Gündem

Eserleri Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından sansürlenen Fazıl Say: O konserlerin şefi Rengim Gökmen'di, bu orkestra ile bir daha işim olmaz!

03 Ocak 2020 18:30

Dünyaca ünlü bestekar ve piyanist Fazıl Say, 2020 dileklerini paylaşırken Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) 2014-2015'te kendisine uyguladığı sansürü hatırlatarak "Sıkıntılı, sansür içerikli konserlerin şefi Rengim Gökmen'di, bu orkestra ile bir daha işim olmaz" dedi. 

Muhalif olduğu gerekçesiyle kendi müzik camiasından pek de destek bulamadığını söyleyen Say, "Dost olunmayan yerde müzik olmaz, yeni yılda tüm bu kişi ve kurumların bu durumları tamir etmeye başlamasını dilerim" ifadelerini kullandı. 

Say'ın, Instagram hesabından yeni yılın ilk gününde yaptığı paylaşım şöyle: 

"Yıllar öncesine dönüyorum;

Bu toplum, klasik batı müziğine hayli uzaktı, toplumun çoğu “O bir meslek mi?” diye şaşırırdı.
Tartışma çıkarsa, bizi “batı taklitçisi” diye azarlarlar, bazen “kibir ve elitizm” sebebiyle suçlarlardı, bilirsiniz, zordu... Bu önyargıları kırmak benim kendime koyduğum bir görev olmuştur, çünkü müzik toplum ile buluşmalıdır.

Aşık Veysel bizim müziğimizdir, ama Beethoven da bizim müziğimizdir... Yerel de bizim evrensel de bizim. Bunları dışlayamayız, ikisini de ayıklayamayız. Biz bu dünyadaki insanlarız... Türkiye’yi, geniş kitleleri, Batı müziği bestecilerinin duyarlılıkları ile tanıştırmak, bu müziklerin Türk halkının gönlünde anlaşılır kılmak için bir çeyrek asır büyük bir mücadele verdim, yorumcu olarak , besteci olarak, bazen de makale yazarı olarak, ne yalan söyleyeyim, ben de bu yolda hatasız değildim, doğrusuyla yanlışıyla, ama gerçekten hatırı sayılır bir yön duygusu tutkusu ve enerjisi ile sonuçta bir yere vardım ve beraber bir yere vardık diye düşünüyorum naçizane... Nitekim taksicisinden, kuaförüne bu halka bir şeyler anlatabilmişim ki hem toplumdaki algı evreni, hem de sayılar da beni doğruluyor diye görüyorum...“Ünlü” olmak değil burdaki dert, her müzik türü , “ünlüler” yaratmak zorunda da değildir.

Mesela klasik müziğin kendi çeşitliliği içinde de bu böyledir: Bir Opera tenoru dünyada süperstar hayatı yaşarken, filanca Avrupa şehrindeki fevkalade barok müzik topluluğunu sadece bilen bilir, filanca ünlü kemancı konser üstüne konser verirken, bir Balkan ülkesinde evinde çağdaş müzik besteleyen bir besteciyi çok az kişi biliyor olabilir. Ünlü olan daha mutlu olmanın formülü değil ki amaç olsun.
Ama müzik yapmak, ve bunu iyi yapmak “mutluluktur”. Gerçek bir saadettir. En azından benim için öyle... Keza; batı ülkelerinde de Türkiye’nin klasik müzik faaliyetleri hiç bilinmezdi, “Türkiye’de piyano var mı?” diye sorarlardı.

Bu engebeyi de aştığımı, şimdiki nesillerimize, dünya üzeri, bu tür bir şaşkınlık bırakmadığımı düşünüyorum. Ben bunu çok yaşadım gençliğimde, bu ülke o ligde değildi, bizi bilmiyorlardı, yani biri şimdi hâlâ soruyorsa, ona kendi ülkesindeki piyanoları sorun.

Bu iki büyük önyargıyı kırmıştım, ama iktidara muhalif bir 10-15 yıllık döneme denk gelmiştik 21. yüzyıl başı, heyhat, çok zor oldu, devlet ile münakaşa... Ama bu tartışmalarda şu haksızlığı yaşadım maalesef; müziğim engellendi. Konserlerim, bestelerim... Bu da benim bütün hayatım.

Yani şu ola ki: “muhalif olursan, savunduğun ideolojin bize uygun değilse, müziğini de yaptırtmıyoruz!” E o zaman, pek de tartışılacak bir durum kalmamış demek ola ki, tartışmanın galibi zaten belliyse, biz de “yok sayılacaksak” konu zaten kapanmış demektir. Çok uzun müddet bu böyle sürdü. Kendi müzik camiamdan pek de destek bulamadım bu bağlamda... Hatta kötü olaylar yaşandı.

Toplumsal önyargıyı, dünyayı, hatta ucundan azıcık da olsa devleti bile ikna etmişliğimle ben, maalesef, kendi camiamızın pek çok kurumundan bu sefer veto yedim, bu en acısı olmuştur içlerinde. Ve en çıkmaz sokak olanıdır... Çaresiz durumların yarattığı acınası bir haldir... Benim için de onlar için de....
Mesela Devlet Çoksesli Korosu 2015 yılında “Fazıl Say ile çalışmama kararı” aldı, tüm basına da bir “kınama” yayınladılar. Denilen o ki; koro bir oylama yaptı, 80 kişilerse,-ne biliyim- bunun 40’ı bu kınamayı imzaladı, güya, bunu kurum adına değil de kendi kişisel adlarına yapmaya karar vermişler.
İyi de; bu karara imza atmayan koro üyeleri de var. “Bu iş yanlış” diye düşünenler de var.
Şu bir gerçek ki;
Beraber müzik yapmak için dost olmak gerekir. Bir şehire ilk kez gidiyorsak, kimseyi tanımıyorsak ve Henüz dost değilsek bile, en azından müzik yapmak için “düşman” olmamak lazım kardeşim.
Ben şimdi beni kınayan, şikayet eden, “biz bu adamı istemiyoruz” diyen bir koronun önündeki piyanoda Nazım Oratoryosu piyano solistliğini yapamam ki kardeşim, beni istemeyen birilerini doğal olarak ben de isteyemem.

Yani; devlet kurumu, kurumun memur sanatçıları kişiler ( ve berbat hataları) yüzünden, bir besteci ile on yıllarca çalışamaz hale getiriliyorsa, burada, Fazıl’ı karşısına almak sadece bir “moda” dönemindeyse, ve eğer şimdi pişmanlarsa, buyursunlar, düzeltsinler durumu, çünkü benim yapabileceğim hiçbir şey yok böyle bir durumda.

Artık 50 yaşıma geldim. Bakın; zaman akıp geçiyor. Zaman... 20 yaşındayken de bir takım tuhaf sorunlar vardı bu kurumlarla... İşin acısı, zaman geçiyor...

Kurumlarda çalışanlar da yaşlandı... Onların yerine muhtemelen yeni nesiller gelecek, kadroları açılırsa... Keza,  2019 yılında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyelerinin büyük bir kısmı, benim olmadığım bir konserde, eserim 'İstanbul Senfonisi'nin seslendirilmesini protesto ederek, provalara katılmamışlar, eser takviye müzisyenler ile çalınmış.

İstanbul Senfonisi, CSO’nun 2014/15 sezonu programından -söylenene göre bakanlık isteği üzerine-kaldırılmıştı... Tüm bu sıkıntılı -sansür içerikli- konserlerin şefi Rengim Gökmen idi... Benim için yine aynı sonuç; bu orkestra ile bir daha işimiz olamaz, “dost” olunmayan yerde müzik olmaz. Zorunlu değilim. Memur değilim. Ben dışarıdan biriyim. Yani bu yanlışlardan dönmek için dost olmaları şart, bunu da göstermeleri lazım. Yoksa gerek yok boş lakırdıya.

Tüm bu kişi ve kurumların, bu durumların tamirine başlamalarını dilerim yeni yılda. Dediğim gibi , benim bu konularda atacak adımım yok, bu bir çıkmaz sokağın sonudur. Kimsenin de ne beni, ne kendisini, ve özellikle de vergisiyle, özverisi ve takibi ile bu kurumlara hayat veren toplumu küçümseyerek , şu veya bu mahrumiyeti onlara yaşatma hakkı asla yoktur. Bu düzeltilmelidir. Sonra pek çok güzellik de getirisinde olacaktır. Müzik yapmak benim mutluluğumdur, aslında müzik yapma uğraşı evrensel bir mutluluktur, bunu paylaşmak istemiş olmamda kötü ne var? Kötü amaç ne? Bu kadar zor ve çetrefil olan ne, kim he hakla buluşmaların önüne geçiyor?

Değişmeli. İyi olmalı... Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır der Tarkovski..."