Politika

Barış Atay: ‘Hubris sendromu' denilen bir hastalık çıktı, aratınca karşınıza çıkan ilk örnek Erdoğan

"Geldiğimizi anlamanız için sarı yeleğe ihtiyacımız yok"

19 Aralık 2018 21:23

T24- Ankara

TBMM Genel Kurulu’nda bütçe görüşmelerinde söz alan Türkiye İşçi Partisi (TİP)  Hatay Milletvekili Barış Atay, muhaliflerin AKP iktidarı boyunca engelleyemedikleri olayları sıraladığı AKP sıralarına  uzun süre iktidarda kalanların yakalandığı  “Hubris Sendromu” benzetmesi yapınca ortalık karıştı. “Hubris sendromu’ denilen bir hastalık çıktı. Kısaca, çok uzun süre gücü elinde bulunduranların, birçok defa kazanabilenlerin yaşadığı güç zehirlenmesi de deniliyor. İnternette bu sendromun adını aratınca, bir platformda karşımıza ilk çıkan örneğin ‘Recep Tayyip Erdoğan’ olması enteresan bence ve sizin için de düşündürücü olmalı” sözlerine AKP kanadından tepki yağdı. ‘FETÖ’ suçlamasına da maruz kalan  Barış Atay’a AKP Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can, “ Terbiyeli konuş”,  Mersin Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz, ‘hasta’ dedi.

“Siz ne derseniz deyin Gezi bizim onurumuz”

Atay, Gezi eylemleri konusunda da, “Şarlatanın biri Gezicilerin başları kesilmelidir bile diyebildi. Şunu söyleyelim. Siz ne derseniz deyin Gezi bizim onurumuz. İçinde olmaktan hayatımız boyunca da gurur duyacağız. Biz baş kesmeyiz ama bu niyette olanların karşısında dimdik duracağımızdan, tek bir geri adım dahi atmayacağımızdan da şüpheniz olmasın” dedi.

“İş cinayetleri, seçim manipülasyonları, katliamlar”

Atay’ın Genel Kurul’da yaptığı konuşmanın tamamı şu şekilde:

“Kabul. Engelleyemedik! Günlerdir bütçe görüşmelerinde şunu yaptık, bunu yaptık deyip her fırsatta muhalefete saldırmanızı, halkın çıkarlarını korumak amacıyla dile getirdiğimiz bütün itirazlara rağmen bütçeyi neredeyse bir virgül dahi değiştirilmeden Genel Kurul’a getirmenizi de engelleyemedik.

Seçimlerin her defasında manipüle edildiğini bilmemize rağmen 16 yıldır iktidarda olabilmenizi engelleyemedik.

İktidarınız boyunca;

Soma’da, Torunlar’da, 3. Havalimanında, Ermenek’te ve daha sayamadığımız birçok yerde 21.000 işçinin iş cinayetlerinde öldürülmesini, Soma’da yere düşen emekçinin tekmelenmesini, Taner Yıldız’ın 3 gün giydiği gömleğin, 301 işçinin toprak altındaki cansız bedeninden daha fazla konuşulmasını da engelleyemedik.

Suruç’ta çocuklara oyuncak götüren genç devrimcilerin, 10 Ekim’de Barış diyen insanların, Roboski’de yaşamak için sınırdan geçmek zorunda kalan çocukların bombalarla katledilmesini engelleyemedik.

Evinin önünde vurulan Taybet Ana’nın cenazesinin bir hafta sokakta bekletilmesini engelleyemedik.

Gezi’de gençlerin sokaklarda vurulmalarını, dövülerek öldürülmesini, akıl dışı yalanların çarşaf çarşaf serilmesini de engelleyemedik.

Emek Sineması’nın, AKM’nin yıkılmasını, ormanlarımızın katledilmesini, ülkenin kamu kuruluşlarının, fabrikalarının özelleştirme adı altında peşkeş çekilmesini de engelleyemedik.

16 yılda on tren kazasında bir tek üst düzey yetkiliyi dahi sorumlu tutmamanızı da, kazalarda çocuklarını neden kaybettiğini soran annelere kör sağır olmanızı da, gözümüzün içine bakıp yapılan pişkince açıklamaları da engelleyemedik.

Paraları sıfırlamanızı, bakanların birilerinin önüne yatmasını, hediye saatler almasını da engelleyemedik. 11 yıl boyunca istedikleri her şeyi verip ortaklaştığınız kişilerle çıkar ilişkiniz bozulunca, sizin dışınızda kalan herkesi Fetöcü olmakla suçlamanızı, kendinizi her defasında mağdur, kandırılmış olarak kabul ettirmenizi de engelleyemedik.

KHK’lerle insanları işlerinden etmenizi, akademisyen, gazeteci, avukat, politikacı, öğrenci muhalif olan kim varsa tutsak etmenizi de engelleyemedik. Hrant Dink’in, Tahir Elçi’nin hedef gösterilip öldürülmesini ve hala sanatçı, gazeteci, haber spikeri önünüze kim çıkıyorsa meydanlardan hedef gösterilmesini de engelleyemedik.

Çocuklarına okul kıyafeti alamadığı için intihar eden emekçilerin, şov yapıyor diye aşağılanmasını da engelleyemedik. İki askerin soğuktan donmasını da engelleyemedik.

Ve ne yazık ki karşımızda büyük bir kibirle oturmanızı da engelleyemiyoruz.

Alman halkı da Brecht’in sürgüne gönderilmesini, Şili halkı Viktor Jara’nın ellerinin kesilmesini, İspanyol halkı Lorca’nın kurşuna dizilmesini engelleyememişti. Aynı bizim halkımızın Nazım’ın, Yılmaz Güney’in, Ahmet Kaya’nın sürgünde ölmesini, Ruhi Su’nun gözlerimizin önünde yitip gitmesini engelleyememesi gibi.

Ama bugün halklarımıza miras olarak onların filmlerinin, onların türkülerinin, onların şiirlerinin kaldığını biliyoruz. Hiçbir diktatörün ise esamisi bile okunmuyor.

‘Hubris sendromu’  benzetmesi

Kibir mutlak güç sahibi olduğunu sanmaktan gelirmiş. Sizi ve davranışlarınızı daha da iyi anlayabilmek için biraz araştırma yapma gereği duydum ve karşıma. 

‘Hubris sendromu’ denilen bir hastalık çıktı. Kısaca, çok uzun süre gücü elinde bulunduranların, birçok defa kazanabilenlerin yaşadığı güç zehirlenmesi de deniliyor. İnternette bu sendromun adını aratınca, bir platformda karşımıza ilk çıkan örneğin “Recep Tayyip Erdoğan” olması enteresan bence ve sizin için de düşündürücü olmalı.

Bu kibir, hiçbir zaman kaybetmeyeceğinizi sanmanızdan geliyor. Bir yandan bu kibir ve yenilmezlik sanrısı içinde yaşarken, bir yandan korktuğunuzu da görebiliyoruz. Örneğin haftalardır; Fransa’daki sarı yelekliler eylemi nedense iktidar temsilcileri tarafından sürekli dile getiriliyor. İktidara yakın kalemler sarı yelek alanların terörist olduğunu yazıyor. Hatta bir grupbaşkanvekiliniz “sakın denemeyin, devlet cevabınızı verir” diye üst perdeden tehditler bile savurdu bu kürsüden.

Buradan yola çıkarak bitmek tükenmek bilmeyen gezi travmanız nüksetti, her hak arama talebini, en küçük eylemi Gezi’yle bağdaştırıyorsunuz. Şarlatanın biri Gezicilerin başları kesilmelidir bile diyebildi. Şunu söyleyelim. Siz ne derseniz deyin Gezi bizim onurumuz. İçinde olmaktan hayatımız boyunca da gurur duyacağız. Biz baş kesmeyiz ama bu niyette olanların karşısında dimdik duracağımızdan, tek bir geri adım dahi atmayacağımızdan da şüpheniz olmasın.

Tolstoy’un bir sözü var:

“Kibir ve inat bir kişinin kendini mükemmel görmesini sonra da sonunu oluşturur.”

Emin olun size karşı mücadele etmek için üzerimizde ne olduğunun önemi yok. Geldiğimizi anlamanız için sarı yeleklere ihtiyacımız yok. Haklı olduğunu bilen, hakkını aramak için mücadele eden ve faşizme karşı omuz omuza duracak örgütlü bir halk size gerekli cevabı verir. Bunu da böyle bilesiniz.”