Medya

Savcılık mütalaasını verdi; gazeteci Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel'in 31,5 yıla kadar hapsi istendi

"15 Temmuz’un kitabını yazmadığımı görüp rahatlayanlar varsa korkmaya devam etsin"

05 Şubat 2021 12:58

Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız ve Tele 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel’e “Devletin güvenliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklama" gerekçesiyle açılan davanın savcılık mütalaasını verdi. Yıldız ve Dükel'in 31,5 yıla kadar hapsi istendi.

Esas hakkındaki mütalaasını sunan savcı, Müyesser Yıldız, İsmail Dükle ve Erdal Baran’ın "devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme" ve "devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama" suçlamalarından  14 yıldan 31,5 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarını istedi. Erdal Baran'ın tutukluluk halinin, Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel’in adli kontrollerinin devamına karar veren mahkeme, duruşmayı 8 Mart, saat 09:30'a erteledi.

Müyesser Yıldız'ın avukatı Erhan Tokatlı, duruşma başlamadan önce söz aldı. Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici'nin bir değerlendirme hazırladığını ve heyet isterse dinlenmek için hazır olarak beklediğini beyan etti.

"Birilerinin intikam davası"

Müyesser Yıldız savunmasında, “Sayın Heyet, bir yıldan fazla zamandır, dava demeye dilimin varmadığı bu dosya ile uğraşıyoruz.  Evet bir dava var, ama bu bildiğimiz adli, hukuki davalardan değil; daha önce de belirttiğim gibi, birilerinin intikam davası. Tek tek anlatayım. ‘Böyle bir İhbarcı yok’ dedik. Nihayet Emniyet’ten gelen bir yazıyla böyle bir ihbarcının bulunamadığı bildirildi. Bulunamadı, bulunamazdı, çünkü yoktu. Haklı çıktık. O zaman soruyorum; olmayan ihbarcıya kimler, neden itibar etti de bu dosya tanzim edildi?" dedi.

Yıldız, "Şaşaalı operasyonlarla gözaltına alındık. Çünkü güya askeri casusluk yapmıştık. ‘Üzerimize yapışmaz’ dedik; daha üçüncü gün, bizzat iddia sahipleri yapışmadığını/yapışamayacağını kabul etti. Daha gözaltındayken; ‘TCK’yı havaya atacaklar, hangi sayfa açılırsa, o maddeden ceza verecekler’ dedik. Şu ana kadar üç kere suçun nevi değiştirildi. Yani yine haklı çıktık. Bilmem hatırlar mısınız, izlediniz mi? 10-15 yıl önce televizyonda, usta oyuncular Haluk Bilgiler ve Sumru Yavrucuk’un rol aldığı bir dizi vardı - Sevgili Dünürüm diye. Torunları olacak, herkes bir isim koymak istiyor. Baba Haluk Bilginer ille de Zebercet ismini istiyor. Herkes, ‘bu ne biçim isim’ diye itiraz ediyor. Sonunda şöyle bir formül bulunuyor: ailenin tüm fertleri istediği ismi bir kağıda yazacak, sonra bunlar arasından kura çekilecek. Öneri kabul ediliyor, kağıtlara isimler yazılıyor. Ama Haluk Bilginer uyanıklık yapıyor; kaşla göz arasında bu kağıtların hepsini, Zebercet yazan kağıtlarla değiştiriyor. Kura çekiliyor, sürpriz!.. Zebercet çıkıyor. Bizim iş de o hesap. Yaptığımız işin casusluk, gizli ya da yasak bilgi veya belgelerin ifşası olmadığını, sadece ve sadece gazetecilik faaliyeti olduğunu ispatlamamıza rağmen, besbelli illa bir ceza verilecek." diye konuştu. 

"Haklı çıktık, delilini de dava dosyasında bulduk"

Yıldız, "Artık ne çıkarsa bahtımıza!.. Bunun nasıl bir intikam davası olduğunun, hedefin de sadece ve sadece ben olduğumun son deliline gelmeden önce şunu sormak istiyorum: İddialara göre, olay çok ciddi; devletin gizli bilgi ve belgelerini temin ettik. Koca Milli Savunma Bakanlığı da bu dosyaya epey mesai harcadı. Peki Erdal Baran’la ilgili herhangi bir idari tahkikat yaptılar mı?  Bildiğim kadarıyla hayır!.. Tek başına şu tavır bile, aslında iddiaların hiçbir ciddiyetinin bulunmadığını, sadece bizlere gözdağı vermek için bu operasyonun yapıldığını ortaya koymuyor mu? Evet, yine daha gözaltındayken ve cezaevi sürecindeyken, ‘Birileri 15 Temmuz arşivimin peşinde. Bu konuda kitap yazıp yazmadığımı merak ediyorlar’ demiştim. Bunda da haklı çıktık, delilini de dava dosyasında bulduk." ifadesini kullandı. 

Yıldız şunları kaydetti: 

"Nasıl mı? Kısaca anlatayım: 18 Temmuz’da, yani dosyada henüz gizlilik kararı varken, avukatlarım bile dosyayı göremezken, Cumhuriyet Başsavcılığı, Milli Savunma Bakanlığı’na, soruşturma dosyasının tamamını, iletişimin tespiti tutanaklarını gönderirken şunu yazmış: ‘Şüphelilerden ele geçirilen dijital materyallerin incelenmesine devam edildiğinden, tamamlanınca ayrıca gönderilecektir. Normalde bu nereye teslim edilir? Herhalde, MSB Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne, değil mi?

Hayır, oraya teslim edilmiyor. Ya kime teslim ediliyor? Bizzat Milli Savunma Bakan Yardımcısı Sn. Yunus Emre Karaosmanoğlu’na. Ne kadar önemliyse!... Devam edelim.

"15 Temmuz’un kitabını yazmadığımı görüp rahatlayanlar varsa korkmaya devam etsin"

2 Temmuz’da, bu defa da bizlerden ‘ele geçirilen’ tüm dijitallerin kopyaları veriliyor. Peki bu defa kim elden teslim alıyor? Bizzat Milli Savunma Bakanlığı Personel Daire Başkanı. Evimde, bilgisayarımda ne ele geçirildiyse, davalı olduğum Milli Savunma Bakanlığı’na elden teslim yani!.. Sadece şunu sormak istiyorum: soruşturmalar ne zamandan beri böyle yürütülüyor? Ve bu durumda, soruşturmayı gerçekte kim yapmış oluyor? Dijitallerim imajı alındıktan sonra aylarca bana bile verilmezken, hangi hak ve yetkiyle, en baştan oraya gönderilebiliyor?Bilmem, bunun neden bir intikam davası, hazırlanan şeyin de bir intikamname olduğunu anlatabildim mi? Son sözüm şudur: 15 Temmuz’un kitabını yazmadığımı görüp, rahatlayanlar varsa hiç rahatlamasınlar, korkmaya devam etsinler. Ben veya bir başkası, gerçekleri er veya geç ortaya çıkaracaktır. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.”

İsmail Dükel: İhbarcının neden bulunamadığını merak ediyorum

İsmail Dükel, “Hukuki olarak avukat arkadaşlar uzunca, iddia makamının tüm argümanlarına karşı tezlerini sundular. Bunun üstüne çok ekleyeceğim bir şey yok. Yargılamanın siyasi boyutuna ilişkin de ekleyeceğim çok bir şey yok. Ancak ben neden bu ihbarcının bulunamadığını merak ediyorum. 83 milyon insan çok geliyor düşününce; ama yine de bulunabilirdi diye düşünüyorum” değerlendirmesini yaptı.

Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici de mahkemede uzman olarak dinlendi, rapor dava dosyasına da girdi.

Bildirici hazırladığı raporda şunları kaydetti: 

"Dava konusu olayın hukuki niteliği, suçlamanın unsurları gibi mahkemenin takdirinde olan unsurlara girmeden, suçlanan iki gazetecinin dava konusu olay ve bu olayla ilişkili yazı, söylem ve yayınlarında gazetecilik sınırları dışına çıkıp çıkmadıkları, gazetecilik meslek etiğine aykırı davranıp davranmadıkları, gazetecilik kuralları ve meslek etiği açısından incelenerek bu rapor hazırlanmıştır.  Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdim. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladım. 12 Eylül 1980 askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptım. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğum Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldım.

 Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçtim.  Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptım.  Bu dönemde yazı dizileri hazırladım; portre yazıları kaleme aldım. Araştırma kitapları yayınladım.  Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildim. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde “Kırlangıç Yuvası” köşesinde yazdım. 31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında “Anlatsam Roman Olur” başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldım.  Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D’de yayınlandım.    TV8’de “Çuvaldız” (1999-2001), Cine-5’te “Üç artı Bir”, Tv 8’de “Nerede kalmıştı?” (2009) adlı programlar yaptım. Hürriyet Pazar’da “Puzzle portreler” başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladım.   

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde de üç dönem (2016-2019) “Medyanın güncel sorunları” dersleri verdim. 19 Nisan 2010 tarihinden 1 Mart 2019’a kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttüm.  Daha sonra 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptım.  Halen “Medya Ombudsmanı” olarak farukbildirici.com adresindeki kendi web sayfamda medya etiği konusunda yazılar yazıyor; yine bu konudaki akademik ve mesleki çalışmalara katılıyorum.                                                                                                     

Yayınlanan kitaplarım:

Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit’e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001),

Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP’lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana’nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008),Günahlarımızda yıkandık (Haziran 2018)

Cumhuriyet Başsavcılığı’na, 13 Kasım 2019 tarihinde Durmuş Özkan  imzasıyla “Hadımköy Kışla Komutanlığında görevli Astsubay Erdal Baran'ın gizli bilgileri telefonla dışarıya çıkardığı” ihbar edilmiş; bunun üzerine "Siyasal ve Askeri Casusluk" suçundan soruşturmaya başlanmıştır. Şüpheli Erdal Baran'ın kullandığı ve eşi adına kayıtlı olan GSM numaralı hattıyla ilgili olarak Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından iletisimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması kararı verilmiştir. Erdal Baran’ın kullandığı telefonun 2 Aralık 2019’ta başlayan dinlenmesi ve kayda alınmasına 3 Mart 2020 tarihinde son verilmiştir.

"Savcılık, iletişimin tespiti ve kaydı işlemlerinin bitmesinden 3 ay sonra harekete geçti"

 Soruşturmada “Siyasal ve askeri casusluk” gibi ciddi bir suçlama olmasına rağmen Erdal Baran'ın başka hiçbir ilişkisi üzerinde durulmaması, sadece Müyesser Uğur (Yıldız) ve İsmail Zeki Dükel ile iletişiminin izlenmesine karar verilmesi dikkate değer bir soruşturma yöntemi izlendiğini göstermektedir. Müyesser Uğur ve Zeki Dükel’in GSM telefonları 9 Ocak 2020 ve 9 Mart 2020 tarihleri arasında dinlenerek kayda alınmıştır. Savcılık, iletişimin tespiti ve kaydı işlemlerinin bitmesinden 3 ay sonra harekete geçerek Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in 8 Haziran 2020 tarihinde gözaltına alınmalarını ve evlerinin aranmasını sağlamıştır.

"Başsavcılık Erdal Baran’ın başka gazetecilerle görüşmesini araştırmamış"

Asli failin İstanbul’da yaşamasına, olay yerinin de İstanbul olmasına rağmen soruşturmanın neden Ankara’dan yürütüldüğü ve iletişimin tespiti ile kaydı kararlarının neden Ankara’dan verildiği hakkında soruşturma dosyasında bir açıklama bulunmamaktadır. İletişimin tespiti ve kaydının tamamlanması sürecinden sonra sanıkların gözaltına alınması için neden 3 ay beklendiğinin de bir açıklaması yapılmamıştır.  Siyasal ve askeri casusluk” iddiasıyla başlayan soruşturma Erdal Baran’ın “devletin güvenliği ile ilgili gizli nitelikteki bilgileri temin ederek gazetecilere aktardığı” ve Müyesser Uğur ile İsmail Zeki Dükel’in de “gazetecilik faaliyeti adı altında basın özgürlüğü için tanımlanan yasal sınırları aşarak devletin güvenliğine ve siyasal yararına ilişkin gizli bilgileri kamuoyuna açıkladıkları” iddiasına dönüştürülmüştür.

"İddianamede Baran'ı bilgi aktardığı gazetecilerin sadece Müyesser Uğur ve Dükel olmadığına dair somut kanıtlar var"

Halbuki iddianamede Erdal Baran’ın ilişkide bulunduğu ve bilgi aktardığı gazetecilerin sadece Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel olmadığına dair somut kanıtlar bulunmaktadır. Örneğin iddianamenin 41. Sayfasında Erdal Baran’ın 20 Şubat 2020 tarihinde saat 21.11.22’de Müyesser Uğur ile yaptığı görüşmeye yer verilmektedir. Bu görüşmenin bir bölümünde Erdal Baran, Müyesser Uğur’a o gün başka gazeteciler ile de konuştuğunu şöyle anlatmaktadır:   

MÜYESSER Uğur : VALLA IYIDIR DURUSMADAYDIM BUGÜN TAM GÜN BIRAZ ÖNCE SEN NAPIYON?

ERDAL Baran : IYIDIR ABLA NAPIYIM HABER PROGRAMLARINI DÜZELTMEYE ÇALISIYORUM. 

MÜYESSER Uğur : NASIL?

ERDAL Baran : HABERLERI DÜZELTMEYE ÇALISIYOM DIYOM

MÜYESSER Uğur : NE GIBI?

ERDAL Baran : YA VURULAN HABIRE GÖZLEM NOKTASI GÖZLEM NOKTASI DEYIP DURUYORLARDI ARTIK BI KAÇINI ARADIM DEDIM BAKIN YANLIS

YAPIYOSUNUZ GÖZLEM NOKTASI DEGIL ASTANA VE SOCHI SÜRECINDE

KURULAN GÖZLEM NOKTASININ SAYISI ON IKI

MÜYESSER UGUR : HI HI

ERDAL Baran : RUSYA IRAN VE SURIYE BUNLARI BILIYO KOORDINATLARI DAHIL VAR

MÜYESSER Uğur : HI HI

ERDAL Baran : AMA BU VURULAN YERLERDE (SES ANLASILMADI) KENDI KENDIMIZE OLUSTURDUGUMUZ MEVZILER YA RUSYA SUNU DIYO TANIMIYORUM

MÜYESSER Uğur : HI HI

ERDAL Baran : BEN SENIN ASKERININ ORDA OLDUGUNU BILMIYOM DIYO ARTI BUGÜN OLAN OLAYLA ILGILI BISEY SÖYLEYIM SANA ÇOK IÇLER ACISI

MÜYESSER Uğur : HIH

Böyle sürüp giden konuşmada özetle belirtmek gerekirse Erdal Baran, “birkaç gazeteci ile konuştuğunu, onlara Türk askerinin Suriye’de bulunduğu noktalarla ilgili bilgi verdiğini ve haberlerdeki yanlışları düzelttirdiğini” söylemektedir. Bu ifade Erdal Baran’ın görüştüğü ve bilgi verdiği gazetecilerin sadece Müyesser Uğur ve İsmail Dükel’e olmadığını, soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da bu bilgiye vakıf olduğunu ortaya koymaktadır.

 Ama buna rağmen Erdal Baran’ın ilişkide bulunduğu, bilgi verdiği, haberlerindeki yanlışları düzelttirdiği gazetecilerle konuşmasına ilişkin iddianamede en ufak bir bilgiye yer verilmemiştir. Oysa Erdal Baran’ın “birkaç gazeteciyi aradığını ve haberlerini düzelttirdiğini” söylediği 20 Şubat 2020 günü hangi gazeteciler ile görüştüğünün de tespit edilmiş olması gerekmektedir. Zira dinleme kararının Erdal Baran’ın bütün görüşmelerini kapsadığı açıktır.

"Başsavcılığın diğer gazetecilerle görüşmeleri soruşturma dışında bırakması dikkat çekici"

Buna rağmen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Erdal Baran'ın 20 Şubat 2020 günü bilgi verdiği diğer gazetecilerle görüşmelerini iddianameye ve dava dosyasına koymayıp, mahkemeye takdir hakkı bile tanımadan o görüşmeleri soruşturma dışı bırakması ve o gazetecileri suçlamadan muaf tutması dikkat çekmektedir.

Anlaşılan Başsavcılık, Erdal Baran’ın Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel dışındaki gazetecilerle görüşmesini ve bilgi vermesini suç olarak değerlendirmemiştir. Ama hal böyleyken Erdal Baran’ın sadece Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel ile görüşüp bilgi vermesinin suçlama konusu yapılması iddianamenin mantığıyla çelişmektedir.

Dava dosyasında ve iddianamede Erdal Baran’ın görüştüğü ve haberlerini düzelttirdiğini söylediği diğer gazeteciler ve yaptıkları yayınlarla ilgili bilgi ve belge olsaydı, onların bu ilişkisi ve bu ilişkiden kaynaklanan yayınlarıyla ilgili olarak gazetecilik meslek etiği açısından değerlendirme yapılabilirdi. Ancak bu konuda belge ve bilgi olmaması o gazeteciler ve yayınlarıyla ilgili değerlendirme yapmayı olanaksız hale getirmiştir. 

"Gazetecilik dışı amaç söz konusu mu?"

 Astsubay Erdal Baran’ın diğer gazetecilerle yaptığı görüşmelerle ilgili bilgi ve iletişim kayıtları dosyada olsaydı; Erdal Baran’ın Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel ile görüşmesi ile diğer gazetecilerle görüşmesi arasında suçlama yaratan farkın ne olduğu anlaşılabilirdi. Bu yönde bir veri olmadığına göre sadece sanıklar Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel hakkında iddianamede yöneltilen suçlamalar ve kanıtlar üzerinden inceleme yapılabilecektir.

     Şöyle ki, Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in “gazetecilik faaliyeti adı altında basın özgürlüğü için tanımlanan yasal sınırları aşarak devletin güvenliğine ve siyasal yararına ilişkin gizli bilgileri kamuoyuna açıkladıkları” öne sürülmektedir. Kısacası, Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in gazetecilik ve basın özgürlüğü sınırlarını aştıkları iddiasında bulunulmaktadır.

 Gazetecilik ve basın özgürlüğü sınırlarının aşılıp aşılmadığını belirleyebilmek için Erdal Baran ile Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in temaslarını ve bunun sonucu olarak yürüttükleri faaliyetler, bu raporda dört açıdan incelenmiştir:

  1. Erdal Baran ile görüşmelerinin amacı, üslubu ve içeriği açısından,
  2. Bu görüşmelerde elde ettikleri bilgilerin niteliği açısından,
  3. Görüşmelerde öğrendikleri bilgileri nasıl ve ne için kullandıkları açısından,
  4. Kamuoyuna açıkladıkları bu bilgilerin yarattığı sonuçlar açısından.

    

  Sanık konumundaki gazeteciler Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in, diğer sanık Erdal Baran ile irtibatı ve bununla ilgili olarak yaptıkları yayınlar, yukarda sıraladığımız dört açıdan incelendiğinde varılan sonuçlar şöyle sıralanmaktadır:

  1. Erdal Baran ile görüşmelerinin amacı, üslubu ve içeriği açısından inceleme:

        Sanıkların iletişiminin dinlendiği ve kaydedildiği süre içerisinde Erdal Baran’ın Müyesser Uğur ile ile 213 kez, İsmail Zeki Dükel ile 147 kez irtibat kurduğu belirtilmektedir. Ancak İddianamede Erdal Baran’ın, Müyesser Uğur ile 28, İsmail Zeki Dükel ile 17 görüşmesinin deşifresine yer verilmektedir.

"İddia makamı da burada haber kaynağı-gazeteci ilişkisi olduğunu kabul etmekte"

İddianamede, Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in bu görüşmelerde gazetecilik dışında amaç güttükleri ya da elde ettikleri bilgileri gazetecilik dışında bir amaçla kullandıkları öne sürülmemektedir. Tam tersine gazetecilik faaliyeti yürüttükleri, haber ve yazı konusu yapmak üzere bu kişiyle ilişki kurdukları kaydedilmektedir. Dolayısıyla iddia makamı da burada haber kaynağı-gazeteci ilişkisi olduğunu kabul etmektedir.

"Her gazetecinin ilgi duyacağı gündemdeki konular dışındaki başkaca bir konuya girilmemekte"

Bu görüşmelerde göze çarpan en önemli nokta, sürekli olarak Erdal Baran’ın telefon etmesi ve görüşmelerin saniyelerle ifade edilecek kadar kısa sürmesidir. Libya’ya asker gönderilmesi, Suriye’deki Türk askerlerine yönelik saldırılar gibi her gazetecinin ilgi duyacağı gündemdeki konular dışındaki başkaca bir konuya girilmemektedir.

"Dostluk ilişkisi olmadığını göstermekte"

 İlişkilerin içeriği ve birbirlerine karşı üslupları aralarında başka şekilde tanımlanacak bir dostluk ilişkisi olmadığını göstermektedir. Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in Erdal Baran’a bir “haber kaynağı” olarak baktıkları, ilişkiyi bu düzeyde tutmaya özen gösterdikleri anlaşılmaktadır. Müyesser Uğur, Erdal Baran’ın anlatımları karşısında zaman zaman sorular sorsa da İsmail Zeki Dükel, genelde soru da sormamakta, dinlemekle yetinmektedir.

Ama her ikisinin de Erdal Baran’ın anlattıklarına tamamen güvenmedikleri anlaşılmaktadır. Zira Erdal Baran’ın her anlattığını haber yapmamakta, her söylediğini olduğu gibi yazmamaktadırlar. Her gazetecinin yapması gerektiği gibi bu kişinin “haber kaynağı” olarak aktardıklarını, kontrol edebildikleri ve başka kaynaklardan gelen bilgilerle örtüştürebildikleri ölçüde çok sınırlı olarak değerlendirmektedirler.  Bu da aralarındaki ilişkinin gazeteci- haber kaynağı ilişkisi olduğunu, ilişki kurulurken gazetecilik sınırının aşılmadığını somutlamaktadır.

Gazetecilerin, görev yeri neresi olursa olsun bir astsubay ile gazetecilik ilişkisi kurmaları, onu haber kaynağı olarak değerlendirmeleri de suç olarak değerlendirilemez. Çünkü mesleki etik ilkeler çerçevesinde olmak kaydıyla gazeteciler herkesle gazetecilik ilişkisi kurabilirler.

Nitekim 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Haber kaynağı” başlıklı 12. Maddesi “Süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibi, bilgi ve belge dahil her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz” hükmünü içermektedir. Yasanın bu hükmü, gazetecinin haber kaynağı ile ilişkisi yasal güvence altına alınması anlamını taşımaktadır. Gazetecinin kaynaklarıyla ilişkisinin güvence altına alınması, basın ve ifade özgürlüğünün gereğidir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 8 Mart 2000 tarilli 701. Toplantısında üye devletlere gazetecilerin “haber kaynaklarını açıklamama hakları” konusunda 7 sayılı tavsiye kararı alınmıştır. Bu kararda “Gazetecilerin haber kaynaklarını korumalarının, gazetecilerin olduğu kadar medyanın da özgürce çalışabilmesinin en önemli şartlarından biri olduğu belirtilmiştir. (Süleyman İrvan, Ragıp Duran, Fikret İlkiz, Medya, Etik ve Hukuk, IPS İletişim Vakfı Yayınları, 2005, S:132-133)

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğü ile ilgili 10. maddesinin, “bilgi ve fikirlerin sadece öz ve içeriklerini değil, aynı zamanda, onları aktarma araçlarını da koruduğunu” vurgulamaktadır. “Gazetecilik kaynaklarının korunmasının, basın özgürlüğüne ilişkin temel koşullardan biri” olduğunun altını çizerek, haber kaynağının koruma altına alınmamasının, basının “kamu bekçiliği” rolünü yerine getirememesi ve kamu yararını gözetememesi gibi sonuçlar doğurabileceğine dikkati çekmektedir. (Goodwin /Birleşik Krallık, 27 Mart 1996 tarihli karar.)

Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in, astsubay Erdal Baran ile kurdukları gazeteci- haber kaynağı ilişkisinin dava konusu yapılması da Basın Kanunu’ndaki “haber kaynağının gizliliği” ilkesinin ihlal edilmesi, basın ve ifade özgürlüğüne zarar verilmesi, basının kamu bekçiliği görevini yerine getirmesinin engellenmesi sonucunu doğurmaktadır.

Bu görüşmelerde elde ettikleri bilgilerin niteliği açısından inceleme:Erdal Baran ile Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in telefon görüşmelerinde genellikle Libya’ya asker gönderilmesi, Türk askerinin Suriye’deki faaliyetleri, askerlerin şehit edilmesi, Rusya ve Fransa ile ilişkiler gibi konular üzerinde durulmaktadır.

İddianamede, Milli Savunma Bakanlığı’nın yazılarına dayanarak Erdal Baran’ın aktardığı bilgilerin gizli olduğu, bu nedenle de kamuoyuna açıklanmasının suç olduğu öne sürülmektedir. Milli Savunma Bakanlığı’nın “Gizli” olduğunu belirtmesi, bu bilgilerin gizli olduğunu belirlemek için yeterli değildir. Şöyle ki;

"Rusya ve Suriye’de bilinenler Türkiye’de gizli kabul edilemez"

Sanık Erdal Baran, Müyesser Uğur ile 17.12.2019 günü yaptığı telefon görüşmesinde Suriye’de devriye görevine çıkan Türk askerinin kullandığı “kirpi” adı verilen zırhlı aracın çamura battığını ve aksının kırıldığını söylemiştir. İddianemenin 9. sayfasında verilen bilgiye göre de Genelkurmay Harekat Başkanlığı bu bilgiyi doğrulamış, bu bilginin “Gizli” kodlandığını ve kamuoyuyla paylaşılmadığını ifade etmiştir.

Bu olay, bir bilginin kamuoyuyla paylaşılmamış olmasının gizli olduğu anlamına gelmeyeceğinin somut bir kanıtıdır. Çünkü Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı bu bilgiyi paylaşmamış olsa da Suriye’de devriye gezen zırhlı aracın aksının kırıldığını başta birlikte görev yaptıkları Rus askerleri ve onları izleyen Suriye güçleri ile yerli halk görmüştür.Rusya ve Suriye’de bilinen bu olayın Türkiye’de gizli olduğunu kabul etmek ve halka bildirilmesini suç olarak değerlendirmek, halkın bilgi edinme hakkının ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.

Erdal Baran’ın verdiği bilgilerin güvenilirliği şüpheli ve gerçek dışıdır

Ayrıca iddianame ve dosyadaki kanıtların incelenmesi, Erdal Baran’ın Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’e verdiği bilgilerin güvenilirliğinin de şüpheli olduğunu ortaya koymaktadır.

Örneğin, Erdal Baran, 24.12.2019 tarihli görüşmede Müyesser Uğur’a “Ordu”da bir toplantı yaptıklarını “Rusya ile Suriye harekatının gelişmesinin ele alındığını” söylemiştir. Erdal Baran, bu toplantının nerede olduğu, kimlerin katıldığı gibi bilgiler vermemiş, toplantı içeriği ile de genel ifadeler kullanmıştır. Bu söylediklerinin gizliliğinden söz edilemeyeceği gibi, doğru olmadığı da açığa çıkmıştır. İddianamenin 10. sayfasında yer alan bilgiye göre, Milli Savunma Bakanlığı, 11.09.2020 tarih ve 80152435-663.07.E.529871 sayılı cevabi yazısında “Kara Kuvvetleri Harekat Başkanlığı’nın böyle bir toplantının yapılmadığını bildirdiğini” ifade etmiştir.

Demek ki, Erdal Baran, 24.12.2019 tarihli telefon görüşmesinde Müyesser Uğur’a doğru söylememiştir; toplantı ve oradaki görüşmelerle ilgili söyledikleri gerçeği yansıtmamaktadır.

"Erdal Baran, bu görüşmeleri arkadaşlarına caka satmak için kullanmaktadır"

Erdal Baran’ın Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel ile yaptığı görüşmelerin niteliği ve amacı konusunda bilgi veren bir kanıt da iddianamenin 72-80 ile 135-139.sayfaları arasında yer alan görüşmelerdir. Erdal Baran, 20.12.2019 günü, Şemdinli’de görev yapmakta olan rütbesi kendisinden altta olan Oğuzhan AYDIN adlı bir askerle görüşmüştür.  Erdal Baran, bu görüşmede bir yandan “kantinde görev yaptığını” bir yandan da “Fırat kalkanı ve Barış harekatı bölgesine gittiğini, oralarda timleri olduğunu ve “düz guru muharebeci olmadığını” söylemiştir. Ayrıca Müyesser Uğur ile görüştüklerini ona bilgi verdiğini bu bilgilerin Oda TV’de yayımlandığını öne sürmüştür. “TSK’ya ilgili yazılar benim yazımdır haberin olsun”, “Müyesser abla ile beraber yazıyoruz”, “Mesela en son Hulusi Akar’la ilgili yazdığımız yazı vardı”, “Bak şimdi Aselsan’la TAİ yazdık”, “Aspilsan var, askeri pil sanayi menzilcilerin, onun üzerinde çalışıyor” gibi ifadeler kullanmıştır.

Bu telefon görüşmesindeki ifadeler, gerçeği yansıtmamaktadır. Zira iddianamede de yer aldığı gibi, Erdal Baran’ın, Müyesser Uğur ile birlikte yazdıklarını söylediği yazı, bu telefon görüşmesinden neredeyse 1.5 yıl önce, 23.05.2018 tarihinde yazılmıştır; üstelik de bu yazı tamamen “Ankara Sincan’da görülen Kara Havacılık davası” duruşmalarında yaşananlara, söylenenlere dayanmaktadır. (https://odatv4.com/hulusi-akar-bizim-kardesimizdir-23051824.html)

Yine Erdal Baran’ın Müyesser Uğur ile birlikte yazdıklarını söylediği ve iddianamede de yer verilen “Ne yani devletin gazetesi de mi yalan yazdı” başlıklı ve 25.11.2019 tarihli yazı da Milli Savunma Bakanlığı'nın 2020 bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki görüşmelerine dayanmaktadır. Yazı ağırlıklı olarak CHP Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun’un, ASELSAN, TAI gibi stratejik kurumlara atanan yöneticilerin Hayra Davet Vakfı'ndan olduğu yolundaki komisyon konuşmasının analizini içermektedir. (https://odatv4.com/ne-yani-devletin-gazetesi-de-mi-yalan-yazdi-Müyesser Uğur’un Oda TV’de yayımlanan bu iki yazısının Erdal Baran’ın anlattıklarına dayanmamaktadır; buna rağmen Erdal Baran’ın telefon görüşmesinde arkadaşına “Müyesser abla ile birlikte yazıyoruz” demesi gerçeği yansıtmamaktadır. Tam tersine Erdal Baran’ın, Müyesser Uğur ile yaptığı görüşmeleri arkadaşlarına “caka satmak” ve kendisini önemli göstermek için kullandığını kanıtlamaktadır.

"Arkadaşları Erdal Baran’a devletin güvenliğiyle ilgili bilgi vermemektedir"

Erdal Baran, aynı şekilde arkadaşı olduğu anlaşılan astsubay Ahmet ERKEN ile 06.01.2020 tarihindeki görüşmesinde de “Üç dört kişiye röportaj verdim. Ha birisi İsmail Dükel, birisi Müyesser YILDIZ, ordan sonra iki tane milletvekili vardı” ve “Gündüz ikmalci, gece istihbaratçı” olduğunu söyleyerek kendisini gazeteci ve milletvekilleriyle ilişkisi olan önemli bir kişi gibi göstermektedir.

   15.02.2020 tarihindeki görüşmesinde de Astsubay Başçavuş Ahmet ERKEN’e bazı bilgiler sormakta, Rus basınını Google’dan tarayıp Serakip’deki üs hakkında kendisine bilgi vermesini istemektedir. Ahmet ERKEN de Libya’ya birliğin gidişiyle ilgili olarak Erdal Baran ile konuşmakta bir sakınca görmemektedir.

      Nitekim Ahmet ERKEN’in dosyada şüpheli ya da sanık olarak bulunmaması da Erdal Baran’a verdiği bilgilerin Başsavcılık makamı tarafından suç olarak değerlendirilmediğini göstermektedir. Ahmet ERKEN’in verdiği bilgiler devletin güvenliğiyle ilgili gizli kalması gereken nitelik taşımıyorsa Erdal Baran’ın Müyesser Uğur’a aktardığı bilgiler de devletin güvenliğiyle ilgili ve kamuya aktarılması zararlı bilgiler olamaz.

   Erdal Baran’ın 21.05.2020 tarihinde saat 23:27.36'da ard arda Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’e “İzmir’de telsiz marifetiyle caminin frekansına girilerek, Çav Bella isimli şarkının yayımlanması provokasyonun MİT tarafından gerçekleştirildiği” mesajı göndermesi de kendisini ülkede olup biten her olayın perde arkasını bilen bir kişi gibi göstermeye çalıştığını ortaya koymaktadır.

    Nitekim iddianamenin 170. sayfasında Erdal Baran’ın astsubay Elvin BABA ile konuşurken de “diğer astsubaylar ile yaptığı konuşmaların aynısını yaptığı ve kendisini ön plana çıkararak istediği her türlü bilgiyi temin edebileceğinden bahsettiği” belirtilmektedir. Böylece arkadaşlarına kendisini farklı bir kişi olarak gösterdiği ifade edilmektedir. 

    Ama buna rağmen iddianamenin 86. sayfasında, “Şüpheli Erdal Baran'ın, Astsubay Kıdemli Çavus meslek bilgisi bulunan Elvin Baba ile yaptığı görüşmede, Libya’da vurulan Albay ile ilgili bilgilerin kendisi tarafından basına sızdırıldığını ikrar ettiği” kabul edilmektedir.  Buna kanıt olarak da Elvin Baba ile 27.02.2020 günü Saat 23:34:54’te yaptığı görüşme sunulmaktadır. Bu görüşmenin tamamı deşifre edilmediği için bir ikrar olduğu anlaşılmadığı gibi, Erdal Baran’ın, şehit albay hakkında bilgi aldığı mı, verdiği mi de belirsiz kalmaktadır.

      Zaten Erdal Baran’ın Elvin BABA ile görüşmesi 27.02.2020 tarihindedir; Müyesser Uğur’un Libya’da şehit olan albay hakkındaki yazısı 23.02.2020 tarihinde yayımlanmıştır. Müyesser Uğur, Oda TV’de yayımlanan “Suriye milli ordusu ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla Libya’ya gitti” başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın

İzmir'de Kuzey Ege Otoyolu açılışında yaptığı konuşmada Libya’daki şehitlerle ilgili yaptığı açıklamaya değinmekte; sonra da “Libya'daki ‘Birkaç tane şehidimiz’, ‘Birkaç Mehmet’ midir, bilmiyoruz. Birisinin emekli albay, ikisinin de ‘Kamu görevlisi’ olduğu iddiaları var” diye yazmaktadır.

Erdal Baran, alenileşmiş bilgileri ve duyumlarını aktarmaktadır

Erdal Baran, 06.01.2020 günü Saat 11.44.07 sıralarında Ismail Zeki Dükel ile yaptığı görüşmede, Libya’ya atanacak komutan ile ilgili olarak “Yedinci kolordu komutanı, ikinci ordu komutanlığına atadılar bu sene. İnternete yazarsan görürsün ikinci ordu komutanı kim diye, korgeneral bu” bilgisini vermektedir.

Erdal Baran, bu görüşmenin hemen ardından Saat 11.48.38’de Müyesser Uğur’u arıyor; ona da Libya’ya gönderilecek komutan konusunda “İkinci Ordu Komutanı, Sinan, Sinan Yayla gidecek, o da manyağın önde gideni” demektedir. Ancak Müyesser Uğur “Ben zannetmiyorum, İrfan Sert’i gönderir gibime geliyor. Tek, tek karargahtaki korgeneral o” yanıtını vermektedir.

Erdal Baran, Müyesser Uğur ile 11.01.2020 günü Saat 18.23.57’de yaptığı görüşmede de “Korgeneral, korgeneral gitti. Yedinci Kolordu Komutanlığı yapıp, İkinci Orduya vekalet eden Sinan. Sinan Yayla gitti diyorlar” diyerek aynı isimde ısrar etmektedir.  Ancak gelişmeler Erdal Baran’ın bu konularda bilgi sahibi olmadığını, sadece duyum ve tahminlerini aktardığını açığa çıkarmaktadır. Ayrıca Erdal Baran’ın 13.01.2020 günü Korgeneral Metin GÜRAK’ın Libya’ya gönderileceğini söylemesi artık alenileşmiş bir bilgidir. Çünkü Erdal Baran’ın Müyesser Uğur ile görüşmesinden üç gün önce 10 Ocak 2020 tarihinde “Türk Silahlı Kuvvetleri Libya Askeri Müşavirliği” görevine atanmıştır.

Bütün bu gelişmeler, Erdal Baran’ın Libya’ya atanacak komutan konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nde gerçekten gizlilik taşıyan bilgilere ulaşamadığını, telefon görüşmelerinde doğrulanmamış duyumlarını ve tahminlerini aktardığını, Müyesser Uğur’un ondan gelen alenileşmiş bilgiyi değil, başka kaynaklardan da araştırıp doğruladığı bilgilere yazısında yer verdiğini ortaya koymaktadır.

Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in Erdal Baran’dan öğrendiklerini nasıl ve ne için kullandıkları açısından inceleme:

 Müyesser Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in Erdal Baran’dan öğrendiklerini nasıl ve ne için kullandıkları, “gazetecilik ve basın özgürlüğünün yasal sınırlarını aşarak devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması bilgileri temin ederek açıkladıkları” iddiasının doğru olup olmadığını açığa çıkarmak bakımından büyük önem taşımaktadır.

Müyesser Uğur ve gazetecilik sınırları ;

 Müyesser Uğur’un, Erdal Baran’dan aldığı bilgileri nasıl kullandığı konusundaki iddialara iddianamenin 171 ve 174. sayfalarında altı başlık halinde yer verilmektedir. Söz konusu yayınların tarafımızdan incelenmesi sonrasında bu suçlamalara ilişkin vardığımız sonuçlar şöyledir:

Müyesser Uğur’un “Hulusi Akar bizim kardeşimizdir” başlıklı yazısını Erdal Baran’dan aldığı bilgilerle yazdığı iddiası:

Her ne kadar Erdal Baran, arkadaşı Oğuzhan AYDIN’a “Hulusi Akar bizim kardeşimizdir” başlıklı yazıyı birlikte yazdıklarını söylemişse de bu yazıdaki bilgileri verdiğine dair somut hiçbir kanıt yoktur. Aksine bu yazı Erdal Baran’ın iletişiminin tespiti ve kaydına karar verilmesinden bile aylar önce yazılmıştır.

Üstelik de 23.05.2018 tarihinde yayımlanan bu yazı birilerinden alınan bilgilere değil “Ankara Sincan’da görülen Kara Havacılık davası” duruşmalarında yaşananlara, söylenenlere dayanmaktadır. Yazının girişinde “Ankara Sincan'da görülen Kara Havacılık davasında sona gelindi. İki gün önce Genelkurmay Başkanı Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Salih Zeki Çolak ve İhsan Uyar'ın davaya katılım taleplerini kabul etti. Bugün de Savcı, esas hakkındaki mütalaasını açıkladı” denilmekte, daha sonra duruşma tutanakları ve bazı sanıkların ifadelerine yazıda yer verilmektedir. (https://odatv4.com/hulusi-akar-bizim-kardesimizdir-23051824.html)

Bu yazının Erdal Baran’ın aktardığı bir bilgiye dayanmadığı, onunla birlikte yazılmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.

 Ayrıca bu yazıda Türkiye’nin ulusal güvenliği ya da iç/dış siyasi yararı ile ilgili, gizli nitelikte hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Tamamen açık yargılamada Hulusi Akar hakkında öne sürülen iddialar, değerlendirme ve ifadelere yazıda yer verilmiştir.

Bu yazıda gazetecilik ve basın özgürlüğü sınırları aşılmamış, bilakis mesleki kurallara uygun bir gazetecilik faaliyeti yürütülmüştür. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle ilgili en büyük ve en önemli davalardan biri olan “Kara Havacılık davası”nı izlemek, burada yaşananları, söylenenleri aktarmak gazetecilerin görevidir.

Müyesser Uğur’un “Ne yani devletin gazetesi de mi yalan yazdı” başlıklı yazısını Erdal Baran’dan aldığı bilgilerle yazdığı iddiası:

Müyesser Uğur’un ODA TV’de yayımlanan 25.11.2019 tarihli bu yazısının da Erdal Baran’dan aldığı bilgilerle oluşturulmadığı açıktır. Çünkü “Ne yani devletin gazeteside mi yalan yazdı” başlıklı bu yazının ağırlığını, Milli Savunma Bakanlığı'nın 2020 bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki görüşmeleri oluşturmaktadır. Yazı aynen şöyle başlamaktadır:

“Perşembe günü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda Milli Savunma Bakanlığı'nın 2020 bütçesi görüşüldü. Görüşmeler sırasında CHP Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun, ASELSAN, TAI gibi stratejik kurumlara atanan yöneticilerin Hayra Davet Vakfı'ndan olduğunu öne sürdü.”

    Bu girişin ardından da CHP Milletvekili Aygun’un konuşmasından alıntılar yapılmakta, ardından Aygun ile Komisyon Başkanı Lütfi Elvan ve AKP Manisa Milletvekili Uğur Aydemir'le arasında geçen diyalog aktarılmaktadır. Komisyon toplantısının ardından Hayra Davet Vakfı’nın açıklaması ve Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, Hayra Davet Vakfı’nın kuruluşuyla ilgili olarak Resmi Gazete’nin 10 Eylül 2015 tarihli sayısında yayımlanan ilanı alıntılanmaktadır. (https://odatv4.com/ne-yani-devletin-gazetesi-de-mi-yalan-yazdi-25111921.html)

Bu yazının Erdal Baran’ın aktardığı bir bilgiye dayanmadığı, onunla birlikte yazılmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun anlaşılması için haberin sadece okunması yeterli olacaktır. Ayrıca bu yazıda Türkiye’nin ulusal güvenliği ya da iç/dış siyasi yararı ile ilgili, gizli nitelikte hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Tamamen TBMM’deki görüşmeler ve açık kaynaklardan yararlanılarak hazırlanmıştır.

Bu yazıda gazetecilik ve basın özgürlüğü sınırlarının aşıldığı söylenemez. ASELSAN ve TAİ gibi kurumlara atanan yöneticilerin Hayra Davet Vakfı’ndan olduğunu açık kaynaklara dayanarak yazmak ve toplumu bilgilendirmek gazetecilik görevidir.

Müyesser Uğur’un “Suriye Milli Ordusu ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla Libya’ya gitti” başlıklı Erdal Baran’ın verdiği bilgilerle yazdığı iddiası:

Müyesser Uğur, bu yazıyı Erdal Baran’dan aldığı bilgiye dayanarak yazmış olamaz. Çünkü Erdal Baran’ın Libya’daki şehit askerlerden birinin “albay” olduğuna dair bilgiyi Müyesser Uğur’a aktardığına dair bir telefon görüşmesinin kaydına dava dosyasında ve iddianamede rastlanmamıştır.

Başsavcılık, Müyesser Uğur’un “Libya’daki şehit askerlerden birinin albay olduğu” bilgisini Erdal Baran’dan aldığını, Erdal Baran’ın astsubay arkadaşı Elvin Baba ile 27.02.2020 tarihinde yaptığı telefon görüşmesine dayanarak öne sürmektedir. Oysa bu görüşmenin deşifresinin yarım olduğu dikkati çekmekte, Erdal Baran’ın albay hakkında bilgi mi verdiği, yoksa bilgi mi aldığı belli olmamaktadır.     Kaldı ki, Müyesser Uğur’un söz konusu yazısı Erdal Baran’ın Elvin BABA ile görüşmesinden dört gün önce 23.02.2020 tarihinde yayımlanmıştır. Erdal Baran’ın Elvin BABA ile o telefon görüşmesinde Libya’daki şehit askerle ilgili olarak sadece “albay” olduğunun söylenmesine karşın, Müyesser Uğur’un yazısında Libya’daki şehitlerin “birinin emekli albay, ikisinin de kamu görevlisi olduğu” belirtilmiştir. Bu kadar ayrıntılı bilginin Erdal Baran’dan alınmış olması ihtimalı de yoktur, bu doğrultuda bir kanıt da bulunmamaktadır.

Daha önemlisi Müyesser Uğur’un “Suriye milli ordusu ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla Libya’ya gitti” başlıklı yazısındaki bilgilerin ağırlığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın konuşma ve açıklamalarına dayanmaktadır. Müyesser Uğur’un yazısı aynen şöyle başlamaktadır:

Erdoğan dün İzmir'de Kuzey Ege Otoyolu açılışında yaptığı konuşmada, kelimesi kelimesine şunları söyledi:

 ‘Libya’nın meşru Başbakanı ile yönetimiyle masaya oturduk, imzaları attık… Biz gayrimeşru Hafter’e karşı, ücretli, lejyoner Hafter’e karşı biz orada yönetici, kahraman askerlerimiz ve Suriye Milli Ordusu’ndan ekiplerimizle beraber oradayız. Mücadeleyi orada sürdürüyorlar.

Tabii birkaç tane şehidimiz var. Ama birkaç tane şehidimizin karşılığında da 100’e yakın orada, o lejyonerlerden etkisiz hale getirdik. Kardeşlerim, şunu hiçbir zaman unutmayacağız; Şehitler tepesi boş kalmayacak.” 

Bu bölümün ardından Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın açıkladığı “birkaç şehit”in rütbe ve statüleriyle ilgili olarak “Birisinin emekli albay, ikisinin de “Kamu görevlisi” olduğu iddiaları var” bilgisi verilmektedir. Sonra yine Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın Rusya’ya “eleman gönderileceği”ni belirttiği 10 Aralık 2019’daki açıklaması, Pakistan dönüşü gazetecilerle yaptığı konuşma, TBMM’de kabul edilen Libya’ya asker gönderme tezkeresinden alıntılar yapılmaktadır. Okunduğunda görülecektir ki, bu yazıda Erdal Baran’ın Müyesser Uğur’a aktardığı ya da aktarmış olabileceği bir bilgi olamaz.

Ayrıca bu yazıda Türkiye’nin ulusal güvenliği ya da iç/dış siyasi yararı ile ilgili, gizli nitelikte hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Büyük bölümü açık kaynaklardan yararlanılarak hazırlanmıştır.

   Bu yazıda gazetecilik ve basın özgürlüğü sınırlarının aşıldığı söylenemez. Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesiyle ilgili gelişmeleri, Türk asker ve sivil görevlilerinin orada şehit edildiğini kamuoyuna duyurmak gazetecilik görevidir.

Müyesser Uğur’un Libya’ya gidecek komutanın Korgeneral Metin GÜRAK olduğu bilgisini Erdal Baran’dan alarak yazdığı iddiası:

Müyesser Uğur, Libya’ya gönderilecek komutanın Korgeneral Metin GÜRAK olduğunu Erdal Baran ile 13.01.2020 tarihinde yaptığı görüşmeye dayanarak yapmış olamaz. Çünkü Erdal Baran’ın İsmail Zeki Dükel ve Müyesser Uğur ile 06.01.2020 tarihinde yaptığı telefon görüşmeleri, Libya’ya atanacak komutanı bilmediğini, İkinci Ordu Komutanı Korgeneral Sinan Yayla’nın atanacağını tahmin ettiğini göstermektedir.

Ayrıca Erdal Baran, 13.01.2020 günü Korgeneral Metin GÜRAK’ın Libya’ya gönderileceğini Müyesser Uğur’a söylediğinde ise bu bilgi artık alenileşmiştir. Zira Korgeneral Metin GÜRAK, üç gün önce yani 10 Ocak 2020 tarihinde “Türk Silahlı Kuvvetleri Libya Askeri Müşavirliği” görevine atanmıştır. Böylece bu atamanın gizliliği kalmamıştır.

Müyesser Uğur da Korgeneral Metin GÜRAK’ın Libya’ya atanmasını Erdal Baran ile görüşmesinden bir hafta sonra ODA TV'deki köşesinde 20.01.2020 tarihinde “Libya'ya hangi komutan gitti...Yerine kim geldi" başlığıyla yazmıştır.

 Bu durumda Müyesser Uğur’un bu yazıyı Erdal Baran ile görüşmelerine dayanarak yazdığı söylenemez. Erdal Baran hem başlangıçta yanlış bilgi vermiş, hem de sonra artık 10 Ocak’taki atamayla alenileşen, geniş bir çevre tarafından öğrenilmiş ve gizliliği kalmayan bir bilgiyi Müyesser Uğur’a aktarmış; o da bir hafta süren araştırma ve doğrulama çalışmasından sonra söz konusu yazısını yazmıştır.

Üstelik de yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Libya’ya bir korgeneral gönderileceği açıklamalarına dikkat çekmiş, bazı internet sitelerinin buna rağmen Tuğgeneral Halil SOYSAL'ın Libya'ya atandığını yazmasını eleştirmiştir.

Kaldı ki, Libya’ya gönderilecek askeri birliğe bir korgeneralin komuta edeceğini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, 05.01.2020 akşamı CNN Türk- Kanal D ortak yayınında gazetecilere şu şekilde ifade etmiştir:

“…Orada bir harekat merkezi, bu harekat merkezinde de bizim bir korgeneralimiz bulunacak. Oradaki bu süreci onlar yönetecekler. Şu anda zaten peyderpey gidiyorlar. Şu anda yoğunlaşma... Şu anda muharip güç olarak bizim orada farklı ekiplerimiz olacak. Bunlar bizim askerimizin içinden değil. Bu farklı ekiplerle o muharip güçler orada çalışacak. Ama işin koordinasyonunu bizim üst düzey askerlerimiz... Bunun içinde korgeneralimiz olmak üzere ve bunun yanında korgeneralimizle birlikte özellikle oradaki emir komuta zincirini elinde tutan gayet iyi yetişmiş ekiplerimiz olacak.”

(Türk askeri Libya’ya peyderpey gidiyor, harekat merkezi kurulacak - Son Dakika Haberler (hurriyet.com.tr)

     Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın bu açıklamalarının ardından medyada yayımlanan haberlerde bir korgeneral yönetimindeki Türk askeri birliğinin Libya’ya gittiği ve faaliyetlerine başladığı haberleri verilmiştir. Türk askeri Libya’da - Son Dakika Haberler (sabah.com.tr)

    Bütün bu gelişmeler, Erdal Baran’ın Libya’ya atanacak komutan konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nde gerçekten gizlilik niteliği taşıyan bilgilere ulaşamadığını, telefon görüşmelerinde doğrulanmamış duyumlarını ve tahminlerini aktardığını, Müyesser Uğur’un ondan gelen alenileşmiş bilgiyi değil, başka kaynaklardan da araştırıp doğruladığı bilgileri yazısında kullandığını ortaya koymaktadır.

Üstelik nasıl ki, bazı internet siteleri Tuğgeneral Halil SOYSAL'ın Libya'ya atanmasını yazarak gazetecilik faaliyeti yürütmüşse, Müyesser Uğur da o ismin yanlış olduğunu, asıl atanan kişinin Korgeneral Metin GÜRAK olduğunu yazarak bir yanlışı düzeltmiş ve bir gazeteci olarak kamuoyunu bilgilendirmiştir.

Ayrıca bu yazıda Türkiye’nin ulusal güvenliği ya da iç/dış siyasi yararı ile ilgili, gizli nitelikte hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Büyük bölümü açık kaynaklardan yararlanılarak hazırlanmıştır.  Bu yazıda gazetecilik ve basın özgürlüğü sınırlarının aşıldığı da söylenemez. Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesiyle ilgili gelişmeler, uluslararası medya kuruluşları tarafından yayımlanırken Türkiye’de gazetecilerin bu konuları hiç yazmaması, toplumu bilgilendirmemesi düşünülemez.

Müyesser Uğur’un Erdal Baran’dan Libya’ya gönderilecek askeri birliklerle ilgili olarak telefonla aldığı bilgileri not ettiği iddiası:

Müyesser Uğur bir gazetecidir, dolayısıyla kiminle görüşürse söylenenleri not alması gazetecilik refleksinin sonucudur. Suçlamalar bakımından asıl ortaya konulması gereken, Müyesser Uğur’un, Erdal Baran’ın ile 28.12.2019 ile yaptığı görüşmede söylediği “Şimdi şu anda gidecek birlik Üçüncü Komando Tugayı var, O”, “Onu belirlemeye çalısıyoz, gönüllülük esası dedik”, “Ordaki Kayseri Komandoyu çıkartacaklar ordan”, “İşe yaramıyo artık, ordan Iskenderun Limanından bindirip göndermeyi planlıyolar”, “Ya benim tahminim onbeşinde oraya ayak basarlar, ocağın” bilgisini not almakla kalmayıp ne yaptığıdır.

Ancak iddianamede ve dava dosyasında Müyesser Uğur’un bu notları, herhangi bir yazıda ya da başka bir gazetecilik etkinliğinde kullandığına dair bir ifade ya da kanıt bulunmamaktadır. Bu durumda iddianamede, Müyesser Uğur, bir haber kaynağıyla görüşmesinde not tutmuş olması suç olarak değerlendirilmiş olmaktadır.Ayrıca Müyesser Uğur’un bu notlarında Türkiye’nin ulusal güvenliği ya da iç/dış siyasi yararı ile ilgili, gizli nitelikte hiçbir bilgi yer almamaktadır.

Bu konuşma sırasında not alarak gazetecilik ve basın özgürlüğü sınırlarının aşıldığı da söylenemez. Müyesser Uğur’un, Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesiyle ilgili gelişmeleri merak ederek araştırması gazetecilik görevinin yerine getirilmesidir.

Müyesser Uğur’un köşe yazılarında Erdal Baran ile yaptığı görüşmelerindeki konularla benzerlikler bulunduğu iddiası:

 İddianamede Müyesser Uğur’un altı yazısı sıralanarak bu yazılardaki konularla Erdal Baran ile yaptığı görüşmelerdeki konular arasında benzerlikler olduğu öne sürülmektedir. Bir gazetecinin gündemdeki konuları yazması, işlemesi, bu konuda yayın yapması kadar farklı kişilerle de gündemdeki konuları konuşması kadar doğal bir tavır olamaz. Gazeteciler, izledikleri alandaki konuları 24 saat izleyen, o alandaki gelişmelerle içiçe geçen, onlarla yaşayan meslep erbaplarıdır. Mesleki yaşamlarıyla özel yaşamları çoğu zaman birbirine karışır.

Bu nedenle Müyesser Uğur’un Erdal Baran ile Libya’ya asker gönderilmesi, Suriye’deki Türk askerleriyle ilgili gelişmeler gibi gündemdeki konuları konuşması, bildik bir gazetecilik tavrı olarak değerlendirilmelidir. Eğer dosyaya konulmuş olsaydı, muhtemelen Müyesser Uğur’un başka kişilerle yaptığı telefon görüşmelerinde de benzer konuları konuştuğu görülebilirdi.

Erdal Baran ile bu konuları konuştu diye gündemdeki bu maddeleri yazmaması beklenemeyeceği gibi, konuşmasıyla yazıları arasında benzerlik olması da “suç kanıtı” olarak değerlendirilemez. Üstelik de sanıkların iletişiminin tespiti ve kaydı kararı olmasına rağmen, ERDAL Baran’ın hangi konuşmadaki hangi cümleleri ile bu yazılar arasında benzerlik kurulduğuna ilişkin bir bilgiye de iddianamede yer verilmemesi dikkat çekmektedir.

Yine de “benzerlik” iddiası, yazılar üzerinden somut olarak incelenmiştir. “Benzerlik” iddiasında bulunulan altı yazıdan dördüyle ilgili inceleme sonuçlarına yukarıda yer verdiğimiz için bu bölümde sadece “Libya’ya ne tür asker gönderilecek” ve “Kim bu Hafter’le görüşen komutanlar” yazılarının incelenmesiyle yetinilecektir.

“Libya’ya ne tür asker gönderilecek?” başlıklı yazı

Müyesser (YILDIZ) Uğur’un, Oda TV’de 18.12.2019 tarihinde yayımlanan “Libya’ya ne tür asker gönderilecek?” başlıklı yazısı “Ankara'nın, 3-4 Aralık'ta Londra'da yapılan NATO Zirvesi öncesi kararı şuydu; YPG'yi terör örgütü olarak kabul etmedikçe, NATO'nun Polonya ve Baltık ülkelerine yönelik savunma planlarının güncellenmesine onay verilmeyecekti. Ama öyle olmadı. Zirvede YPG işi komisyona havale edilirken, Türkiye o planları onayladı” diye başlamaktadır. (https://odatv4.com/libyaya-ne-tur-asker-gonderilecek-18121908.html)

Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, MHP Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ, Dışişleri Bakanı Mevlüt ÇAVUŞOĞLU, Cumhurbaşkanı başdanışmanı ve SADAK kurucusu emekli Tümgeneral Adnan Tanrıverdi ve Rusya Genelkurmay Başkanı General Valery GERASİMOV'un konuyla ilgili açıklamalarından alıntılar ile Libya ile Askeri İşbirliği Anlaşmasının TBMM’ye sevk edilmesinden bahsedilmektedir.

Alıntılar yapılan bu açıklamalar üzerinden Türkiye’nin Libya’ya asker gönderilmesiyle ilgili analiz niteliğindeki yazı, Müyesser Uğur’un “Şimdi soralım: Eğer olursa Libya'ya ne tür “Asker” gönderilecek? Erdoğan ve Bahçeli “Asker göndermek”ten aynı şeyi mi anlıyor? Ve Bahçeli, “Askeri şirketler” fikrini de destekliyor mu?” sorularıyla sonlanmaktadır.

 Müyesser (YILDIZ) Uğur’un bu yazısında ne Erdal Baran’dan öğrenilen bir bilgiye yer verilmekte ne de “devletin güvenliğini tehlikeye düşürecek gizli bir bilgi” bulunmaktadır.  Bu yazının tamamen açık kaynaklara ve konuyla ilgili yetkililerin açıklamaları ile demeçlerine dayalı olarak kaleme alınmış olduğu barizdir.

Bu yazıda gazetecilik ve basın özgürlüğü sınırlarının aşıldığı da söylenemez. Nihayetinde Müyesser Uğur bir gazeteci olarak Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesiyle ilgili gelişmeleri irdelemekte, Libya’ya Rusya’nın Wagner şirketi gibi özel “askeri şirket” elemanlarının mı yoksa Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının mı gönderileceğini sorgulamaktadır. Gazetecilerin, devlet yöneticilerinin her tür icraatına eleştirel yaklaşması gazeteciliğin temel işlevlerindendir.

 “Kim bu Hafter’le görüşen Türk komutanlar?” başlıklı yazı

Müyesser (YILDIZ) Uğur’un, Oda TV’de 24.12.2019 tarihinde yayımlanan “Kim bu Hafter'le görüsen Türk komutanlar” başlıklı yazısı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın 15 Mart 2015 ve 10 Aralık 2019’da yaptığı iki konuşmadan, Milli Savunma Bakanı Hulusi AKAR, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, SADAT'ın kurucusu Emekli Tuğgeneral Adnan TANRIVERDİ, Genelkurmay eski İstihbarat Daire Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı PEKİN, Libya Ulusal Mutabakat Hükümetinin Başbakanı Fayiz es-Serrac’ın açıklamalarından alıntılar içermektedir. ( https://odatv4.com/kim-bu-hafterle-gorusen-turk-komutanlar-24121940.html )

     Bu alıntılar değerlendirilerek, Libya’ya gönderilecek askerler konusundaki “muğlaklıklar” olduğu vurgulanmakta, “Libya’daki bir haber sitesinin bu ülkede bulunduğu öne sürülen bir grup Türk generalin pasaport bilgilerini paylaştığı” ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümetinin Başbakanı Fayiz es-Serrac’ın İtalyan gazetesi Corriere della Sera’ya verdiği demeçte Türkiye’den tank ve İHA getirtmekle suçlandıkları yolundaki ifadesine yer verilmektedir. Yazı, şu sorularla noktalanmaktadır:

“Dikkat çekmek istediğimiz, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias'ın bu temaslarını aktaran Yunan To Vima Gazetesi'ndeki bir ifade. Gazete, Bingazi’de kısa bir süre kalıp Kahire’ye giden Dendias'ın burada yaptığı açıklamada, ‘Hafter’in Libya Ulusal Ordusu’ndaki iki Türk komutanıyla görüşmesinden çok memnun olduğunu’ yazdı.

Doğru mudur böyle bir şey? Doğruysa, kimdir bu iki ‘Türk komutan?’ Emekli mi, muvazzaf mı ya da NATO-ABD himayesindeki ‘FETÖ’den firari kişiler mi?  Bilmem, neden TSK'nın yerini şirketlerin almaması gerektiğini veya TSK'nın bir A.Ş. gibi yönetilemeyeceğini anlatabildik mi?”

Görüldüğü gibi, bu yazı da tamamen yetkililerin açıklamalarına ve açık kaynaklardan alınan bilgilere dayanmaktadır. Yazının başlığı ve finalindeki “Hafter’in iki Türk komutan ile görüştüğü” iddiası da Müyesser Uğur’a değil, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’a aittir. Müyesser Uğur, Dendias’ın bu iddiasının doğru olup olmadığını sorgulamaktadır. Bu yazı iddianamede belirtildiği gibi, “ilk bakışta milli güvenliği ilgilendirdiği anlaşılmasına rağmen devletin gizli kalması gereken askerî harekât planı gibi gizli bilgiler” içermemektedir; gazetecilik ve basın özgürlüğü sınırları aşılmamıştır. Müyesser Uğur o dönemde yayımlanan birçok yazısında olduğu gibi bu yazısında da Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesiyle ilgili gelişmeleri okurlarına aktarmakta, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir şirket gibi yönetilmesi ya da TSK’nın yerini şirketlerin alması halinde doğabilecek tehlikelere dikkat çekmektedir.

 İsmail Zeki Dükel ve gazetecilik sınırları

smail Zeki Dükel’in, Erdal Baran’dan Libya’ya gönderilecek birlikler, Suriye’deki Taftanaz üssünün takviye edilmesi, İdbil’e gönderilecek birlik ve şehitlerin kimlikleri konularında bilgi aldığı öne sürülmektedir.

İsmail Zeki Dükel, Tele 1 televizyon kanalında haftanın hemen her günü yayına çıkan bir programcı ve gazetecidir. Buna rağmen Erdal Baran’dan aldığı öne sürülen bilgileri yayınlarında kullanıp kullanmadığı hakkında Başsavcılık tek bir inceleme ve araştırma yapmamış; yayınlarını izlememiş, dava dosyasına bu konuda tek bir sayfalık belge bile koymamıştır.  Halbuki Tele 1 kanalının yayınlarının izlenmesi ya da RTÜK gibi kamu kuruluşlarından program kayıtlarının istenmesi mümkündür.

Halbuki İsmail Zeki Dükel, iddianamede “basın özgürlüğünün yasal sınırlarını aşarak ilk bakışta milli güvenliği ilgilendirdiği anlaşılmasına rağmen devletin gizli kalması gereken bilgileri temin ederek kamuoyuna açıklamak” ile suçlanmaktadır. Böyle bir suçlama yöneltilmesine rağmen söz konusu edilen “gizli” bilgileri, kamuoyuna açıklaması için platform olarak kullanabileceği televizyon yayınlarındaki konuşmalarının izlenmemesi, kayıtlarının talep edilerek incelenmemesi ve bu yayınlarla ilgili tek bir kanıt bile sunulmamış olması suçlamayı boşlukta ve dayanaksız bırakmaktadır.

İddianamede, İsmail Zeki Dükel’in Erdal Baran’dan aldığı bilgileri nasıl kullandığı konusunda iki somut suçlama yer almaktadır. Bu iki suçlama da televizyon programlarındaki konuşmalarına değil, Erdal Baran ile yaptığı 147 telefon konuşmasından ikisinde bulunan sözlerine dayanmaktadır. Bu suçlamaların incelenmesi sonrasında gazetecilik açısından varılan sonuçlar şöyledir:

Rus hava saldırısıyla ilgili yanlışın düzeltilmesi

İsmail Zeki Dükel'in, Erdal Baran ile 20.02.2020 günü saat 21.34.25’te yaptığı görüşmede Rusya Federasyonu tarafından İdlib’de yapılan hava harekatında verilen zayiata iliskin bilgi aldığı ve “yayın devam ederken düzelttirdiği”ni söylediği belirtilmektedir. 

İdlib’de Rusya Federasyonu’na ait uçakların saldırıda bulunduğu ve bunun sonucu olarak İdlib’de 2 Türk askerinin şehit olduğu, 5’inin de yaralandığı gizli bir bilgi değildir. Çünkü İsmail Zeki Dükel ile Erdal Baran, iddianameye göre saat 21.34.25’te görüşmüştür.

Ancak bu telefon görüşmesinden saatler önce Milli Savunma Bakanlığı ve Rusya Savunma Bakanlığı, saat 17.30 sıralarında ayrı ayrı açıklamalar yapmıştır.  ( https://twitter.com/euronews_tr/status/1230512456021221378?s=19 ) Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Twitter’daki açıklaması saat 18.21’de paylaşılmış, bu konuda sosyal medyada ayrıntılı olarak bilgiler ve yorumlar yapılmııştır.  

Hatta Ekşi Sözlük’te saat 18.29’da “20 Şubat 2020 Rusya ordusunun saldırısı” sayfası açılmıştır. (https://eksisozluk.com/20-subat-2020-rusya-ordusunun-saldirisi--6374833?p=1 ) Ayrıca bütün internet sitelerinde bu konuda haberler yayımlanmıştır. Dolayısıyla İsmail Zeki Dükel’in Erdal Baran ile görüştüğü saat 21.34’te İdlib’te Türk askerine böyle bir saldırı olduğu bütün Türkiye’de hatta dünyada bilinmektedir; dolayısıyla bu olayın bir gizliliği kalmamıştır.

İddianamenin 167. sayfasında Milli Savunma Bakanlığı’nın 11.09.2020 tarih ve 80152435-663.07.E.529871 sayılı yazısına istinaden “Rusya Federasyonu’nun hava harekatında bir tank, altı zırhlı personel taşıyıcı ve bir topçu bataryasının zayi olduğu bilgisinin bakanlığın resmi açıklamasında yer almadığı ve kamuoyunda paylaşılmadığı için gizli olduğu” öne sürülmektedir.

Oysa Milli Savunma Bakanlığı’nın bu bilgiye açıklamasında yer vermemiş olduğu, bu araçların zarar gördüğünün kamuoyunda bilinmediği anlamına gelmez. Her şeyden önce saldırının meydana geldiği Suriye topraklarındaki güçler ve yerel halkın bu araçların zarar gördüğünü bilmediği düşünülemez.

    Daha önemlisi, Rusya Federasyonu Savunma Bakanlığı’nın bu saldırıyla ilgili olarak yaptığı açıklama sonrası TASS Ajansı tarafından 20.02.2020 günü saat 17.55’te bütün dünyaya duyurulan haberde bu bilgiler yer almaktadır. ( Russia’s Su-24 bombers strike terrorists in Syria’s Idlib - Military & Defense - TASS ) TASS Ajansı’nın “Rusya’nın SU-24 bombardıman uçakları Suriye’nin İdlib kentinde teröristleri vuruyor” başlıklı haberde tahrip edilen araçlarla ilgili bilgi de verilmektedir:

“Muhalif Tarafları Uzlaşı Merkezi'nden yapılan açıklamada, Rusya Havacılık ve Uzay Kuvvetleri'ne ait Su-24 bombardıman uçaklarının İdlib'deki gerginliği azaltma bölgesinde Suriye topraklarına giren teröristlere karşı saldırı düzenlediği bildirildi.

   Açıklamada ‘Terörist grupların Suriye topraklarının derinliklerine ilerlemesini önlemek için, Rusya Havacılık ve Uzay Kuvvetleri'ne ait Su-24 uçakları, Suriye komutanlığının talebi üzerine bölgeye giren teröristlerin silahlı oluşumlarına karşı bir saldırı gerçekleştirdi.

Bu da Suriye askerlerinin tüm saldırıları başarılı bir şekilde püskürtmesine yardımcı oldu. Bir tank, altı piyade savaş aracı ve militanların büyük kalibreli toplarıyla beş adet pikap tırı etkisiz şekilde ortadan kaldırdılar’ ifadesi yer alıyor. Merkez'in bildirdiğine göre, Türk ordusunun bombardımanında dört Suriyeli asker yaralandı. Bombardıman, Türk tarafının çatışmasızlık kanalından Rus tarafının topçu ateşini ateşlediğini bildirmesi üzerine durdu.”

Bu haberler, Rus uçaklarının saldırısında zarar gören askeri araçlar hakkındaki bilgilerin de gizliliğinin kalmadığını göstermektedir. Zaten saldırıyı gerçekleştiren Rus tarafı bu bilgileri dünyaya açıklamış, aleniyet kazanmasını sağlamıştır. Erdal Baran’ın da bu bilgileri elde etmek için interneti taraması yeterlidir; devletin gizli kaynaklarına başvurmasına ve bu bilgileri elde etmek için arkadaşlarıyla ilişkilerini kullanmasına gerek yoktur.  Bütün bu nedenlerle İsmail Zeki Dükel’in açık kaynaklarda bulunan bir bilgiyi alarak haberde düzelttirdiyse bu davranışı gazetecilik sınırlarının aşılması sonucunu doğurmaz. Tam tersine kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesinin önüne geçilmesi için özen gösterildiği anlamına gelir. 

Kaldı ki, iddianamede İsmail Zeki Dükel’in bu düzeltmeyi yaptırdığını doğrulayan bir kanıt da yoktur. Üstelik de Erdal Baran aynı gün başka gazetecileri de arayarak haberlerini düzelttirdiğini Müyesser Uğur ile yaptığı telefon konuşmasında dile getirmiştir. Ama Başsavcılık, haberlerini Erdal Baran’dan aldıkları “bilgiler” ile düzelten diğer gazeteciler hakkında işlem yapmamıştır.

İdlib’teki hava saldırısının televizyona bildirilmesi

İddianamede, Erdal Baran’ın 03.03.2020 günü saat 19.23.44’te yaptığı görüşmede İsmail Zeki Dükel’e “Sarıkamış Tugayına ait komando taburunun İdlib’te hava saldırısına uğradığı, 2 askerin şehit olduğu, 11 askerin yaralandığı bilgisini verdiği, İsmail Zeki Dükel'in ise bu bilgiyi bildireceğini söylediği” belirtilmektedir.

Milli Savunma Bakanlığı’nın bu bilgiyi doğruladığı, bu konudaki resmi açıklamanın 04.03.2020 tarihinde yayımlandığını bildirdiği ifade edilmektedir.

Ancak İsmail Zeki Dükel’in telefon görüşmesinde “Tamam, peki bildireyim ben bunu” dedikten sonra gerçekten TV kanalına bildirip bildirmediği araştırılmamış, bu konuda iddianameye bir bilgi konulmamıştır.

O günlerde İsmail Zeki Dükel’in iletişimi tespit ve kayıt edildiğine göre, eğer TV kanalına bu bilgiyi iletmiş olsaydı telefon görüşmelerinden saptanıp dava dosyasına o görüşmenin deşifresi de konurdu; böyle bir tespit ve kanıt olmadığına göre İsmail Zeki Dükel’in bu bilgiyi kanal ilettiği öne sürülemez. Çünkü Tele 1 TV kanalı o akşam bu bilgiyi yayımlasa başka medya kuruluşları da ona dayanarak alıp yayımlardı; oysa böyle bir internet taramasına rastlanmamaktadır.

Nitekim Erdal Baran, aynı bilgiyi aynı gün saat 19.22.19’da da Müyesser Uğur’a da söylemiştir. İnternet üzerinden yapılan taramalarda Müyesser Uğur’un 3 Mart 2020 tarihinde İdlib’deki hava saldırısı sonucu 2 askerin şehit olmasıyla ilgili bir yazı yazmadığı, Oda TV’nin de bu konuda bir haber yayımlanmadığı anlaşılmaktadır.

Ayrıca Suriye topraklarında meydana gelen böyle bir saldırının hem saldırıda bulunanlar hem de o bölgedeki yerel güçler tarafından bilindiğinden kuşku duyulamaz. Oralarda bilinen bir saldırıyla ilgili olarak Türkiye kamuoyunun da bilgi edinme hakkı vardır. Böyle bir saldırının Türkiye’de gizli bilgi kabul edilmesi de düşünülemez.

Nitekim Milli Savunma Bakanlığı da saldırıyla ilgili açıklamayı ertesi gün yapmış ve bütün bilgileri kamuoyuna duyurmuştur. Bakanlık açıklama yapana kadar “devletin güvenliğine zarar verecek gizli bir bilgi” olduğu, açıklama sonrasında bu niteliğini yitirdiği gibi bir önerme de kabul edilemez.

Kamuoyuna açıkladıkları öne sürülen bilgilerin yarattığı sonuçlar açısından inceleme:

Müyesser (YILDIZ) Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in Türk Ceza Kanunu’nun 329. Maddesinde düzenlenen “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklama” suçunu işledikleri öne sürülmektedir. Ancak Müyesser (YILDIZ) Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in gizli olduğu öne sürülen bu bilgileri açıklamasıyla ilgili sonuçlara iddianamede yer verilmemektedir. Yani bu bilgileri nasıl kullanmışlar da devetin güvenliğine ve iç/dış siyasi çıkarlarına zarar vermişlerdir? Bu sorunun yanıtı iddianamede ve dava dosyasında yoktur.

      Oysa suçun unsurlarının oluşabilmesi bakımından gizli olduğu öne sürülen bu bilgilerin yer aldığı haber ve yazılarıyla “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal çıkarına” nasıl bir zarar verdiklerinin de kanıtlanması gerekmektedir.

     İddianamede bu doğrultuda kanıtlar sunulmamış olması, Müyesser (YILDIZ) Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in haber ve yazılarıyla devletin güvenliğine zarar vermediğini, sadece gazetecilik görevlerini yerine getirdiklerini göstermektedir.

      Nitekim davaya konu haber ve yazılarla ilgili olarak bugüne değin ilgili makamlar tarafından bir erişim engellemesi kararı verilmemiştir. Bu durum da bahse konu haber ve yazılarla “gazetecilik sınırlarının aşılmadığını, devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal çıkarına zarar verilmediğini” gözler önüne sermektedir.

Zaten bu haber ve yazıların incelenmesi de sadece gazetecilik saikleriyle ve kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlandıklarına işaret etmektedir. Gazetecilerin haberlerinde temel kriter, kamu yararıdır. Haberler kamu yararını gözetmek zorundadır.

Elbette kamu yararı kavramı zaman zaman yöneticilerin karar, beklenti ve talepleriyle çatışabilir. Yargı nasıl ki, politikacıların ve siyasi otoritenin isteğine göre adalet dağıtmazsa gazeteciler de siyasi iktidarın, yöneticilerin ya da güç odaklarının çıkar, istek, beklenti ve görüşlerine göre faaliyette bulunmaz. Onlardan gelen yönlendirmeler ile çatışma halinde ağırlığını kamu yararından yana koymak durumundadır.

Bu yüzden Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde “gazetecinin sorumlulukları” bölümünde “Gazeteci, önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir” hatırlatması yapılmaktadır. “Asıl olan kamu yararıdır” denilir ve “Sahibinin izni dışında belge, fotoğraf, ses veya görüntü, ancak doğrudan kamu yararı bulunması ve başka hiçbir şekilde elde edilmeyeceğine kesin kanaat getirilmesi halinde alınabilir” ilkesine yer verilir.

Müyesser (YILDIZ) Uğur ve İsmail Zeki Dükel’in de haber kaynağı ile ilişkilerinde ve oradan edindikleri bilgileri “halka ve gerçeğe karşı sorumluluk duygusu” içerisinde kullanmaları ve “kamu yararı”nı gözetmeleri beklenir. Müyesser (YILDIZ) Uğur’un da dava konusu yazılarında bu sorumluluk duygusuyla davrandığı ve kamu yararını gözettiği açıktır.

Bir demokratik hukuk devletinde gazetecilerin ürettikleri içerik ve gazetecilik faaliyetlerinin dava konusu yapılması, gazeteciliğin yargılanmak istendiği sonucu doğurur. Bu da demokrasiye, basın ve ifade özgürlüğüne ve halkın haber alma hnakkına zarar verir.