Gündem

Cumhuriyet davasında 'ihlâl'e hükmeden AİHM'nin kararında Türk yargıcın da imzası var

10 Kasım 2020 16:36

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 31 Ekim 2016’da yapılan operasyon sonunda tutuklanan Cumhuriyet Gazetesi’nin eski yönetici ve yazarlarıyla ilgili davada Türkiye’nin başvurucuların ifade özgürlüğü hakkı ile kişi özgürlük ve güvenliği haklarını ihlâl ettiğine hükmetti. AİHM’nin, Türkiye’yi 8 başvurucuya 16’şar bin Euro tazminat ödemeye mahkum ettiği kararı oybirliğiyle alındı. Kararda, AİHM’deki Türk yargıç, Saadet Yüksel’in de imzası bulunuyor.

Dosyanın avukatlarından Fikret İlkiz, T24’e, karara ilişkin olarak, “Türkiye’de beğenilmeyen haberleri yazanların cezalandırılmasına yönelik bir yol açılmıştı. Şimdi AİHM kararı bize net biçimde bir şey söylüyor. Karar diyor ki, 'Gazetecilerin  tutuklanması ifade özgürlüğünün ihlâlidir. Haberleri nedeniyle iddianame düzenlenmesi ifade özgürlüğünün ihlâlidir'. Bu kadar açık” dedi. Dosyanın avukatlarından Tora Pekin de “Tek cümlede özetlemek gerekirse, bu karar bugün muhalefete yönelik her ifadeyi teröre yardım olarak gören bir savcı-yargıç yaklaşımının hukuka aykırı ve kabul edilemez olduğunu söylüyor. Üstelik bunu iki açıdan yaparak, tutuklamaların hem kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını, hem de ifade özgürlüğünü ihlâl ettiğini söylüyor. Bu karardaki hukuksal ölçütler temel alındığında, bugün hapishanelerde tutulan gazetecilerin ve hatta gazeteci olmayan ama söz ve yazıları nedeniyle hapiste tutulan pek çok yurttaşın haksızlığa uğradığını göreceğiz” değerlendirmesini yaptı.

Yargıtay gördü, AİHM gördü, İstanbul görmedi

AİHM, 3,5 yıldır beklettiği Cumhuriyet davasını bugün karara bağladı ve Türkiye’nin gazetecilerin haklarını ihlâl ettiğine hükmetti.

Kararın gerekçesi basit ve anlaşılır. Mahkeme, Aylarca özgürlüklerinden mahrum bırakılan gazeteciler hakkındaki operasyon ve tutuklama, mahkumiyet kararları için, “Hiçbir makul gerekçe yok” dedi.

Görevi hak ihlâllerini tespit etmek, adaletin gecikmeden uygulanmasını sağlamak olan AİHM’nin, başvurudan 3,5 yıl sonra, gazetecilerin tahliye edilmesinden, Cumhuriyet gazetesi yönetiminin bütünüyle değişmesinin ardından bu kararı vermesinin çok anlaşılır bir tarafı yok elbette.

Ancak karar yine de önemli.

Zira Yargıtay’ın ardından, AİHM de Cumhuriyet gazetesi operasyonunun bütünüyle gerçeklerden uzak biçimde yapıldığını kayıt altına almış oldu.

Delil bulunmadığını, makul gerekçe olmadan insanların tutuklandığını tespit etti. Bununla yetinmeyerek, benzer operasyonların da hukuksuz olduğuna işaret etti.

Ama önce, neler yaşandı, kısaca anımsayalım:

  • İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi, aylarca tutuklu kalan gazetecilerle ilgili yargılama sonunda, "Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütüne yardım etmek" suçundan Akın Atalay'a 8 yıl 1 ay 15 gün, Orhan Erinç'e 6 yıl 3 ay, Hikmet Çetinkaya'ya 6 yıl 3 ay Murat Sabuncu'ya 7 yıl 6 ay, Bülent Utku'ya 4 yıl 6 ay, Önder Çelik'e 3 yıl 9 ay, Musa Kart'ın 3 yıl 9 ay, Hakan Karasinir'e 3 yıl 9 ay, Mustafa Kemal Güngör'e 3 yıl 9 ay, Güray Öz’e 3 yıl 9 ay, Aydın Engin'e 7 yıl 6 ay ceza verdi. Ahmet Şık da 7 yıl 6 ay ceza aldı.
  • İstinaf mahkemesi, yargılama süreçlerinde tahliye edilen gazetecilerin bu cezasını onadı. Yasadaki gariplik nedeniyle, 5 yılın üzerinde ceza alanların temyize tabi olduğundan Yargıtay’a giderken, 5 yılın altında ceza alan gazetecilerin dosyası kesinleşti. Bu isimler cezaevine konuldu.
  • Yargıtay, aylarca bekledikten sonra dosyayı ele aldı. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, gazetecilerin aylarca hatta yıllarca tutuklu kalmasına neden olan davada, "Suç yok, yanılgı var" tespitinde bulundu. Yargıtay, Ahmet Şık dışındaki isimler yönünden davanın 'beraat' ile sonuçlandırılmasını istedi. Şık için ise farklı bir suçtan işlem yapılması kararını verdi. Bu kararla, 4 ay daha fazladan cezaevinde kalan, 5 yılın altında ceza almış isimler Önder Çelik, Bülent Utku, Güray Öz, Musa Kart, Hakan Karasinir de tahliye edildi.

İstanbul dinlemedi

  • İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi ise kararın kanıtlara dayanmadığını, yanılgıya düşüldüğünü belirten Yargıtay’ın aksine, yeniden görülen davanın ilk duruşmasında ilk kararında direndi. Mahkemeye göre, vicdani olarak suçlu olduklarına yönelik tam bir kanaat oluşmuştu. Kanıtlar yeterliydi. Dosyanın yeniden Yargıtay’da karara bağlanması beklenmeye başladı.

“Makul gerekçe yok”

AİHM, davayı işte bu aşamada karara bağladı. Başvuran 10 isim tahliye edildikten, dosya Yargıtay’a gidip döndükten, bu isimlerin tamamı Cumhuriyet gazetesinden ayrıldıktan sonra…

Murat Sabuncu, Akın Atalay, Ahmet Kadri Gürsel, Hacı Musa Kart, Önder Çelik, Turhan Günay, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Karasinir, Güray Tekin Öz ve Bülent Utku'nun başvurusunu değerlendiren mahkeme, Kadri Gürsel ve Turhan Günay hariç 8 başvuruyu görüşerek karara bağladı. Bu iki ismin başvurusu ise Anayasa Mahkemesi’nin daha önce hak ihlâli kararı vermiş olması nedeniyle karara bağlanmadı.

AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin, ifade özgürlüğünü düzenleyen 10'uncu maddesi, kişisel özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5/1 maddesine aykırı fiilde bulunduğu gerekçesiyle, Türkiye'yi suçlu buldu. Mahkeme, 8 sanığa 16’şar bin Euro tazminat ödenmesine hükmetti.

Kararda, "Mahkeme, özellikle başvuranların cezai olarak sorumlu tutuldukları müdahalelerin hâlihazırda bilinen gerçekler ve olaylara ilişkin kamuoyunda yapılan tartışmaların bir parçası olduğunu, geleneksel özgürlüklerin kullanımında analiz edildiklerini ve siyasi alanda şiddet kullanılmasını teşvik edecek hiçbir ifade içermediklerini kaydetmiştir. Başvuru sahiplerinin şiddet isteyen terör örgütlerinin yasadışı amaçlarına hizmet ettiklerine dair herhangi bir kanıt ya da belirti tespit edilmiştir. Bu nedenle AİHS'in 10'uncu maddesine aykırı davranıldığı tespit edilmiştir" denildi.

Dosya incelemesinin ardından Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerinin suçlanması için "makul bir gerekçe olmadığının" da belirtildiği AİHM kararında "Sonuç olarak, mahkeme, ilgili 8 başvuranın, cezai bir suç işlediğinden şüphelenmek için makul nedenlerin bulunmaması nedeniyle, Sözleşme'nin 5/ 1 maddesinin ihlâl edildiğini tespit etmiştir" ifadesine de yer verdi.

Türkiye, bir kez daha ifade özgürlüğü hakkı ile özgürlük ve güvenlik hakkının ihlâl edilmesi nedeniyle mahkûm oldu. İstanbul’daki mahkeme, hangi gerekçeyle, ne yorum yaparsa yapsın, gazetecilerin boş yere hapis yattıkları bir kez daha tescil edildi.

Yargıç, Pink Floyd,Bob Dylan ve Ece Temelkuran'dan alıntılar yaptı, 'ihlal var' dedi

AİHM’in Litvanyalı yargıcı Egidijus Kuris ise AİHM’in 18’inci maddeden de ihlal kararı vermesi gerektiği görüşüyle karşı oy yazdı.

Kuris, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhuriyet davası başta olmak üzere yargı kararlarına ilişkin sözlerini hatırlatarak yargının ‘Cumhuriyet’e yönelik meşru olmayan bir amaçla hareket ettiğini’ savundu. Kuris, AİHM kararında Cumhuriyet davasının sadece başvuranlar üzerinde değil, diğer gazeteciler üzerinde de ‘otosansür iklimi yarattığı’na ilişkin tespitine rağmen 18’inci maddeden ihlal kararı vermemesini eleştirirken Pink Floyd’un ‘The Wall’ adlı şarkısında geçen “Sonuçta, bu da duvardaki başka bir tuğla” dizesini alıntıladı.

Diken'in haberine göre; Litvanyalı yargıç, ayrıca Erdoğan’ın AYM kararlarını tanımayacağına ilişkin çeşitli açıklamalarını da hatırlatarak bu sözlerin bir anayasa hukuku profesörünün bir panelde ettiği sözler gibi muamele göremeyeceğini belirtti ve bu kez de Bob Dylan’ın “You don’t need a weatherman to know which way the wind blows” (Rüzgarın yönünü anlamak için meteoroloji uzmanına ihtiyaç duymazsın) dizesini alıntıladı.

Kuris ayrıca yazar Ece Temelkuran’ın Erdoğan’ın mahkeme kararlarını sadece muhalifleri tutukladığı zaman saygıyla karşıladığına ilişkin ‘Bir Ülke Nasıl Kaybedilir? 7 Adımda Demokrasiden Diktatörlüğe’ kitabından alıntı yaptı.

İlkiz: “Haber nedeniyle iddianame bile hazırlayamazsınız”

Dosyanın avukatlarından Fikret İlkiz de T24’e şunları söyledi:

Bu kararın bir özelliği var. Sözleşmenin 5/1. Maddesinin ihlâline yer veriyor. Bu 5. maddedeki bütün haller bakımından ihlâl kararı vermiş olmak demek. Kişilerin yetkili mahkeme önüne çıkartılmaması, tutuklama konusunda yasanın koyduğu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi, makul gerekçe bulunmaması gibi bütün halleri kapsıyor. Özetle şunu söylemek gerekiyor ki bu maddeden hak ihlâli kararı verilmesi çok önemli. Her şeyden önemlisi ifade özgürlüğü hakkının ihlâli… Kararda, Cumhuriyet gazetesinin nitelikleri sıralanıyor, haberleri anlatılıyor. Bir gazetenin haberleri nedeniyle suçlanamayacağı, bu nedenle bir mahkumiyet kararı verilmesinin de ifade özgürlüğünün ihlâli anlamına geleceği vurgulanıyor. Bir yol açılmıştı. ‘Bu haberleri yazıyorsanız bir terör örgütüne yardımcı oluyorsunuz’ deniliyordu. Oysa haber yazmanın, gazeteciliğin suç olmadığı bu kararla anlatılıyor. Karar, ceza davalarının böyle açılamayacağını, beğenilmeyen haberler üzerinden insanların cezalandırılamayacağını, iddianame bile düzenlenemeyeceğini bize söylüyor.

Türkiye, 18. Maddeden yani hakların siyasi gerekçelerle sınırlandırılmasından dolayı mahkum olmadı ancak gerekçeli kararda, bu konuda bir karşı oy var. Bu karşı oy Türkiye’nin fotoğrafıdır ve dikkate alınmalıdır. Bu karşı oyda, Türkiye’nin bir adım daha gerilediği ve hakların ötelendiği anlatılıyor. Sonuç olarak, bu karar gösteriyor ki, gazeteciliğin cezalandırılması, gazetecilerin tutuklanması ifade özgürlüğünün ihlâlidir. Haberler nedeniyle iddianame düzenlenmesi ifade özgürlüğünün ihlâlidir ve bu kararda belirtilen hususlar dikkate alınmalıdır.

 

 

Pekin: “Karar hepimiz için önemli”

Dosyanın avukatlarından Tora Pekin, kararla ilgili olarak T24’e şu değerlendirmeyi yaptı:

AİHM'in Murat Sabuncu ve diğerleri kararı Cumhuriyet Gazetesi davasında 2016 yılında verilen ve 9 ay ile 1,5 yıl arasında süren tutuklamaların hukukiliğine ilişkindir. Mahkeme beklediğimiz üzere bu tutuklamaların Sözleşme'yi ihlâl ettiğine karar verdi. 100 sayfalık bir karar var önümüzde, bu nedenle ayrıntılı bir değerlendirme yapmak için erken. Ama genel olarak bakarsak, kararın diğer AİHM kararları gibi sadece başvuranları değil aslında hepimizi yakından ilgilendirdiğini söylemek gerekiyor. Tek cümlede özetlemek gerekirse, bu karar bugün muhalefete yönelik her ifadeyi teröre yardım olarak gören bir savcı-yargıç yaklaşımının hukuka aykırı ve kabul edilemez olduğunu söylüyor. Üstelik bunu iki açıdan yaparak, tutuklamaların hem kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını, hem de ifade özgürlüğünü ihlâl ettiğini söylüyor. Bu karardaki hukuksal ölçütler temel alındığında, bugün hapishanelerde tutulan gazetecilerin ve hatta gazeteci olmayan ama söz ve yazıları nedeniyle hapiste tutulan pek çok yurttaşın haksızlığa uğradığını göreceğiz. Yapılması gereken de tam olarak budur. Ama ne yazık ki Anayasa Mahkemesi kararını dahi uygulamayan yargıçların Hakim Savcılar Kurulu tarafından kollandığı bir yargı ortamında bunu beklemek biraz zor. Yine de bunu istemek zorundayız.

 

“Devam eden dosyayı da bağlar”

Cumhuriyet Davası halen Yargıtay incelemesinde. AİHM kararı "haksız tutukluluğa" ilişkin olduğu için kağıt üzerinde, esasa ilişkin karar üzerinde bağlayıcılığı olmadığı iddia edilebilir. Ama fiilen bu görüşün geçerliliği yok. Aksi takdirde tutuklamaya dahi yeterli görülemeyen iddiaların, mahkumiyete yeterli olduğunu kabul etmek gerekir ki böyle bir şey olamaz. Üstelik AİHM ayrıntılı açıklama ve gerekçelendirmelerle suçlama konusu yapılan yayınların hiçbirinde hukuka aykırılık bulunmadığını da gösteriyor. Bu tespitlere aykırı karar verilmesi artık mümkün değil. Arkadaşlarımızla ilgili olarak bir an önce beraat yönünde bir karar bekliyoruz bu nedenle.

Sonuç olarak soruşturmanın ilk anından itibaren ileri sürdüğümüz üzere, Cumhuriyet dosyasında gazetecilik suçlanmış, gazetecilik tutuklanmıştır. AİHM kararının bu iddiamızı kabul ettiğini düşünüyorum. Asıl mesele ise bugün bu haksızlıkları sistematik biçimde sürdüren savcı ve yargıçlara rağmen bu kararda yazılı ilkeleri nasıl hayata geçireceğimizdir. Bu da tüm yurttaşlara düşen bir sorumluluktur.