Kültür-Sanat

Fatih Akın, Berlinale'deki korku filmiyle tartışma yarattı

Bir seri katilin hikayesini anlatan film, şiddet sahneleri ile tartışmaya yol açtı

11 Şubat 2019 07:24

Aydın Üstünel - DW Türkçe

Darmadağın, pislik içinde bir yatak odası... Yatakta yüzüstü bir kadın bedeni, muhtemelen cansız... Ve hışımla odaya girerek cesedi boyundan ufak bir plastik torbaya sıkıştırmaya çalışan yarı çıplak bir erkek... Hamburglu yönetmen Fatih Akın'ın 69. Berlin Film Festivali'nin yarışma bölümünde gösterilen "Der Goldene Handschuh" (Altın Eldiven) adlı filmi, daha ilk sahneden izleyiciyi uyarıyor adeta: "Midesi hassas olanlar şimdiden kalksın".

Gerçek hikaye

Bu uyarıya kulak asmayıp sinema salonunda kalanları ise 115 dakikalık bir korku tüneli bekliyor. Ancak panayırlardaki, lunaparklardaki korku tünelleri gibi, "Ne de olsa yapmacık bunlar" diyerek içinizi ferah tutmanız mümkün değil, zira beyazperdede anlatılan hikayeyi hayatın kendisi yazmış. 1970'li yıllarda Hamburg'da kadınları vahşice katleden seri katil Fritz Honka'nın gerçek hikayesi bu. O yılların Almanya'sını dehşete düşüren olay, 2016 yılında Hamburglu yazar Heinz Stunk'un kaleminden "Der Goldene Handschuh" romanına dönüştürülmüş ve eser aynı yıl alanında Almanya'nın en prestijli ödüllerinden sayılan Wilhelm Raabe Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştü.

"Yansa üzerine bile işemem"

Fatih Akın, filmini kitaba olabildiğince sadık kalarak çekmiş. Filme adını veren "Zum Goldenen Handschuh", Hamburg'un St. Pauli semtindeki dünyaca ünlü eğlence merkezi Reeperbahn yakınında bir bar. Toplumun dışına itilmiş, ellerinde kalanı da alkole yatıran bağımlıların buluştuğu bir nevi "Kaybedenler Kulübü". 30'lu yaşlardaki Fritz Honka da buranın müdavimlerinden. Gündüz tersanede temizlik işçiliği yapan Honka'nın tek sosyal faaliyeti, akşamları barda körkütük sarhoş olmak. Kamburu, teki şası bakan gözleri, devasa burnu ve çürük dişleriyle adeta canavarımsı bir görüntüye sahip. Hatta içki ısmarlamak istediği bir kadının, "Yansa üzerine bile işemem" diyeceği kadar çirkin. Honka'nın beraber olabileceği tek kadınlar, artık sadece birkaç kadeh içki, yatacak bir yer karşılığında seks yapmaya razı gelecek durumda olan seks işçileri. Ancak Honka'nın istediğini yapmayan kadınlar ya parçalarına ayrılıp şehrin farklı noktalarına atılıyor ya da yine parçalanıp, evin muhtelif yerlerine saklanıyor. Kimse de "Bu kadınlar nerede?" diye merak etmediği için soruşturma başlatılmıyor. Sadece komşular, evden yayılan kötü kokudan şikâyetçi oluyorlar ama o da bir sonuç vermiyor.

Tiksindiren şiddet

Fatih Akın, işlenen cinayetleri, Honka'nın kadınlara uyguladığı cinsel şiddeti beyazperdeye aktarırken neredeyse hiçbir detayı göstermekten kaçınmıyor. Kan üzerinize sıçrarken, cesetlerin duvarın arkasındaki bir bölmede çürüdüğü evin mide bulandırıcı kokusu neredeyse sizin genzinize sınıyor. Ancak seyircileri de bölen bu şiddet, bir Quentin Tarantino filmindeki gibi eğlendirmiyor, aksine tiksindiriyor. Ve gerçekten yaşanmış bu şiddetin bu kadar ayrıntılı bir şekilde gösterilmesi, kurbanların onurlarının ne kadar zedelendiği sorusunu da beraberinde getiriyor. Yönetmen bu soruya cevap olarak, kurbanların öldürülmemek için verdikleri mücadeleyi de göstererek, ne kadar kötü durumda olurlarsa olsunlar, hayata sıkı sıkı sarıldıklarını vurguladığını ve bu yolla kurbanların da onurlarını korumaya çalıştığını söyledi. Fritz Honka'nın neden bir seri katil olmuş olabileceği sorusu da filmde yanıtsız kalıyor ancak Fatih Akın bunu zaten amaçlamadığını da belirtiyor.

Fatih Akın'ın sinema aşkı korku filmleriyle filizlenmiş

Sinemacı olma isteğinin ilk olarak sekiz yaşındayken ağabeyinin zoruyla seyrettiği George Romero imzalı "Zombie" ve Anthony Quinn'in başrolünü üstlendiği Jean Delannoy filmi "Notre Dame'ın Kamburu" ile filizlendiğini anlatan yönetmen, bir korku filmi çekerek bir tür denemesi yapmış. Film, pek korkutucu değil ama dekor ve makyaj ekibi çok başarılı. Özellikle Honka'nın evinin ne kadar gerçekçi bir şekilde canlandırıldığını, filmin jeneriğinde orijinal dairenin fotoğraflarını görünce daha iyi anlıyorsunuz. Duvarlardaki yarı çıplak kadın fotoğraflarından, yüzleri sararmış mobilyalara, kanepedeki oyuncak bebeklerden tüm daireye dağılmış çöp yığınına kadar, sanki zaman makinasına binip evi film setine taşımışlar.

Filmin en kayda değer yanı ise, başroldeki Jonas Dassler. Jön olarak tanımlanabilecek ancak mükemmel bir makyaj ile bir canavara dönüşmüş olan genç oyuncu, vücut dili ve rol için kullandığı Saksonya şivesi ile çok inandırıcı. 2004 yılında "Duvara Karşı" ile Altın Ayı alan Fatih Akın'a bu sefer pek şans tanınmıyor ama Dassler bir sürpriz yapabilir.