Politika

Ergenekon'da yargılanan Kanal Türk'ün kurucusu: Cüzzamlı ve tecritli gazeteciler sınıfına dahil edilmiştik

"O anlamda hayatımın çok önemli bir kilometretaşı Doğa, benim nefesim..."

09 Ekim 2016 13:43

CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan'la birlikte Sky Türk ve Kanal Türk'ü kuran Kerimcan Kamal, 2008 yılında Kanal Türk kanalının satılmasından sonra Ergenekon soruşturması sürecinde birçok davada yargılandığını hatırlatarak, "Türkiye o malum süreçlerden geçerken, Ergenekon vesaire, biz de cüzzamlı ve tecritli gazeteciler sınıfına dahil edildik" diye konuştu. 

Kerimcan Kamal'ın Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman'a verdiği söyleşi şöyle:

Sen sıkı bir gazeteci ve televizyoncusun... Bir sürü badire atlattın... Şimdi de karşımıza tatlı tatlı hayat üzerine felsefe yapan, eskisine göre daha yakışıklı, karizmatik ve âşık bir adam oldun çıktın... Bu kıvama nasıl geldin?

- O aslında çok zor bir süreç. Kimse isteyerek kaza yapmıyor. Kimse isteyerek kaybetmiyor. Kimse isteyerek çukura düşmüyor. Ama bir şeyler yapageliyorsun ve o bir şeyler o dönemin ruhuyla bazen örtüşmüyor. Benimki de o hesap...

Tam olarak neler yaşadın?

- 2008 yılıydı. Kanal Türk’ü sattık ve sonra hemen Ergenekon davası başladı. Beş yıl, Ergenekon soruşturması süresince bir sürü davayla yargılandım. Dışarıdaydım ama mesleğimi kaybettim. Hiçbir yere çıkamıyordum, arkadaşlarım benimle konuşmaktan korkuyordu. Param yoktu. İşsizdim. Milyonlarca dolar vergi borcum vardı kanaldan üstüme kalan...

Neden sana kaldı?

- Çünkü kanalın yönetim kurulu başkanıydım. Dolayısıyla o dönem her şeyim hacizliydi, evim, arabam... Banka hesabı bile açamıyordum, kara listedeydim. 2013’e kadar sürdü bu. Tam 5 yıl. Bütün davaları kazandım. Yine de kurtulamadım, sonra vergi barajına girdik, bir kısmı ödendi falan filan...

Ama o arada ötekiler içeride. Tuncay (Özkan) filan...

- Evet, ben de ‘dışarıda içeride’ydim! Çünkü insanlar haliyle, “Niye dışarıdasın” diyor. “Neyse, sen iyisin!” diyor. Ama dışarıda olmak da içeride olmaktan farksızdı. Hiçbir şekilde kendini anlatamıyorsun, bir yerde bağıramıyorsun...

"Biz o zaman biraz da romantiktik galiba"

Para?

- Meteliksizdim. Hepsi gitti. Ben kazandığım paranın hepsini kanala yatırmıştım. Biz o zaman biraz fazla idealist, biraz da fazla romantiktik galiba. Medyada tekelleşme, siyasetin baskısıyla sessizleşme döneminde böyle bir vaha yaratmak istedik, herkes için, hepimiz için. Ama sonradan siyasetle dövüşür hale geldik ve hezimete uğradık. Nasıl atlattın dersen, çok uzun süre atlatamadım, çok acı çektim. Kilometrelerce yürüyüp ağlıyordum. Sinir krizleri geçiriyordum. E çünkü kendini suçluyorsun, özgüvenini kaybediyorsun. Tüm bunların neden olduğunun muhasebesini yapıyorsun tekrar tekrar. Ama bir şekilde yaşamaya devam ediyorsun...

Kim bakıyordu sana?

- Evliydim. Sonra evliliğim de bitti. Bir dönem kendim yaşadım, sonra işte Doğa (Rutkay) hayatıma girdi...

Ne zaman tanıştınız?

- Tanışmamız daha önce. 2005’ti galiba. Ben ona iş teklif etmiştim. Doğa’ya ilk talk şovunu ben yaptırdım; “Doğa’yla Gece Yarısı”. Annesiyle gelmişti hiç unutmuyorum. “Yapabilir miyim bilmiyorum ki” dedi, “Ben yapacağınıza çok inanıyorum” dedim. Çok da başarılı oldu. Sonra yıllarca görüşmedik. Derken bir akşam bir yerde karşılaştık. Ben eşimden ayrılmıştım. Sohbet ettik, vesaire...

Sen ona da bunları mı anlattın? Hayatta kaybetmenin erdemi filan... Böyle mi tavladın kızı?

- Yok canım. Kaybetmenin erdemi değil, hayata tutunmanın çabası benimki. Bir şekilde nefes alıyorsan yaşıyorsun, hâlâ hayallerin var, hâlâ bir şeyler yapmak istiyorsun ama üzerinden silindir geçmiş gibi o ayrı...

Peki nasıl oluyor da o dönemden daha hoş bir adam olarak çıktın? Tam tersine yıkılmış olman gerekmiyor mu?

- Bir tarafım yıkık ama onu göstermiyorum. Diğer tarafları inşa edip kendimden yeni bir adam yaratmaya çalışıyorum. Aslında bence bu kitapta da, yazılarımda da anlatmaya çalıştığım şey bu: Evet, herkesin başından bu kazalar geçiyor ama sen, her şeye rağmen kendini kazıyıp kazıyıp özüne dönersen, oralardan yeniden bir şeyler çıkarıp, yeni bir insan yaratabilme ihtimalin olabilir. Belki de olmayabilir.

Peki bu kadar eksi varken, nasıl artıya  geçtin...

- Âşık oldum! Doğa, hayatımın çok önemli bir parçası. Yeniden hayata döndüren o. Dediğim gibi bir yerlerde karşılaştık, sohbet etmeye başladık. Doğa’nın inanılmaz bir enerjisi var. İster istemez insanı çekiyor. Çok güzel bir kadın, çok dişi bir kadın. Ama aynı zamanda içinde çok büyük şefkat var. Bir erkeğin isteyebileceği en önemli özellik bu bence. Aslında biz erkekler, kadınlarda böyle bir şefkat de ararız. Kendine en kızdığın, en nefret ettiğin anda, birisinin seni sevmesi, sana şefkat göstermesi çok önemli. Doğa, benim kendimi yeniden bulmam ve kendim olmam için çok sabır ve anlayış gösterdi. Onunla olduğum ilk dönemde çok büyük kavgalarım kendimle. Ne zaman delirsem, güvensizliğe düşsem başımı okşadı. “Olacak” dedi, “Sakin ol” dedi. “Sen değerli bir adamsın!” dedi. O anlamda hayatımın çok önemli bir kilometretaşı Doğa, benim nefesim...

Senden kaç yaş küçük?

- Sekiz. Ama benden çok ileride. Çünkü benim bütün bu yaşadıklarımdan sonra öğrenmeye çalıştığım şeyler, onda DNA olarak var. Doğuştan. Mutlu olmayı becerebilen bir insan o. Ben mutlu olmayı hiç bilmiyordum.

"Her fotoğafın bir hikayesi var"

Yeni kitabın çıktı: ‘Güzel Kaybedenler’. Nereden esti?

- Türkiye o malum süreçlerden geçerken, Ergenekon vesaire, biz de cüzamlı ve tecritli gazeteciler sınıfına dahil edildik. Yine de bir şeyler anlatma derdinde olan insanlar olduğumuz için kendimi sosyal medyada ifade etmeye başladım.  Instagram’da kendimle ve yaşadığım şeylerle ilgili hikâyeler paylaştım. Ve bunun bir karşılığı olduğunu gördüm. Televizyonculuktan geldiğim için ben görüntülerin hikâyesini anlatmayı biliyordum zaten. Çünkü tek başına fotoğraf koymanın bir manası yok benim için. Alttan o hikâyeleri oluşturdukça, insanlar, hikâyeleri sevmeye başladı. Ben de “Her fotoğrafın bir hikâyesi vardır” diye hashtag yarattım. Sonra 100 kişi takip etti. Derken bin kişi. Şimdi 30-40 bin kişi oldu. Artık ben onlara hikâye yazdırmaya başladım. Bir fotoğraf koyuyorum, onlar hikâyelerini yazıyorlar. Bir anda 100 tane hikâye geliyor. Hikâye yarışma-ması yapıyoruz. Tek jüri benim. Ödül yok. İşte bu kitap, benim Instagram’daki hikâyelerimin derlemesinden çıktı...

 Adı neden ‘Güzel Kaybedenler’?

- ‘Ferrasi’ni Çarpan Bilge’ de koyabilirdim. Temel sorunsalımız bu çünkü. Bize yıllar boyunca, “Çalış, çabala Ferrari al!” diye öğrettiler. Bilge değilim, Ferrarim de yok ama olsaydı da satmazdım... Pardon ama olunca niye satıyoruz? Sen yıllarca çalış, çalış, Ferrari al, ondan sonra mutlu olmak için sat diyorlar sana. Ben Ferrari’mi satmadım ama kaza yaptım, çarptım...

 Nasıl yani?

- Bize çocukluktan beri güçlü olmak, kazanmak, başarmak öğretildi... Bunlarla güdüyorlar bizi. Mutlu olmanın yolu da başarmaktan, mevki sahibi olmaktan ve daha çok para sahibi olmaktan geçiyor. Bak dikkat et, hep sahip olmak! Ancak onların varlığıyla mutluluğu ve yaşadığını hissedebiliyorsun. Ama işte herkes bir ara, bir yere çarpıyor. Bazen sevgilinden ayrılıyorsun çarpıyorsun, bazen siyaset seni çarpıyor, bazen ekonomik olarak bir yere çarpıyorsun. Ben de bir şekilde duvara tosladım. Ama sonra baktım, kaybettiğimi sandığımda kazanmışım aslında. O yüzden kitabın adını ‘Güzel Kaybedenler’ koydum...

Genel olarak hayatla ilişkin nasıl?

- Ben hayatla kavga etmeyi seviyorum. Ama bak onun bir kıvamı var, çok da fazla kavga etmemek lazım. Onu sınırlarına kadar zorlayıp, seni dövmesine izin vermeden geri durmak lazım...

"İntikamsız yaşamayı ondan öğrendim ben"

"Mutlu olmak nedir, hayattan nasıl keyif alınır, tüm bunları, o anı insanlarla paylaşmayı, insanlara şefkat gösterebilmeyi, intikamsız yaşamayı, sürekli bir şeylerin ateşiyle yanmadan devam edebilmeyi ve bazı şeyleri Doğa’dan öğrendim ben. O anlamda ciddi bir öğretmen bana. O bunları nereden öğrendi, bilmiyorum. Hepsi onda zaten vardı."

 Nasıl bir hayatınız var şu an?

- Bu kitap çıktı diye heyecanlıyım bugünlerde. ‘Kafa’ dergisine yazılar yazıyorum. Senaryolar yazdım. Film, dizi gibi şeyler yapma hayalim var. Alaçatı’da ufak bir tapas restoranımız var. Minik bir bistro... Belli bir süre restoran, sonra müzik çalmaya başlıyor. Bütün yazı orada geçirdik, mutluyuz, bir Vespa’mız var. Biniyoruz, gidiyoruz, geliyoruz. Küçük, sade bir hayat.

 Kıskanıyor mu seni?

- Yooo. Kıskanç yanı var ama son kırmızı çizgide kıskanç. Ben de oraya kadar zorlayacak bir şey yapmıyorum.

Peki ona ilgi gösterilmesi seni nasıl etkiliyor?

- Benim çok hoşuma gidiyor. Sokakta yürüyemiyoruz Doğa’dan, ününden dolayı. Herkes ‘Güldür Güldür’den izlediği için yolda durdurup fotoğrafını çekiyor. Benim için gurur kaynağı.

 Oğlunla ilişkisi nasıl?

- Emre 13 yaşında. En çok şükrettiğim şeylerden birisi Doğa’yla ilişkisi, çok iyi arkadaş oldular. Bizde kalıyor iki-üç gün. Doğa’dan fikirler alıyor. Gizli gizli gözlemliyor onu. Bir sürü şey öğreniyor ondan. Doğa’yla birlikte yaşamanın keyfini sürüyor.


Söyleşinin tamamını için tıklayınız