Gündem

Ahmet Altan: Hapiste yazdığım romanların neden Türkiye’de basılmadığını bana sormayın

"Silivri soğuk değil, o kadar çok korkulacak bir yer de değil"

09 Eylül 2021 08:46

 Gazeteci - Yazar Ahmet Altan toplam 4.5 yıl kaldığı cezaevinden çıktıktan sonra yaptığı ilk söyleşide, kitaplarının neden Türkçe basılmadığı sorusuna, "Hapiste yazdığım romanların neden Türkiye’de basılmadığını bana sormayın" yanıtını verdi. 

Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nin YouTube kanalında yayınlanan kitap sohbetinde " Hapiste Yazılan Üç Kitap" başlığıyla Yasemin Çongar’ın sorularını yanıtlayan Altan, "Hep korkmayan adamlar olsun istiyorsunuz, e sen de korkma. Neden korkuyorsun? Girdim yatım çıktım, bir daha girerim. Silivri soğuk değil, o kadar korkulacak bir yer de değil." dedi.

"Ne zaman televizyonda konuşsam beni hapse atıyorlar"

Programın başında Çongar'ın "Nasılsın" sorusuna "Biraz heyecanlıyım. Çünkü ne zaman televizyonda konuşsam beni hapse atıyorlar. Şansımı bir daha denemek üzere geldim” cevabı veren Altan, cezaevinde yazdığı ‘Dünyayı Bir Daha Görmeyeceğim’, ‘Hayat Hanım’ ve 'Zarlar' kitaplarından bölümler okudu, cezaevindeki hayatını anlattı.

"Silivri soğuk değil"

Altan, Silivri günlerine dair şunları söyledi: "Gerçekten iyiyim. Sağlığım çok iyi, moralim iyi, hapishanede kendime iyi baktım. Hapishane zaten o kadar da korkulacak bir yer değil. Bir motto var ya 'Silivri soğuktur'. Bir kere şunu söyleyeyim, Silivri soğuk değil. Kaloriferleri harikulade yanıyor, yemekleri de hiç fena değil. Avlusunda da yürürsen, güzel de spor yaparsan öyle çok korkulacak, bütün hayatını bir korkunun içine hapsedeceğin, kendi kişiliğinden haysiyetinden bu korku yüzünden vazgeçeceğin bir tehdit değil. Dışarıdaki adam için korkutucu bir şey. Çünkü neticede insanların birbirini öldürme dışında bulduğu en ağır ceza bu. Seni bir yere kapatıyorlar. Ama insan güçlü bir yaratık..."

"Korkunun bu derece utanç verici bir mazeret olmasını nasıl kabul ediyorsunuz?"

"Şartlar kötü olabilir. Ve bu şartları da değiştirmeye senin gücün yetmiyor şu sırada. İstediğin kadar git şikayet et. Şartları değiştiremezsin ama değiştirebileceğin şeyler var. Kendi davranışların. Konuşursun, yazarsın, bir şey söylersin. Korkmayı bu kadar sıradanlaştıramazsın. Korkmak, bu kadar sıradan, bu kadar rahatlıkla kabul edeceğimiz bir şey değil bence. Korktuğun için başkasının hayatını mahveden bir karar veriyorsun. Korkunun bu derece utanç verici bir mazeret olmasını nasıl kabul ediyorsunuz? Ben etmem. Hapishaneye girdim, çıktım, bir daha da girerim."

"Girdim yatım çıktım, bir daha girdim yattım çıktım, bir daha girip yatıp çıkarım"

"Korkan birini anlıyorum. Ben insanların korkmasına karşı da değilim. Tabii ki korku çok insani bir şey ama söylemek istediğim şey şu: Bu övünülecek bir şey değil. Bunu bir yargıç mazereti haline getirmeyin. Korkuyorsanız korkun da korkuyu bu kadar sıradanlaştırmayın. Neredeyse övünülecek bir şey. Biraz da korkmamayı dene. Korkmayan adamlar da var. Hep korkmayan adamlar olmasını istiyorsunuz, e sen de korkma. Sen de korkma. Neden korkuyorsun? O kadar da korkacak bir şey yok. Girdim yatım çıktım, bir daha girdim yattım çıktım, bir daha girip yatıp çıkarım."

"Flash TV'ye bayıldım"

Altan, Hayat Hanım kitabını ise şöyle anlattı: "Yeryüzünün neresinde olursa olsun bir yazar ağırlaştırılmış müebbete mahkum olursa buna insanalar dönüp bakar. Ağırlaştırılmış müebbet dediğiniz idam. Yani 'Sen ölmeyi hak edecek bir suç işledin' diyor sana.

Türk yargısının hakkını vermeliyim. Gerek ilk deneme kitabı gerekse Hayat Hanım, beni hapishaneye koymasaydılar yazabileceğim kitaplar değildi. Televizyon alıyorsun hücrene, 30 tane filan kanal çıkıyor, onları izliyorsun. O kanalların arasındaki Flash TV’yi daha önce hiç seyretmemişim. Fakat hapishanede bayıldım, bayıldım. Topluca kadınlar, fevkalade dekolte giyinip oyun oynuyorlar. Birlikte kaldığımız çocuklar dindar, bakmak istemiyorlar fakat ben de izlemek istiyorum. Hayat Hanım’ın içinde olduğu televizyon, hayat, benim tamamen Flash TV’de gördüğüm bir şey. Eğer hapishaneye girmeseydim Flash TV'de haberdar bile olmayabilirdim. Onun için minnettar olduğumu belirtmeliyim, bunu ona borçluyum.”

"Zulme uğrayan insanlara kaleminle yardım mı edeceksin, arkanı dönüp romanlarını mı yazacaksın?"

"Türkiye gibi ülkelerde yazarların önünde iki önemli soru var. Şöyle bir çelişki var bizimki gibi ülkelerde yazarın hayatında: Senin elinde bir kalemin var, sesini çıkarma imkanın var. Ve insan acı çekiyor. İnsanlar işkence görüyor, aç kalıyor, sokaklarda öldürülüyor, zulme uğruyor, haksız yere hapse konuyor, sen bu kalemle bu insanlara yardım etmeye çalışacak mısın? Sen eğer bunları yaparsan zamanından ve belki hayatından bir şeyler kaybedeceksin. Yoksa sen ‘bunlar hayatın geçici kısmı, kalıcı olan edebiyattır’ deyip, bütün bunlara arkanı dönüp, edebiyatla ilgilenip sadece romanlarını denemelerini mi yazacaksın? Bu ciddi bir soru. İkinci ciddi soru benim için, bir yazar bunlardan hangisini tercih etmeli? Genellikle toplum birincisini tercih etmen gerektiğini söylüyor, ve diyor ki ‘sen bu kalemi senin çağında yaşayan ve zulme uğrayan insanlar için kullanmalısın.’ Bu mantıklı bir talep, vicdanlı bir talep. Ama başka bir şey daha var: O zaman kendi gerçek mesleğini yapamıyorsun.”

"Büyük ihtimalle de kibirliyim, ama ülkemde kitap bastırmayacak kadar değil"

Ahmet Altan kitaplarının neden Türkçe basılmadığı sorusuna ise şöyle cevap verdi: "Bana mı soruyorsun? Bir kitabın basılması için karar verici olan yazar değil. Ben yazıyorum, basmak için basacak olanakları olan birisi lazım. Everest bunu basmak istiyor. Ama Türkiye’deyiz, hiçbir şey için çok kesin konuşamayız. Denemeleri basmak istiyor, herhalde basar. Ama şunu da söyleyeyim: Her yazar kitabının yazıldığı dilde çıkmasını ister. Burası benim ülkem. Eğer basılmıyorsa bu yazardan değildir. Kimse gelip bana basayım demedi, ben de bas demedim. Çünkü bas dersen ve o adam ya da kadın korkarsa. Durduk yere onları korkak durumuna düşürmek istemedim. Korkmuyorsa zaten gelip söyleyecektir.

Ülkende kitabını basmıyorlar, ama dünyada büyük bir sükse yapıyorsun. Bu yazar açısından çok fiyakalı. Şu manaya geliyor; Sen beni yok sayarsan ben de seni yok sayarım ve benim hayatımdan bir şey eksilmez, ben dünyada var olabiliyorum.

Türkiye insanı kendinden kuşkuya düşürür. Kendi ülkemde kitabımın çıkmasına nasıl karşı çıkarım ki birisi basmak için geldiğinde. Ciddi oturaklı bir müessese, tabi ki bastırırdım.

Bana kibirli diyorlar. Büyük ihtimalle de kibirliyim, ama ülkemde kitap bastırmayacak kadar değil. Ülken iyi ya da kötü, insan ülkesini sever. Hatta bazen maalesef demek zorunda kalırız.”