Kültür-Sanat

Fatih Akın: Kasabalılar iktidarı ele alınca işi intikama döktü, Türkiye'den uzak durmam gerekiyor...

"Kesik filmini yaptıktan sonra beni muhtemelen bir halk düşmanı olarak görüyorlar"

04 Nisan 2018 16:34

Yönetmen Fatih Akın, 1915’te yaşanan ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da “acıları anladığı” mesajını yayımladığı Ermeni katliamını anlattığı The Cut (Kesik) filminin prömiyerinden sonra Türkiye’ye gelmediğini söyledi. Türkiye'de film çekme düşüncesinin bulunmadığını ifade eden Akın, "Zaten çekmeye kalksam tutuklanırım herhalde. Kesik filmini yaptıktan sonra beni muhtemelen bir halk düşmanı olarak görüyorlardır" diye konuştu.

Türkiye'nin zor günlerden geçtiğini ve bunun kendisini üzdüğünü belirten Türk kökenli Alman yönetmen Akın, nefret ve ırkçılığın uzun süredir Türk toplumunda kök saldığını ifade  etti. ‘Duvara Karşı" ile Metin Erksan’ın "Susuz Yaz" filminden 40 yıl sonra Berlin’de "Altın Ayı" ödülü alan ilk Türk olan Fatih Akın, "Daha önce eski elitler kasabalıları sömürüyorlardı, şimdi kasabalılar iktidarı ele alınca işi intikama döktüler” dedi.

Fatih Akın'ın Tuhaf Dergisi'nin Nisan sayısında Nando Salva'nın sorularına verdiği cevaplar şöyle:

• Bu filmi çekmenize esin kaynağı olan
bir dizi saldırıda sizi özellikle sarsan şeyler
nelerdi?

Polisin kurbanları zanlılara çevirmesi
beni çok öfkelendirmiş ve dehşete
düşürmüştü. Bu gerçek bir skandaldı;
ölenler ve onların aileleri Türkiye’den
ve Yunanistan’dan gelen göçmenler
oldukları için mutlaka bir mafya grubuna
çalıştıkları ya da kirli işlere bulaştıkları
varsayımından hareket ediyorlardı. İşte,
duyduğum bu öfke beni bu filmi çekmeye
teşvik etti. Almanya’da belki de üstün
ırkçılar kendilerini çok iyi kamufle etmeyi
becerdikleri için neo-Nazi tehdidi üzerinde
yeterince durulmuyor. Geçmişte böyle
insanlar aptalca davranışlar sergilemişler ve
çok patırtı çıkaran dazlak kafalılar olarak
boy göstermişlerdir. Şimdiyse çok daha
akıllı ve kurnazca hareket ediyorlar.

• Yine de sizin filminizde neo-Nazilerin
bir profilini çıkarmaya kalkışılmıyor.
Bunun sebebi nedir?

Çünkü ne zaman haber programlarında
bir terörist saldırının haberi yapılsa,
bize teröristin adının Cihad Bilmemne
olduğunu söylüyorlar, oysa kurbanlardan
hiç bahsetmiyorlar; kurbanları sadece birer
sayı olarak aktarıyorlar: 22 ölü ya da 130
ölü şeklinde. Peki, bu kurbanların hayatları
nasıldı, nasıl işlerde çalışıyorlardı? Aileleri
kayıplarıyla nasıl başa çıkacaklar? Bu tür
sorular genelde sorulmadığı için de bir
kurbanın hakikaten yakından bir portresini
çıkarmaya, travmatik deneyiminin
rüzgârına kapıldığında nasıl davranışlara
itildiğini ortaya koymaya karar verdim.
Teröristler neo-Naziler, fakat IŞİD’den ya da
başka bir gruptan da olabilirlerdi.

• Bazıları, bir intikam filminin esin
kaynağı olarak gerçek kurbanların
çektikleri acılara yaslanmanın ahlaki
açıdan sorgulanması gereken bir durum
olduğu görüşündeler. Siz bu konuda ne
dersiniz?

Bence siyaseten doğruculuk bizi
ikiyüzlü insanlara çeviriyor. Ben ikiyüzlü
birisi değilim; insanları zorlayan ve onları
kışkırtan bir film yapmak istedim. O
yüzden Paramparça eğlencelik bir filmdir,
evet, fakat aynı zamanda insani durumla
ilgilidir. İntikam alma ihtiyacı insanlığın
en eski duygularından birisidir. Bu tür bir
davranışı kendim onaylamasam da, bu
konuya kafa yormanın bazen kaçınılmaz
olduğu kanısındayım.

• Söylediklerinizi biraz daha açabilir
misiniz?

Mahkeme kararları acılarının
onarılmasını isteyen insanların
beklentilerini her zaman karşılamaz. Bazen
Devlet ve Yasa, bizlerin birer birey olarak
duygularımızla tecelli etmesini istediğimiz
adalet ihtiyacını karşılayamazlar. Çatışma
ve ihtilaflar da bu noktada ortaya
çıkar. Aptalca bir örnek vereyim: Araba
kullanıyorsunuz ve aniden başka bir araba
size çarpıyor. Kusur karşınızdaki kişide,
fakat ortada bir kurban yok ve nihayetinde
arabanızın zararını siz ödüyorsunuz. Bu
durumda ne yaparsınız? Gece yarısına kadar
bekler, sonra da gidip o suçlu arabaya hasar
verdirirsiniz. Yapılması gereken doğru
hareketin bu olduğunu söylüyor değilim,
fakat olaylar genellikle bu şekilde gelişir.

• Bu film üzerinde altı yıl çalıştınız. NeoNazilerin
bütün dünyada giderek daha
fazla duyuluyor olması sizin çalışmanızı
ne ölçüde etkiledi?

Irkçılık ya da üstün ırk düşüncesi
hakkında bir film yapmayı ilk defa on
dokuz-yirmi yaşlarındayken düşünmüştüm.
Yıl 1992’ydi, iki Almanya yeniden
birleşmişti; tam bir neo-Nazizm ve Türk
göçmenlere saldırı patlaması yaşanıyordu.
Şimdi herkesin benim filmimin bugünkü
dünyayı anlattığını söylemesi eğlenceli
bir durum; aslında dünya her zaman
böyleydi. Ben Türk kökenli bir Alman’ım ve
potansiyel bir kurban olduğum duygusunu
her zaman hissetmişimdir.

• Bu korkuyla büyümek pek kolay bir şey
olmasa gerek...

Kolay değildi elbette. Almanya
göçmenler söz konusuyken hiçbir zaman
kapsayıcı bir ülke olmadı. Örneğin
tekrar o günlere dönecek olursak, benim annem babam misafir işçi sayılıyorlardı.
Siz misafirlerinize nasıl davranırsınız?
Onları buyur eder, kahve içmeye çağırır ve
daha sonra evlerine yollarsınız. Gençken
dışarıda, sırf saçlarım ve gözlerim siyah
olduğu, sırf ailem Türkiye’de doğduğu için
beni öldürmekten zevk duyacak insanlar
olduğunu biliyordum. Yirmi yaşıma dek
kendimi hiç Alman olarak görmedim

• Şimdilerde Türkiye’yle nasıl bağlarınız
var?

Üç yıl önce Ermeni soykırımı üzerine
çektiğim The Cut (Kesik) filmimin
prömiyerinden bu yana Türkiye’ye hiç
gitmedim. Fakat takipçilerimden birçoğu
Türk ve büyük bir kitle tarafından
izlenmek beni çok mutlu ediyor.
Türkiye’yi gerçekten seviyorum. O yüzden
Türkiye’nin zor günler geçiriyor olması
beni hakikaten üzüyor. Nefret ve ırkçılık
tüm ülkeyi zehirliyor; nefret ve ırkçılık
Türk toplumunda uzun süredir kök
salıyor. Daha önce eski elitler kasabalıları
sömürüyorlardı, şimdi kasabalılar iktidarı
ele alınca işi intikama döktüler. Şimdilerde
Türkiye’den uzak durmam gerekiyor ve
halihazırda orada bir film çekme düşüncem
yok. Zaten çekmeye kalksam tutuklanırım
herhalde. Kesik filmini yaptıktan sonra
beni muhtemelen bir halk düşmanı olarak
görüyorlardır.