Medya

Faruk Bildirici yazdı: Gazetecilik ne değildir?

Acaba bütün bunlar ortaya çıkınca o haberleri yazan ve yayımlayan gazeteciler, utanmışlar mıdır?

01 Mayıs 2020 20:28

Faruk Bildirici*

Her fırsatta vicdanın gazetecilikte ne kadar önemli olduğunu söyler dururum. Adana’da 17 yaşındaki gencin polis kurşunuyla öldürülmesini "kaza kurşunu" diye yazanlar ile Mersin’de "limon kumpası" görüntüsü çeken yerel gazeteciyi gördükten sonra vicdanın yanına bir de utanma duygusunu ekledim. Gazeteci dediğin vicdanının sesini dinleyebilmeli, utanma duygusu taşımalı.

Her iki olayda da neresinden bakarsanız bakın bir gazetecilik sefaleti yaşandı. Erdemli’deki "limon kumpası" görüntüleri, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun paylaşımıyla sosyal medyadan duyuldu. İlk haberlerde bilgiler bölük pörçüktü. Görüntüler nerede ve niçin çekilmiş, nerede yayımlanmış, çeken ve oynayanlar belli değildi. Yaygın medyada son zamanlarda yaygınlaşan sosyal medyadan kopyalama alışkanlığı tekrarlanıyordu.

Sonradan anlaşıldı ki, görüntüyü çeken Erdemli’de yayınlanan Diriliş gazetesi sahibi Mahmut Dölek. Dölek, görüntülerde "Ekrem İmamoğlu limonu nereden aldı" diye soruyor, sonra da çekime ara verip "Yandaş stokculardan aldı" demesi için ısrar ediyordu. Limon üreticisi rolündeki Ömer Tuncel de aslında bir mobilya mağazası müdürü ve AKP Erdemli ilçe yöneticisi. WhatsApp’ta paylaşılan ve nasıl olduysa sonradan sosyal medyaya yayılan görüntüleri cep telefonuyla çeken de Demokrat Parti eski İlçe Başkanı Emrah Toraman.

Mahmut Dölek adlı bu kişi, kurgu görüntü çektiği ayyuka çıkınca da "Görüntüleri mizah amaçlı çektim" diyor ama bir yandan da "Hodri meydan, göstersinler Erdemli'den hangi üreticiden limon aldıklarını" diye savunuyor kendini. Birazcık utanma duygusu olsaydı, bırakın hala gazeteciyim diyebilmesini, ortaya bile çıkamazdı.

Öldürülen genci suçlayan gazetecilik

Adana’da yaşanan da gazetecilik sefaletiydi. 17 yaşındaki Ali El Hemdan polis kurşunuyla öldürüldüğü 27 Nisan günü geçilen haberler vahimdi. Başlıklara bakılırsa öldürülen genç suçluydu. İnternethaber sitesi yaşamını yitiren Ali El Hemdan’ı suçlamada birinciliği kimselere bırakmamıştı:

"Adana'da 'Dur' ihtarına uymayıp kaçınca polise başka çare bırakmadı"

Sabah, Milliyet, Habertürk, A Haber’in internet siteleri de yaşamını yitiren genci suçlamakla kalmamış, polisin ateş etmesine haklılık kazandırmaya çalışmıştı. "Polis uygulamasından kaçtı, bacağından vurularak yakalandı" başlığıyla aynı zamanda olayı sıradanlaştırmış, basit bir adli vaka düzeyine indirmişlerdi.

En feci başlık da Kamupersoneli.net sitesindeydi; "Adana'da Suriyeli bir kişi paniğe neden oldu! Polis vurarak durdurdu!" Nasıl paniğe neden olmuş sorusunun cevabına da gerek duymamışlardı. Hem polisin genci vurmasını haklılaştırmış, hem de "Suriyeli" diyerek, sığınmacı Suriyelilerin tümünü kriminalize etmişlerdi. Haberler.com ve Sondakika.com ise "Suriyeli genç" diyerek, haberin asli unsuru, Hemdan’ın "Suriyeli" olmasıymış gibi sunmuşlardı.

Gazeteciliğin ilk günkü icraat tablosu aşağı yukarı böyleydi. 28 Nisan günkü basılı gazeteler ise olayı fark edememiş, önemini kavrayamamışlardı. Ne zaman ki, Hemdan’ın sağlık görevlileri tarafından sedyeye konulması görüntüleri sosyal medyaya yansıdı, tepkiler yükseldi.

Bütün bunlardan sonra o polis "kasten öldürmek" suçlamasıyla tutuklandı. Televizyonlar ve basılı gazete de bütün bunlar olup bittikten Ali El Hemdan’ın vurulmasının, polisin kaçan birini kovalarken uyarı ateşi açması değil, doğrudan cinayet olduğunu algılayabildi. Gerçi Hürriyet hâlâ önce otomobille kaçtığı gibi garip senaryolar yazıyordu ama bereket 29 Eylül günkü gazetelerin çoğunda haberler böyle yazılmamıştı.

Bugünden geriye bakınca olay çok net. Tanık ifadesi, görüntüler gösteriyor ki, Ali El Hemdan bacağından değil kalbinden vurulmuş. Kaçarken değil durduktan sonra ateş edilmiş. Polis uzaktan değil 3 metreden ateş etmiş!

İlk günkü haberlerin yanlışı da ayan beyan ortada. Gazeteciler hiç araştırmadan soruşturmadan yazmışlar haberleri. Olay yerine gitmemiş, Hemdan’ın yakınları ve tanıklarla konuşmamış, sadece polisin verdiği gayri resmi bilgisiyle yetinmişler. Taraf tutmuş, cinayete haklılık kazandırmaya çalışmışlar.

Acaba bütün bunlar ortaya çıkınca o haberleri yazan ve yayımlayan gazeteciler, utanmışlar mıdır? Sanmıyorum. Gerçekten utanmış olsalar özür dilerler ve haberlerindeki gazetecilik ayıbını temizlemek için cinayetin karanlık noktalarını aydınlatmak için araştırmaya devam ederlerdi.

En azından Adana Valiliği’ne sorarlardı; "Nasıl oldu da üstelik görüntüler sosyal medyaya düştükten sonra böyle bir cinayeti ‘uyarı ateşi açılması esnasında kazaen yaralanmıştır’’ diye savunabildiniz?"  

Soramadılar, üstelik Adana Valiliği’nin o açıklamayla cinayeti örtbas etmeye çalıştığı bu kadar belliyken…


* Bu yazı Gazeteci Dayanışma Ağı tarafından yayımlanan dijital gazete için kaleme alınmıştır.