak hava dalgalarından tarımda verimsizliğe bir dizi etkiyi derinleştirebilir, can kaybı yaratacak sorunları tırmandırabilir.

"Bulunan gaz rezervinin Türkiye açısından anlamı, daha çok uzun bir süre, temiz olmayan, aksine kirli bir fosil yakıt olan gaza bağımlı kalacağımız anlamına gelebilir. Hem de mecbur olmadığımız halde. Bu durum ayrıca, iklim krizine çözüm olan yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik yatırımların önünü tıkayabilir, onları zayıflatabilir…"

Akgül, Türkiye'nin bir an önce kömürden çıkış stratejisini hazırlaması gerektiğini belirterek "Bulunan gaz rezervi ile vakit kaybetmek yerine, fosil yakıtlardan çıkışın ve güvenilir, temiz enerji kaynaklarının üretiminin planlanması bir zorunluluk" diyor. 

Algedik: Hem iklim felaketlerini hem ekonomik krizi arttırıyor

T24'e konuşan enerji ve iklim uzmanı Önder Algedik de "Türkiye'nin atmosfere saldığı 500 küsur milyon ton sera gazının beşte biri doğalgaz yakma sonucu ortaya çıkıyor. Bunun artıyor olması aşırı iklim olaylarının da arması anlamına geliyor" diyor.

"İklim meselesinin ekonomiden kopartılarak tartışıldığı" eleştirisini yapan Algedik, "Daha çok yakıt yakmak için kaynak arıyoruz, bunun sonucunda hem iklim felaketlerini hem de ekonomik krizleri arttırıyoruz" diyor.

Algedik, iklim felaketlerinin artmasının sebebinin sadece iklim krizi olmadığını, "asfalt belediyeciliğinin" de bunda büyük örneği olduğunu söylüyor.

'İklim krizinin de asfaltın da faturası halka kesiliyor'

Giresun'da 23 Ağustos'taki sel felaketini hatırlatan Algedik, "Karadeniz yaylalarına bina diker, yamaçlara bina yapar, toprakla suyun ilişkisini keserseniz iklim olaylarının faturasını da artırırsınız" diye uyaryor. Çıkarılacak gazın faturasının halka kesildiğini savunan Algedik, iklim felaketlerini artıran 'asfalt'ın ve bunun sebep olduğu ekonomik krizin faturasının da halka kesildiğinin belirtiyor.

Algedik, Türkiye'nin iklim politikasının da "tutarlı" olduğunu söylüyor:

"Türkiye iklim değişikliği nedeniyle daralan sektörlere kucak açıyor. Çimento sektörünün kapatıldığı ülkelerdeki firmalar Türkiye'de fabrika açıyor. Paris Anlaşması gaz çıkartmaya kısıtlama getirmiyor, yani emülsiyonları azaltan bir anlaşma değil. Türkiye'nin Paris Anlaşması ile bir derdi yok, ama Batılı ülkelerin var. Batıdan kaçan sektörler Türkiye'ye, Hindistan'a, Çin'e gidiyor."

'Belediyeler yeşile çalıyor' 

Toplumun "asfalt ile iklim arasındaki ilişkiyi anlamadığını" vurgulayan Algedik, "Türkiye'nin iklim politikaları daha çok iklimi değiştirmek üzerine kurulu. Peki toplum olarak bunu durdurmak için samimi miyiz" diye soruyor:

"Hâlâ 'asfalt, beton dökmeyeceğim' diyen bir bedeliye yok. Belediyeler yeşile çalıyor (greenwashing). Çok küçük bir kesim 'asfalt dökülmesin' diyor. Herkes ağacı tartışıyor, ormanı değil."

Tonbil: Medyada bilişsel kopukluk var

İklim aktivisti ve radyocu Can Tonbil'in ise kamuoyundaki iklim tartışmasını biçimlendiren medyaya ilişkin eleştirileri var. Tonbil, "Gaz bulunmasıyla iligili 'yetmez ama hayırlı olsun' diyen muhalif yayın kuruluşlarında bir sonraki haber Giresun'daki sel felaketiydi. Ama medya bu ikisi arasındaki bilişsel ilişkiyi kuramıyor" diyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "müjde" duyurusunu güneş paneli üreten bir endüstri kompleksinin açılışında yaptığını hatırlatan Tonbil, bu durumun bile tek başına Türkiye'nin enerji politikasını ortaya koyduğunu söylüyor:

"Yenilenebilir enerji kaynaklarının gündeme geldiği bir yerde fosil, limitli fosil yakıtların bulunduğunu müjdelemek metaforik anlamda Türkiye'nin mevcut iklim politikasını anlatıyor."

'Sel felaketleri 1990'lardan bu yana 10 katına çıktı'

İklim krizinin toplumun farklı katmanlarında tartışılma biçiminin de sorunlu olduğunu vurgulayan Tonbil şu eleştirilerde bulunuyor:

"Mesela muhalif olarak kendini gösteren yayın kuruluşlarında bu haber, 'yetmez ama bir şekilde hayırlı olsun' denilerek sunuldu ve bu sunum sırasında bir sonraki haber de Giresun'daki sel felaketiydi. Bilişsel bir kopukluk var. Yani haber bültenlerinde iklim krizini ortaya çıkaran fosil yakıt 'müjdesinin' hemen ardından iklim krizinin neden olduğu pek de doğal olmayan insan elinden çıkmış bir aferin haberi geliyor. Bu iki olay birbiriyle bağlantı kurularak anlatılamıyor.

"İklim krizinden ötürü bu sel felaketlerinin arttığını biliyoruz. 1990'lı yıllar boyunca ortalama 20-25 sel felaketi yaşanırken bu rakam 2000'lerde 60-65'e, 2010'larda da 125'e dayandı. Yani sel vakaları 10 katına çıktı. Buna paralel olarak atmosferdeki iklim değişikliğine neden olan karbon emülsuyonlarının artığını görüyoruz."

'İklim krizine 'kriz' demek zorundayız'

Tonbil bu "müjde"nin faturasının hem Karadeniz ve Karadeniz civarındaki ülkelere, hem de Türkiye ve tüm dünyaya çıkarılacağının altını çiziyor.

"Dünyanın görmüş olduğu en sıcak yıllardan birindeyiz" diyen Tonbil krizin ismini doğru koymak gerektiğini söylüyor:

"Birçok insan aşırı sıcaklardan ötürü hayatını kaybediyor, kuraklık tehlikesinden bahsediliyor, seller sular birbirini götürüyor ve bunun doğrudan iklim kriziyle alakalı olduğu bilimsel çalışmalar söylüyor. Bu bilimsel çalışmalar aynı zamanda iklim krizini durdurmanın yolunun da fosil yakıt kullanmaktan bir an önce vazgeçmek, fosil yakıtları yerin altında bırakmak olduğunu söylüyor. İşte bu bilişsel bağlantı kurulamadığı için bu konu Türkiye'nin gündemine gelemiyor. Çünkü herşeyden önce gerçeğinin ne olduğunu söylememiz gerekiyor. 

"İklim krizine 'kriz' demek gerektiğini anlatmak gerekiyor. Krize de her krizde olduğu gibi bir acil durum müdahalesiyle beraber yaklaşmak gerekiyor. İş işten geçtikten sonra pek çok salgın hastalıklara sebebiyet verebilecek, çatışmalara, işsizliğe, kuraklığa ve bununla alakalı çıkabilecek olan başka başka krizlere neden olan büyük bir krizin durdurulması gerektiğini söylüyor iklim aktivistleri."

Tonbil, medyayı, Yunanistan-Türkiye krizi, Libya'daki gerginlik ve "Mavi Vatan" söylemli haberlerde hem milliyetçi hem de ekonomik kaygılarla gerçeği halka ulaştırmamakla eleştiriyor:

"Yapılması gereken en önemli şey bu meseleyi, kısa ekonomik boyutlarından daha çok dünyamızda bizi ve bizden sonraki kuşakları, bizim türümüzü ve bizden başka türleri de etkileyebilecek, zarar verebilecek boyutlarıyla görünür hale getirmek."