Dünya

Bahar değil isyan

NTV muhabiri Can Ertuna, yaklaşık 4 yıl boyunca Tunus'tan, Libya'ya, Mısır'dan Suriye'ye Arap coğrafyasındaki olayları yakından izledi ve notlarını "Arap İsyanları Güncesi" adı altında kitaplaştırdı

21 Haziran 2014 18:52

Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan kitapta Ertuna, Tunus'ta hükümeti deviren eylemlerden, Mısır'da ardarda gelen iktidar değişikliğinin öyküsüne, Libya'daki çöl savaşlarından, Halep'teki kanlı sokak çatışmalarına, İstanbul-Hatay arasındaki "cihat ekspresi"nden, Türkiye-Suriye sınırında yaşananlara kadar birçok olayı belgelere dayanılarak anlatılıyor. Kitapta okucuyla bölgede çektiği fotoğraflarını da paylaşan Can Ertuna ile Fulya Canşen konuştu. 

Arap coğrafyasındaki süreç için de bahar kavramının çok aceleci ve yanıltıcı bir nitelendirme olduğunu düşünüyorum.

Şimdi inanılmaz gelebilir ama bir süre sonra Suriye’nin kuzeyindeki Irak Şam İslam Devleti Örgütü’ne karşı bir Suriye-ABD ortak operasyonu görürsem çok da şaşırmayacağım.

Türkiye’nin yeni bir 'öteki'si var artık. Suriyelilere karşı yerel halkın tepkilerinde de gözle görülür bir artış var.

Tehlike şu ki, cihat için savaşanlar Türkiye üzerinden kendilerine geçiş rotaları yarattılar. Türkiye’den de Suriye ve Irak’taki savaşa dahil olan çok sayıda kişi var. Dolayısıyla ileride bunların daha büyük etkileri olabilir.

Son üç yılda o kadar çok ölüm ve yıkıma tanıklık ettim ki, sanırım hepsi bir yerlerde iz bırakıyor.

Arap İsyanları Güncesi adlı kitabın yazarı gazeteci Can Ertuna ile 'Arap Baharı'nı konuştuk.

“Arap Baharı” kavramını sorgulayarak başlıyorsunuz kitaba… Siz nasıl tanımlardınız Arap ülkelerinde olanları?

Bahar, doğanın uyanışı ile özdeşleşen peşin olarak olumlu yargı içeren bir kavram. Bir durumun, toplumsal sürecin sonuna ‚’’bahar’’ sıfatını yerleştirdiğiniz anda o süreci olumluyorsunuz. Özellkle Batı’da, diğer coğrafyalardaki otoriter rejimlere karşı her ayaklanmayı, ayaklananların kim olduğundan ve sonuçlarından bağımsız olarak bahar olarak etiketleme alışkanlığı var. Arap coğrafyasındaki süreç için de bahar kavramının çok aceleci ve yanıltıcı bir nitelendirme olduğunu düşünüyorum. Bu kavramın geçerli olabileceği tek yer belki de ayaklanmaların ilk başladığı Tunus. Bin Ali’nin devrilmesi sürecinde –diğer ülkelere kıyasla- çok can kaybı yaşanmadı. Ardından gelen İslamcı Nahda hükümeti toplumsal uzlaşıyı sağlayamadığı için çöktü ve demokratik bir anayasa için uzun süre mücadele edildi. Peki ya diğer ülkeler? Mısır’da, Müslüman Kardeşler toplumun önemli bir kısmında kaygıya yol açan ve çokça eleştirilen bir yıllık iktidarın ardından devrildi. Genelkurmay Başkanı Sisi Devlet Başkanı seçildi. Nasır, Sedat ve Mübarek’ten sonra ordu kökenli devlet başkanı ekolüne kısa bir aradan sonra geri dönüldü. Libya,Kaddafi uluslararası bir askeri operasyonla desteklenen silahlı bir mücadeleyle devrildikten sonra, aşiretler arası kanlı bir iç hesaplaşmanın sahnesi oldu. Ülkenin kimin tarafından yönetildiği, bölünüp bölünmeyeceği belli değil. Suriye’deki halk ayaklanması bölgesel ve küresel güçlerin taşeron örgütler aracılığıyla yürüttüğü kanlı bir savaşa dönüştü. Bugüne kadar yaklaşık 160 bin kişi hayatını kaybetti bu savaşta. Önemli bir bölümü sivil. Yeni cihat örgütleri türedi. Şimdi bu tabloya bakınca hangi bahardan bahsedebiliriz? Açıkçası devrim kavramını da kullanmıyorum çünkü yönetim yapılarında değişimler olsa da bahsi geçen coğrafyalardaki egemen ekonomik ve toplumsal düzenin kökten değişmesi söz konusu olamadı. Bu yüzden  ’’Arap isyanları’’ demeyi tercih ediyorum.

Önce Tunus‘tan başlayalım. Tunus halkını isyana götüren en önemli neden neydi?

Birden çok neden var; gençler arasındaki yüksek işsizlik oranı, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve özgürlük arayışı. Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali 23 yıldır iktidardaydı ve ailesiyle yakın çevresindeki isimler yolsuzluklar ve haksız servet sahibi olmakla suçlanıyordu. Tüm bu faktörler birleşince sonunda bomba patladı. Fitili ateşleyen olay ise 26 yaşındaki bir seyyar satıcıMuhammed Buazizi’nin polis tarafından tezgahına el konulması sonrası kendini yakması oldu.

Ayaklanmanın en belirgin sonucu neydi Tunus açısından?

En başta bir kargaşa dönemi yaşandı. İslamcı Nahda partisi iktidarda tutunamadı ve laik liberal kesimler sokakları terk etmedi. Sonunda hükümet çöktü ve yeni bir anayasa hazırlandı. Yeni anayasa özellkle kadın hakları açısından bölgedeki en özgürlükçü metin olarak kabul ediliyor. Ama bu uzlaşının sürdürülebilirliği açısından halkın önemli kesimlerinde hala soru işaretleri var. Bekleyip, görmek gerekiyor. Ancak şunu belirtmekte fayda var; Tunus, Mısır, Libya ve Suriye gibi diğer isyan coğrafyalarıyla kıyaslandığında en eğitimli nüfusa sahip ülke, laik sistem halkın geniş bir kesiminin içselleştirdiği bir olgu ve konumu itibariyle diğer ülkelerle kıyaslandığında göreceli olarak daha az stratejik bir coğrafya ki bu aslında bir avantaj; özellikle uluslararası aktörlerin manipülatif müdahalelerine kapalı olmasını sağlıyor.

Tunus'un ateşi Mısır a sıçradı mı dersiniz yoksa zaten Mısır'da yanan bir ateş var mıydı?

Her ikisi de aslında. Mısırlılar, Tunus’taki ayaklanmanın başarısından büyük cesaret aldılar. Gözleri, kulakları Tunus’taydı. Ancak burada da 30 yıllık Mübarek iktidarına karşı hoşnutsuzluklar uzun süredir ifade ediliyordu. Örneğin, Tahrir Meydanı’ndaki direnişin lokomotif örgütlerinden  ’’6 Nisan Hareketi’’, 2008’de grevdeki işçilere destek için kurulmuş bir örgütlenmeydi. Zamanla örgütlenme güçleri arttı, sosyal medya araçlarından da faydalanarak kitleleri arkalarında toplayabildiler. Ayrıca Arap ve İslam coğrafyasında büyük bir etki sahibi olan Müslüman Kardeşler hareketinin doğduğu ve serpildiği coğrafya da Mısır. Bu hareket her türlü girişime rağmen bastırılamadı ve etkisini arttırarak sürdürmeyi başardı.

21 Mart 2011 ilk gidişiniz Libya’ya. Libya bölümünü bitirirken beş ay sonra tekrar gideceğinizi ve gittiğinizde bambaşka bir Libya ile karşılaştığınızı yazmışşınız. Neydi başka olan?

İlk gittiğimde Kaddafi rejimini devirmek için tek vücut olmuş bir Libya görmüştüm, ikincisinde ise Kaddafi sonrasında ülkedeki iktidar boşluğunu doldurmak ve petrol kaynaklarını ele geçirmek için birbiriyle savaşan aşiretler... Aslında Libya hiçbir zaman alışageldiğimiz anlamda bir ulus-devlet olamamıştı ve Kaddafi aşiretler arasında hassas denge oyunları ve baskıya dayalı politikalarla bu çok parçalı yapının tutkalı olmuştu. O gidince zar zor ayakta tutulan bu yapı da çöktü.

Ve Suriye… Libya ya müdahale eden Batı Suriye’de olanları neden uzaktan izliyor?

Bunun tek bir cevabı yok elbette, ancak başta Rusya olmak üzere bazı uluslararası etkin aktörlerin böylesi bir müdahale konusunda direnmelerinin payı var. Birleşmiş Milletler’de Libya’ya operasyon oylandığında Rusya ve Çin çekimser kalarak operasyona onay verdiler adeta. Hatırlanacağı gibi bu operasyon Libya halkını Kaddafi’nin saldırılarından korumak gibi bir amaca dayandırılmış ardından, Libya ordusunun imhasına dönüşmüştü. Bu deneyimi yaşayan Rusya ve Çin’in aynı onayı Suriye konusunda vermesi beklenemezdi ki, zaten Birleşmiş Milletler’de Suriye konusundaki tasarıları veto ettiler. Suriye, Sovyetler döneminden beri Rusya’nın Ortadoğu’daki önemli ortaklarından. Rusya bu bölgeyi de tamamen Batı’nın hegemonyasına kaptırmak istemedi. Batı da son dönemlerde olayın giderek karmaşıklaştığının farkında. Özellikle de cihat savaşçılarının etkisinin artmasından sonra. Şimdi inanılmaz gelebilir ama bir süre sonra Suriye’nin kuzeyindeki Irak Şam İslam Devleti Örgütü’ne karşı bir Suriye-ABD ortak operasyonu görürsem çok da şaşırmayacağım.

Suriye-Türkiye sınırına da ayrı bir bölüm ayırmışsınız haklı olarak. Arap isyanlarının en dramatik sonucu da göç. Suriye'den Türkiye’ye gelen mülteci akımı sınır bölgelerini nasıl zorluyor?

Sadece sınır bölgelerini zorlamıyor. Bugün Türkiye’deki Suriyeli sayısının 1 Milyona dayandığı belirtiliyor. Bunlar arasında kamplarda kalanların oranı en fazla dörtte bir. Kalanlar Türkiye’nin dörtbir yanına dağılmış durumda; ucuz işgücü olarak kaçak çalışabilenler belki de en şanslı olanlar. Kentlerin çeperlerinde ya da merkezdeki çöküntü alanlarında yaşıyorlar. Sokaklarda dilenmek zorunda kalanların ya da suça bulaşanların sayıları her geçen gün artıyor. Bu göç bir tepki de yaratmaya başladı. Türkiye’nin yeni bir ’’öteki’’si var artık. Suriyelilere karşı yerel halkın tepkilerinde de gözle görülür bir artış var.

Kitap bir ara durak diyorsunuz.  “Arap Baharı” devam ediyor mu sizce?

Süreç devam ediyor. Kitapta 2011-2014 arasındaki sürecin tanıklıklarım üzerinden bir fotoğrafını çektim sadece. ’’Bahar’’ çözümlemesine soyunan ve sonuna noktalı virgül yerine nokta konan çalışma ve kitaplar, bu dinamik süreç nedeniyle geçerliliklerini kısa sürede yitirebiliyorlar.

Gezi ile ilgili paralellikler kuruldu. Sizce de var mi bu paralellikler?

Elbette benzerlikler var. Ancak şunu da unutmamalı; Arap isyanları da aslında bir devamlılığın ara durakları olarak görülebilir. Neoliberal politikalara örneğin Seattle ve Cenova’da gelen karşı duruşlardan bu hareketlerin hiç etkilenmediğini söyleyemezsiniz. Keza Gezi’nin de Tahrir’den kendine bazı dersler çıkarmadığını iddia etmek güç. Evet, coğrafyalar farklı, toplumsal ve tarihsel koşullar farklı ama acaba son dönemde dünyanın farklı köşesinde birbirini andıran kent merkezli isyanların çıkması rastlantı mı? Tahrir’deki ’’çadır kent’’ organizasyonu, ’’occupy wall street’’ hareketinden hiç mi etkilenmedi? Ya da Gezi işgalinin bunlarla hiç ilgisi yok muydu? Bence bunlar kardeş hareketler olmasalar bile en azından aralarında bir akrabalık bağı var.

Şimdi de Irak’ta olanlara Batı’da cihat baharı deniyor. Bu tanımlamaya ne dersiniz?

Yine yersiz ve aceleci bir yakıştırma bence. Yersiz, çünkü Irak kanlı bir bölünmeye doğru gidiyor. Geçtiğimiz hafta Irak’taydım ve yaşananları kısmen de olsa yerinde görme şansım oldu. Cihat için savaştığını söyleyen Irak Şam İslam Devleti Örgütü’ne eski Baas partisi unsurlarından ve Sünni kesimden destek var ki, bu kesimler cihat için değil, Şii hakimiyetindeki Maliki hükümetine tepkilerinden destek veriyorlar IŞİD’e. Yarın öbür gün bu koalisyon çökerse ve taraflar namluları birbirine çevirirse  ’’Cihat Baharı 2.0’’ adını mı takacaklar sürece?

Musul üçüncü dünya savaşını başlattı yorumunu, Irak Türkiye’yi cihada çekiyor tespitini yapanlar var. Siz de Musul’daydınız. Nasıl buluyorsunuz bu değerlendirmeleri?

Bu aşamada böyle genellemeler konusunda temkinli davranma taraftarıyım. Gözüken şey Irak’ın Sünni, Şii ve Kürtler arasında etnik ve mezhep temelli bir bölünme tehdidiyle karşı kaşıya olduğu. Tehdit diyorum çünkü bu yeni çatışmaları da beraberinde getirecektir. Yarın, Baas ekolünden gelenlerin ya da diğer bazı Sünni aşiretlerin IŞİD’le kanlı bir iktidar mücadelesine girişmeyeceğinin garantisi yok. Ayrıca böyle bir bölünme olursa Türkmenler nerede yer alır? Bu da hala yanıt bekleyen bir soru. Ne yazık ki bu soruların yanıtlarını kanlı süreçler veriyor bu bölgede. Türkiye zaten sınırndaki bu gelişmelerden etkilendi; Reyhanlı saldırısında 53 kişinin hayatını kaybettiğini unutmayalım. Niğde’de yol kontrolü yapan bir asker ve polis ile oradaki bir sivil IŞİD militanlarının hedefi olmuştu hatırlarsanız. Tehlike şu ki, cihat için savaşanlar Türkiye üzerinden kendilerine geçiş rotaları yarattılar. Türkiye’den de Suriye ve Irak’taki savaşa dahil olan çok sayıda kişi var. Dolayısıyla ileride bunların daha büyük etkileri olabilir.

Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de 2011-2013 arasında 60 gazeteci hayatını kaybetmiş, korkmuyor musunuz bu savaş bölgelerine gitmekten?

Bu sayı aslında sadece Suriye’de hayatını kaybedenleri yansıtıyor. Libya ve Mısır’ı kattığınızda sayı daha da artıyor. Irak’ta da hayatını kaybeden gazeteciler var. Elbette o bölgelere giderken mümkün olduğunca önlem almaya çalışıyorsunuz ama işinize konsantre olduğunuzda korku ve endişe bir nebze ortadan kalkıyor. O süreçlere tanıklık etmek ve insanların öykülerini aktarma heyecanı birçok kaygının önüne geçiyor. Genellikle atlattığınız tehlikeler Anchor ve gördüklerinizle geri döndükten sonra yüzleşiyorsunuz.

Etkilendiğiniz kesin, nasıl bu etkilerden arındırıyorsunuz kendinizi?

Tam anlamıyla ’’arınmak’’ söz konusu değil ne yazık ki. Son üç yılda o kadar çok ölüm ve yıkıma tanıklık ettim ki, sanırım hepsi bir yerlerde iz bırakıyor. Unuttuğunuzu sandığınız anda derinlerden bir yerden çıkıp geliyorlar; bazen yolda yürürken, bazen gece uykunuz kaçtığında. Elbette bu tanıklıklarla yaşamayı öğreniyorsunuz ama sırtınızda bu yükü de hep taşıyorsunuz. Belki hayat felsefeniz, belki mizacınız değişiyor ama bunun farkına varamıyorsunuz.