Kültür-Sanat

Ayaklara meyilli Tarantino, gözüne kalem çeken Almodovar; büyük yönetmenlerin gizli yaşamları...

"David Lynch 'dokularını incelemek' için hayvanları kesiyordu. Kadavraları parçalara ayırdıktan sonra onları dikerek deri ve iç organları kalaslar üzerine germekten hoşlanıyordu"

Soldan sağa: Stanley Kubrick, Francis Ford Coppola, David Lynch, Brian de Palma, Pedro Almodovar, Steven Spielberg, François Truffaut, Jean Luc Godard

21 Eylül 2014 20:38

Robert Schnakenberger filmleri milyonlarca insan tarafından izlenen dünyaca dünlü yönetmenlerin  bilinyen yönlerini, takıntılarını, sırlarını “Büyük Yönetmenlerin Gizli Hayatları”  kitabı ile ortaya çıkardı. Schnakenberger, Stanley Kubrick’ten, Francis Ford Coppola’ya, Brian de Palma’dan, Pedro Almodovar’a, sinema dâhilerinin yaşamlarına dair yüzlerce tuhaf bilgiyi okuyucuyla paylaşıyor.

Gülenay Börekçi Egoistokur.com için kitapta yer alan bazı ilginç bilgileri derledi. İşte büyük yönetmenlerin gizli hayatları… 

 

Pedro Almodovar: Kadın kıyafetleriyle punk söylüyordu

 

Pedro Almodóvar’ın Madrid’deki ilk yılları, en yaratıcı, en üretken ve en tuhaf dönemlerinden biriydi. Star, Vibora ve Vibraciones gibi yeraltı gazete ve dergileri için makaleler yazıp kırmızı noktalı karikatürler çiziyordu. Karmaşık bir aşk üçgeni içindeki bir tampon imparatoru hakkında soft porno bir foto-roman yazdı. Peruk takıp, gözlerine siyah kalem çeken Almodóvar, file çoraplarla tamamladığı kostümüyle, arkadaşı (daha çok sahne adı “Fanny McNmara” ile tanınan) Fabio de Miguel’le kurduğu sahneye kadın kıyafetleriyle çıkan punk-rock ikilisi Almodóvar & McNamara’nın vokalistliğini yapıyordu. (En çok alkış alan şarkılarının adı “Suck It to Me” idi.) Belki de o dönemdeki en tuhaf icraatı olarak kendine Patti Diphusa adıyla bir kadın porno yıldızı alter egosu yarattı ve haftada bir, onun taşkınlık dolu “anılarını” La Luna gazetesine gönderdi. (Kitap bizde Patty Diphusa Anıları adıyla yayınlandı.

 

Quentin Tarantino: Bir fetişistin ayak oyunları

 

Lafazan yönetmenin had safhada bir ayak fetişi var. İnanmıyorsanız, hem Pulp Fiction ve hem de Kill Bill’de birçok defa ekrana gelen Uma Thurman’ın çıplak ayaklarına, Günbatımından Şafağa’da Tarantino’nun Salma Hayek’in ayakkabısından tekila içtiği sahneye, Tarantino’nun dudaklarının yüzü görünmeyen bir kadının ayak parmaklarıyla buluştuğu sayısız paparazzi fotoğrafına ve 2008’de bir film festivalinde yönetmen John Waters’la gerçekleştirdiği röportajda, “o uzantılara meyilli” olduğunu kabul etmesine bir bakın. Senarist Joe Eszterhas, Hollywood Animal adlı anı kitabında manikürcüsünün kendisine Tarantino’nun bu ilgisini ve bir keresinde zevk için Cameron Diaz’ın ayak parmaklarını emdiğini anlattığından bahsetmişti. Kill Bill filminin oyuncuları, Tarantino’nun sette herkesin ayaklarını çekmekle oldukça meşgul olduğunu ve isterse sadece bu ayak çekimlerini kullanarak baştan sonra ayrı bir film yapabileceğini anlatmışlardı. Tarantino 2006’da ünlü top model Tyra Banks’in yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiği Amerika’nın Yeni Top Modeli yarışmasının özel ayak fetişi bölümünde de jüri üyesi olarak ekrana çıkmıştı.

 

Steven Spielberg: Sarımsaklı tost mu yiyorsun? -Ayrılalım

 

Spielberg’i çapkın biri olarak hayal etmek ne kadar güç olsa da, gençliğinde onun da biraz yaramazlık yapmış olduğunu söylemek gerek. Evlenip çoluk çocuğa karışmadan önce Victoria Principal ve Sarah Miles gibi medyatik kadınlarla takıldığı olmuş. Tavladığı en meşhur isimse, Valerie Bertinelli’ymiş. Tanışır tanışmaz ikili arasında kıvılcımlar çakmış ve Spielberg, çiçekler gönderip sevimli yıldızı yemeğe davet etmiş. Bertinelli yaşadıklarını bir röportajda sonradan şöyle özetlemiş: 

“Birkaç kez beraber gezip tozduk… Bundan daha fazlasını da yaptığımız oldu.” İkilinin bu küçük aşk macerası akla hayale gelebilecek en tuhaf nedenden bitmiş. Spielberg’in sarımsağa karşı klinik boyutlara varan bir tiksintisi vardı. “Bir akşam onun için yemek hazırlıyordum. Tam sarımsakları doğramaya girişecekken bunu gördü,” diye hatırlıyor Bertinelli o günü. “Birden ‘Hayır, hayır, hayır, sarımsak olmaz!’ demeye başladı. Ben de ‘Gerçekten mi? Peki’ dedim. Ancak o sırada kafamdan geçen şuydu: Sarımsak yiyemeyen biriyle hayatta beraber olamam.” 1970’lerde pek çok ergenin hayallerini süsleyen Bertinelli’nin İtalyan mutfağıyla barışık birinin kollarına kendisini atması fazla uzun sürmeyecekti. Bu kişi de, gitar virtüözü Eddie Van Halen’den başkası değildi.

 

Francis Ford Coppola: Oscarlı yönetmenin porno geçmişi

 

“Vahşi Batı, Hiç Bu Kadar Vahşi Olmamıştı… Fıstık Gibi Kızlar… Utangaç Kovboylar!” Coppola’nın 1962’de çektiği soft porno filmi Tonight for Sure’un afişinde bu slogan vardı. İlk profesyonel işi için tuhaf bir seçim yapan Oscar ödüllü yönetmenin çektiği 69 dakikalık bu müstehcen, yan dairede bir fotoğrafçının yaptığı çıplak fotoğraf çekimini fark eden ve bir sapık için bulunmaz bu fırsat yakalayan ihtiraslı bir röntgencinin maceralarını anlatıyordu. Adam, kadınların çıplak vücutlarını rahatça röntgenleyebilmek için güçlü bir teleskop edinmişti… Coppola, porno eserini “ara sıra, birkaç memenin görüldüğü saçma bir komedi” olarak tanımlamıştı. Müzikleri de babası Carmine’e hazırlatmıştı. Ardından ikinci bir porno için teklif aldı. The Bellboy and the Playgirls adlı bu filmde de iç çamaşırı mankenlerinin kaldığı odaya sızmak için bir sürü dolap çeviren azgın bir otel komisinin başından geçenleri anlattı. Filmde on yedi yaşındaki bir kız dışında -babası görürse öldürür diye korkuyordu- tüm kadınlar üstsüzdü. Coppola kızın sutyeniyle kalmasına izin verdi.

 

Jean Luc Godard: Jiletle parçalanan kıyafetler

 

1960’ların başında, şöhretinin doruğundayken, Godard başrol oyuncularından Anna Karina ile fırtınalı bir evlilik yaşar. Paris’in “en gözde” çiftiydi olmalarına rağmen ilişkileri berbattır. Godard, durup dururken haftalarca ortadan yok olur. Bir defasında Karina’ya bir paket sigara almaya çıkacağını söyledikten sonra neredeyse bir ay boyunca ortalıkta görünmediği söylenir. Bir aradayken de kedi köpek gibi didişirler. Mesela senaryo yazarı Paul Gégauff çiftin evine yaptığı bir ziyarette, onları, kıyafetlerinin jiletle lime lime doğranıp etrafa saçılmış olduğu buz gibi bir odanın iki ayrı köşesinde çırılçıplak bulduğunu anlatmış. Her yerde cam kırıkları varmış. Godard “sana içmek için bir şeyler ikram ederdim ancak hiç bardak kalmadı” der ve Gégauff’ten evden çıkabilmeleri için üstlerine giyecek birer yağmurluk satın almasını rica eder. Geçimsiz çift 1965’te ayrılır.

 

François Truffaut: Aşk böceği

 

Patolojik derecede kadınlara düşkün olan Truffaut, sinema tarihinin en hareketli yönetmen yataklarından birine sahip olmakla ün salmıştı. Jeanne Moreau, Julie Christie, Fanny Ardant ve Jacqueline Bisset, Truffaut’nun yatak odasını ziyaret eden başrol oyuncularından sadece birkaçıydı. Truffaut oyunda kural tanımıyordu. Cazibeli aktrislerle birlikte olduğu gibi, uygun fiyatlı hayat kadınlarıyla da yatıyordu. Hem Catherine Deneuve, hem de ablası Françoise Dorléac ile ilişki yaşadı. Üstelik tüm bunları yaparken evliydi. Truffaut’nun Galyalı yakışıklılığı ve bir dâhi olarak saldığı ün, kadınlar konusunda bahtının bu kadar açık olmasını ancak bir yere kadar açıklıyordur. 1.69 boyundaki Kazanova aşırı utangaçtı ve yanlarındayken heyecandan tırnaklarını yemesi, kadınlar tarafından karşı konulamaz derecede çekici bulunuyordu. Bir keresinde, “hayatta bir erkekle akşam yemeği yemem” bile demişti. “Bu benim, Hitler ve Sartre’la ortak noktam. Akşamları etrafımda erkeklerin olmasına katlanamıyorum. Akşam benim için mahrem bir yerde geçirilen özel hayat demektir.”

 

Federico Fellini: Medyumların, falcıların gözbebeği

 


Fellini, her ne kadar Katolikliği reddedip, bedenselliği kutsayan filmler yapsa da, ruhani dünyaya saplantılı bir ilgi duyuyor ve Penus gibi hoş bir isme sahip favori medyumunun eşliğinde ruhlar âlemi ile iletişime geçme şansını hiçbir zaman kaçırmıyordu. Bu yaşlı gizemci,1960’lı yıllarda şoförlü bir limuzin içinde genç erkek asistanıyla beraber Roma’da dolanmaktaydı. Fellini bir dizi başka çatlak “kutsal” insanla da çalıştı. Aralarında Alman bir astrolog, İtalyan bir inanç şifacısı ve sadece “Nardu Amca” olarak tanınan ve istediği zaman kendini bir ata çevirebileceğini iddia eden bir büyücü bulunuyordu. 1960’ların ortalarında yönetmen meşhur İtalyan kahin Gustavo Adolfo Rol’un müridi oldu. Rol, iddialara göre, kapalı kitapları okuyabiliyor, zihin gücüyle nesneleri hareket ettirebiliyor ve geleceği görüyordu. Fellini Rol’un bir parkta büyük bir eşek arısını yalnızca telekinetik güçlerini kullanarak öldürdüğünü gözleriyle gördüğünde ısrarcıydı. Bir yandan da filmlerinin gişe başarısı hakkında kendisine önceden bilgi vermeleri konusunda ruhani arkadaşlarına bel bağlamıştı. Bir defasında medyumlarından birinin yönetmene “sıradaki iki film gişede çakılacak” dediğinin duyulmasıyla, onunla çalışarak kariyerlerinin ölüm fermanını imzalayacaklarından korkan oyuncular, Fellini’nin telefonlarına çıkmamaya başladı. Sonuçta iki film de fiyaskoyla sonuçlanarak Fellini’nin psişik dünyaya olan inancını ölümüne sağlamlaştırdı.

 

Stanley Kubrick: Ay’a iniş görüntülerini güya o çekmiş

 

Komplo teorisi meraklıları arasında Kubrick’in düzmece olarak kabul edilen aya iniş görüntülerine yaptığı sözde katkılara dair dedikodular yıllardır dolaşıyor. Efsaneye göre 1968 yılının başlarında NASA yetkilileri büyük bir gizlilik içinde Kubrick’e ilk üç ay yolculuğunu “yönetmesi” için oldukça kazançlı bir teklif sunar. Kubrick 16 ayını, Huntsville, Alabama’da özel inşa edilmiş ses geçirmez bir stüdyoda, Apollo 11 ve 12’nin aya inişinin her evresini sahnelemekle geçirir. Ortaya çıkan filmle, Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve diğerlerinin ayın yüzeyinde yaptığı muziplikler televizyondan gösterilir ve her gördüğüne inanan Amerikan halkına gerçekmiş gibi sunulur. Yayın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nde bulunan Kubrick tarafından, 2001 filmindeki “İnsanlığın Doğuşu” sahneleri için geliştirdiği önden gösterim metodunun aynısı kullanılarak uzaktan yönetilir.

Egoistokur.com'da yer alan yazının tamamını okumak için tıklayın