Gündem

Fehmi Koru: Kaybettiğimiz Mesut Yılmaz son 40 yılda varlığını hissettiren önemli bir politikacıydı

01 Kasım 2020 09:55

Fehmi Koru*

Anglo-Sakson gazeteciliğinin en beğendiğim yönlerinden biri, önemli saydıkları kişiler hakkında vefatları sonrasında yayımladıkları objektif olmaya gayret edilen değerlendirme yazılarıdır. Her gazetede ‘Obituary’ bölümü bulunur ve orada da vefat eden önemli şahsiyetler hakkında kapsamlı bir değerlendirme yer alır.

En önem verilen köşelerindendir bu bölüm. Sorumlusu bulunur. O sorumlunun ya kendisi ya da görevlendirdiği birileri, henüz ortalıktan çekilmemiş veya artık kendisini emekliye ayırmış ileri yaştaki isimlerle ilgili vefat yazılarını önceden kaleme alır, günü geldiğinde arşivden çıkarıp yönetime teslim eder.

Beklenmeyen ölümlere de hazırlıklıdır bölüm sorumlusu.

“ANAP’a genel başkanlık, ülkeye bakanlıklar yapmış, birkaç kez de başbakan konumunda bulunmuş Mesut Yılmaz hakkında İngiliz ve Amerikan gazetelerindeki ‘Obituary’ tarzında bir yazı nasıl yazılırdı?” sorusu vefat haberi sonrasında zihnimi meşgul edip duruyor.

Vardığım sonuç şu: Bizde öyle yazılar yazılması imkansız.

Bu sonuca da merhum hakkında sıcağı sıcağına yazılmış değerlendirmeleri okurken vardım.

Galiba bizde gazeteci-siyasetçi ilişkisi daha farklı da ondan…

Bir öznel yazı da benden
Mesut Bey’le benim ilişkim hiçbir zaman sıcak olmadı. Bakanken de başbakanlık dönemlerinde de. Gazetenin Ankara temsilcisi olduğum için bu durum bir sorun teşkil ediyordu ve ben de çareyi gazete olarak onunla ilişkilerde geriye çekilip bir başka yazarı öne sürmekte bulmuştum.

ANAP muhabirliğinden köşe sahibi yaptığım bir gence o görevi verdim.

[Başbakanken gazetenin İstanbul merkezini ziyarete gelmişti. Tesadüfen ben de oradaydım. Kenarda durmaya çalıştığımı görünce elimden tuttu, yanına oturttu. Biraz kendini tuttuktan sonra dayanamayıp “Taha Kıvanç ne yapıyor, ona selam söyle” deyiverdi. Hakkındaki eleştiri ağırlıklı yazıları o isimle yazıyordum.]

Onun ne düşündüğünü, ne yapmaya çalıştığını başka ANAP’lı dostlar ve özellikle de çok yakınında duran ve danışmanlığını yapan -erken yaşta kaybettiğimiz- Erhan Göksel üzerinden izledim. Aralarından su sızmadığı günlerde. Sonraları ikilinin de arası açıldı çünkü.

Turgut Özal’la bir süreliğine aramızın soğuk kalması Mesut Bey yüzündendir.

Yıldırım Akbulut’un yerine başbakan olmayı kafaya koyunca, bunu birkaç aşamalı bir planla hayata geçirme girişimi başlatmıştı Mesut Yılmaz. Kendisiyle aynı değerleri paylaşan ANAPlıları organize etmiş, delege hesabıyla İstanbul örgütünü ele geçirmek için Semra Özal’ı öne sürmüştü.

Cumhurbaşkanının eşi ANAP’ın İstanbul il başkanlığına adaylığını Mesut Bey için koydu ve Turgut Bey’in yardımıyla da kazandı. ANAP kongresinde Mesut Yılmaz’ın genel başkan seçilmesini sağlayan da Semra Özal’dı.

Orhan Uğuroğlu, dün, Yeniçağ’da şunu yazdı:
“15 Haziran 1991’de yapılan olağan kongrenin ilk turunda liberal kanadı temsil eden Mesut Yılmaz 580, Keçeciler tarafından desteklenen Yıldırım Akbulut 557 ve Hasan Celal Güzel 20 oy aldı. Güzel, Akbulut lehine adaylıktan çekildi. Semra Özal beni yanına çağırdı ve ‘Orhan, Mesut ile konuştum, kaybediyoruz, beni Turgut ile acilen görüştür’ dedi. Spor Yazarları Derneği başkanından rica ettim. Semra Hanım, Turgut Bey’e, ‘Acilen müdahale et. Mesut kaybedecek, parti dağılacak’ dedi. Turgut Bey Ankara ve İstanbul il başkanını telefona çağırmasını isteyince Semra Özal benden yardım istedi. Özal il başkanları ile tek tek telefonla konuşarak talimat verdi. 2. turda Yılmaz 631, Akbulut 523 oy aldı. Mesut bey genel başkan seçildi ve başbakanlığı devir aldı.”

Özal’dan nice sonra gelen “Haklıymışsın” takdiri

Daha önce bir vesileyle etraflıca yazdığım için ayrıntılara girmeyeceğim. Mesut Bey’in ANAP’a genel başkan olduğu takdirde Turgut Özal’ın oturduğu koltukta rahat yüzü görmeyeceği tezini işleyen yazılar yazıyordum. Tezime göre, Mesut Yılmaz işi Özal’ı cumhurbaşkanlığından indirmeye kadar vardıracaktı. Turgut Bey haksızlık ettiğimi düşünüyordu, bana kızdı ve bunu telefonda açıkça söyledi.

Bana kızması önemli değil. Kendisine en bağlı ANAP’lıları bakanlıktan uzaklaştırdığında, savunma bakanı olan kardeşi gibi sevdiği halasının oğlu Hüsnü Doğan direnmeye kalkınca onu da bakanlıktan azledecekti Turgut Bey.

Sonrasını Faruk Bildirici’in yazısından okuyalım:

“Partiyi yeniden yapılandırırken ilk adımlarından biri, Semra Özal’ı İstanbul İl Başkanlığı’ndan istifaya zorlamaktı. Onunla kalmayıp Turgut Özal’a yakın isimleri de birer birer yönetim kademelerinden uzaklaştırdı. Tasfiyeleri doğal olarak Turgut Özal’ı sinirlendirdi. Okluk Koyu’ndaki Cumhurbaşkanlığı konutunda yaptıkları görüşmede Turgut Özal, bir hayli sertti. ‘Hayretle izliyorum Mesut, hatta inanamıyorum. Partiyi benim bıraktığım istikametten başka yere götürdünüz. Bu şekilde devam ettiğiniz takdirde parti küçülür.’ Görüşme başladığı gibi gergin bitti. Turgut Özal, Mesut Yılmaz’ı eleştiren demeçler vermekten de kaçınmıyordu. Açıktan bir savaş başlatmıştı.”

Aynen böyle oldu.

O günlerde siyaset dışında bulunan, ancak görüşlerini kamuoyuyla paylaşmaktan geri durmayan Aydın Menderes’i Çankaya Köşkü’ne çağırdı Özal ve ona yeni bir parti kurulması gereğinden söz etti. Görüşmelerinden hemen sonra aradığı için Aydın Bey’in aktardıkları belleğimde kazılı. Kurulacak partinin hedefi ANAP’ı devirmek olacaktı. Uygun bir zamanda Özal cumhurbaşkanlığını bırakacak ve partinin başına geçecekti. O zamana kadar partinin başında Aydın Menderes’in bulunmasını istiyordu.

Partiyi kurdurdu, başına kardeşi Yusuf Bozkurt Özal’ı getirdi.

Menderes kendisi için siyasete girme vaktinin gelmediği düşüncesindeydi.

Vefatından kısa süre önce bazı ilahiyat hocalarının konuşmacı olduğu bir iftar panelinde modaratörlük yaptı Turgut Özal. Dinleyiciler arasında ben de vardım. Panel öncesi, iftar vaktinin girmesini beklerken, hemen karşısındaki masada oturan beni görünce işaretiyle yanına çağırdı. “Vaktiyle beni kızdıran bir şeyler yazmıştın ya” diyerek aramızın soğumasına sebep olmuş yazılarımı hatırlattı. Ardından da şunu söyledi: “Sen haklıymışsın.”

ANAP artık Özal’ın partisi olmaktan çıkmıştı.

Turgut Özal’dan çok fikren Süleyman Demirel’in çizgisine yakındı Mesut Yılmaz. Arada Refahyol hükümeti ve 28 Şubat’ın da bulunduğu 1990’dan 2002’ye kadar süren dönemde çoğu kez hükümette yer alarak, muhalefetteyken de sert eleştirileriyle siyaseti etkiledi.

Yakınlarda çok sevdiğini bildiğimiz oğullarından birini kaybetmişti. Üzüntüsünün derin olduğunu duyuyordum. Tedavisi sırasında da eşinin mütevelli heyeti başkanı olduğu ailesi tarafından kurulmuş İstanbul Kent Üniversitesi’yle ilgilenmekteydi.

Vefatıyla 1980 sonrası siyasi hayatının tanıklarından biri daha kaybedilmiş oldu.

Allah rahmet eylesin. Ailesi ve yakınlarına sabırlar dilerim.


*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.