Gündem

15 Temmuz’un “dokunulmazlık” maddesine karşı çağrı; partilere ve yüksek yargı organlarına mektup

Mehmet Altan'ın avukatı Çalıkuşu: Dokunulmazlık maddesi durdukça Türkiye normalleşemez

28 Nisan 2019 22:00

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler, bu dönemde yapılan tüm işlemler için “dokunulmazlık” sağlıyor. 12 Eylül darbecilerinin anayasaya ekledikleri ve cezalandırılmaktan kurtulmalarını sağlayan geçici 14. maddeye benzer nitelikteki KHK düzenlemesi, OHAL Komisyonu üyelerinden güvenlik görevlilerine, memurlardan siyasilere kadar yüzlerce kişiye dokunulmazlık sağlıyor. Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in hukuksuz biçimde tutuklandığı kararına rağmen yargılanan ve mesleğinden ihraç edilen Mehmet Altan’ın avukatı Figen Çalıkuşu, bu düzenlemenin kaldırılması için siyasi parti genel başkanları ve yüksek yargı organlarının başkanlarına mektup gönderdi. Kamuoyuna da açık çağrı yapan Çalıkuşu’nun dikkat çekiği, OHAL döneminde çıkartılan KHK ile getirilen ve daha sonra yasalaşan 6755 sayılı kanunun 37. maddesinde, şu düzenleme yer alıyor:

“15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında  görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.”

Normalleşme için şart

Madde, 15 Temmuz’dan sonra yapılan her işlem için hukuki dokunulmazlık sağlıyor. Altan’ın avukatı Figen Çalıkuşu, düzenlemenin kaldırılması için siyasi parti genel başkanlarına ve yüksek yargı organlarının başkanlarına mektup gönderdi.

Çalıkuşu, mektubunda, “1982 Anayasası’nın geçici 15. maddesi ile aynı kapsamdaki 37. madde yerli yerinde durdukça ülkenin normale dönmesi, hukuk devleti vasfına kavuşması mümkün değildir” dedi. Çalıkuşu, şu ifadeleri kullandı:

“1982 Anayasası’nın geçici 15. maddesi  anayasal düzeni  silah gücüyle ortadan kaldıran darbecilere ve onların kararlarını uygulayanlara  koruma zırhı getiriyordu.  Darbecilerin  hukuk devleti ilkesine aykırı bir anayasal madde ile kendilerini korumaya kalkmaları yıllardır en çok tartışılan ve eleştirilen uygulama olmuşken,15 Temmuz Darbesine karşı meşruiyeti koruyan kamu  hukukçuları ve devlet memurları için aynı yasal koruyucu zırhın getirilmesinin anlaşır ve kabul edilebilir bir yanı olabilir mi?

Darbecilere karşı uygulama yaptıklarını iddia eden meşru bir çizginin, darbecilerin sığındığı gayrimeşru bir şemsiyeye ihtiyaç duymaları normal midir?

Neden koruma kalkanı var?

Anayasal düzeni ve meşruiyeti koruyan insanların böyle bir koruma kalkanına neden ihtiyaç duyar?

Böyle bir hukuk devleti olabilir mi?

Anayasa’nın 2. Maddesinde yazılı “hukuk devleti” ilkesini temelinden çökerten; OHAL döneminde yasalaşan 6755 SY’nın 37. Maddesinden söz ediyorum.

Sorumu yineliyorum; bir hukuk devletinde her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan herkesin her kim olursa olsun, her türlü sorumluluktan ari tutulması mümkün olabilir mi?

Mümkün olur ise o devletin hukuk devleti olduğundan söz edinilebilir mi?

Bile bile aykırı davrandılar

Anayasa Mahkemesi, evrensel hukuk ilkelerine, T.C Anayasası’na, T.C meri yasalarına, AİHS’ne, AİHM kararlarına uygun kararlar vermeyi sürdürmekte ise de;

Soruşturma aşamasından başlayarak soruşturma makamlarının, kovuşturma sürecinde ilk derece mahkemelerinin, takip ettikleri usulde ya da tamamlanan yargılama neticesinde verdikleri kararlarda zaman zaman Anayasa’ya, meri yasalara, Yargıtay, Danıştay ve hatta Anayasa Mahkemesi kararlarına bile bile aykırı davrandıkları hepimizin malumudur.

Bu alenen suç işleyen aldırmazlığın nedeni KHK’yı yasalaştıran  6755 sayılı kanunun sözünü ettiğim 37. maddesidir.

Türkiye normalleşemez

Bu madde yerinde durdukça Türkiye normalleşemez, hukuk devleti vasfını kazanamaz.

Ayrıca anayasal hak olan bireysel başvuru hakkı da anlamsızlaşır. Bireysel başvuru,  herkesin Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla başvurabileceği bir hak arama yoludur.

Bu tanım Yüksek Mahkeme’nin resmi sitesinde yazılıdır.

6755 Sayılı Yasa’nın  37. maddesi yürürlükte olduğu sürece, Anayasa Mahkemesi’nın  resmi sitesinde yazılı olan “temel hak ve özgürlüklerinden herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla başvurabileceği bir hak arama yolu” başvurusu artacaktır.

Yüksek Mahkeme aldığı hukukun üstünlüğü ve temel hak ve özgürlükleri gözetir kararları yok saymanın, bu kararların dayanağı Anayasa’ya, meri yasalara aykırı davranmanın hiçbir yaptırımı ve sorumluluğu bulunmayacaktır.

Yüksek Mahkeme’nin de malumudur; insanlık tarihi boyunca insanın önünde eğildiği biricik değer, adalet ve hukuk olmuştur.

“Adalet ve hukuk” onarılmaz mağduriyetler yaratırken, ağır darbeler ile de yaralanmaktadır.

Darbelere karşı anayasal düzeni savunduğunu vurgulayan siyasal iktidarın bürokratik uzantısı haline gelmiş unsurlarının, darbecilerle aynı zırhı büründükleri bir ülkenin adaleti ve hukuku olamaz.

Hukukçu kimliğim kadar bu ülkenin bir vatandaşı olarak, Anayasa Mahkemesi başta olmak  üzere tüm hukuk kurumu ile siyaset kurumunu  1982 Anayasası’nın geçici  15. Maddesi ile aynı kapsamdaki 37. Madde yerli yerinde durdukça ülkenin normale dönmesi, hukuk devleti vasfına kavuşması olanaklı olmadığını var gücümle haykırmak isterim.

Türkiye'nin girdiği  çıkmaz sokaktan  kurtulması için siyasi formüllerin arandığı söylenen bu günlerde vatandaş ve hukukçu kimliğimin sorumluluğunu tastamam yerine getirmek amacıyla bu haykırışımı kamuoyuna duyururken; açık mektubumu  başta Anayasa Mahkemesi Başkanlığı olmak üzere bütün yargı kurumlarına ve siyasal parti başkanlarına da gönderiyorum.”