12 Haziran 2019

Tek Cümleyle Başkan Seçilmek

25 yıldır AKP’nin yönettiği ve Tayyip Erdoğan’ın sözüyle “ihanet ettikleri İstanbul” işte karşınızda, adaylar canlı yayında huzurlarınızda

“He wants my job”.

(O benim işimi istiyor).

“I don’t want his job, I want to be the President”.

(Ben onun işini istemiyorum, ben Başkan olmak istiyorum).

1980 Amerikan Başkan seçimleri. Başkan Carter ile rakip aday Reagan arasında sıkı bir yarış var. Seçimden bir kaç gün önce iki rakip, Amerikan geleneği olarak, TV’de canlı yayına çıkıyor.

Ben Amerika’dayım, seçimi birebir izliyorum, bu canlı yayını da...

Denk gitmekte olan tartışmanın sonlarına doğru Carter yandaki kürsüde yer alan Reagan’ı işaret ediyor, “o benim işimi istiyor” diyor, belli ki, önceden hesaplanmış, çalışılmış ve o an için iyi bir çıkış.

Ne var ki, Reagan müthiş bir kıvrak zekayla, lafı Carter’a çarpıyor:

“Ben onun işini istemiyorum, ben Başkan olmak istiyorum”.

Carter buna karşılık veremiyor.

Reagan açısından hazır cevaplığın ve kıvrak zekanın zaferi.

“Başa baş geçmekte olan canlı yayın tartışmasında Reagan bu yanıtı ile Carter’a fark atıyor ve Başkanlığı kazanıyor”.

Bütün bir kampanyada seçimi kimin kazanacağı belli değilken, Regan bu kıvraklığı ile Başkanlığı Carter’ın elinden alıyor.

Tek bir cümleyle.

Özal - Calp

Adayların karşı karşıya geldiği canlı yayın böyle bir şey.

Programlar, halkla ilişkiler, mitingler... Hepsi tamam. Ama, iş geliyor ve canlı yayında tek bir cümleye kilitlenebiliyor.

Carter - Reagan canlı yayınını yaklaşık yüz milyon Amerikalı izliyor.

Yayın sonrasında seçmenlerle yapılan ankette herkesin aklında kalan bir tek o cümle:

“Ben onun işini istemiyorum, ben Başkan olmak istiyorum”.

Tıpkı, 1983 seçimlerine giderken TRT’deki canlı yayında Turgut Özal’ın “köprüyü satacağım” demesi üzerine, Halkçı Parti Başkanı Necdet Calp’ın iki elini masaya vurarak, “sattırmam efendim sattırmam”  demesi gibi. Gerçi, seçimi Özal kazanıyor ama, o cümle Calp’ın yüzde 30 oy almasına büyük katkı sağlıyor.

Ecevit'in cümlesi, Demirel'in çıkışı

İkili tartışma değil ama, biri Ecevit’e, diğeri Demirel’e ait canlı yayında iki cümle var.

1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında Ecevit TRT’de canlı yayında. Soru soranlar TRT Genel Müdürü İsmail Cem ile Yardımcısı Mehmet Barlas.

Bir ara savaşla ve Rumlarla ilgili bir soruya Ecevit’in verdiği yanıt belleklerde hala yerini koruyor:

“Kin insan yüreğine yüktür, insan beynine gölgedir”.

Savaş çıksa bile, orada kalacak, devamında barış için yola çıkılacak, anlamında.

1977 seçimlerine giderken, Başbakan Demirel. TRT’de tek başına canlı yayına çıkıyor. Ekonomi ile ilgili bir soruya Demirel:

“Artık trilyonları telafuz etmek gerek”.

Yani, Türkiye’de kalkınma hızı artıyor, o refahla birlikte rakamlar da büyüyor, anlamında. O arada “CHP’nin bunu anlayamayacağını” ekliyor.

CHP derhal TRT’ye başvurarak, “cevap hakkı doğduğunu” ileri sürüyor.

O sırada Türkiye’de demokrasi tüm kurallarıyla işliyor. Her ne kadar iktidara bağımlı ise de, TRT Ecevit’e cevap hakkı tanımakta tereddüt etmiyor. Ecevit danışmanı Bilsay Kuruç’un sorularıyla TRT’ye çıkıyor.

Gazetecilerle soru-yanıt

24 Ocak 1980’de ünlü “24 Ocak ekonomik kararları” ilan ediliyor. Türkiye’de kapitalizme, serbest pazar ekonomisine geçişin büyük dönemeci. Direksiyonda Özal var ama, Maliye Bakanı İsmet Sezgin.

Benim de dahil olduğum altı gazeteci, TRT”de İsmet Sezgin’e sorular yöneltiyoruz.

Sonra 1983 seçimlerinde yine biz altı gazeteci seçime giren üç lidere, Özal, Calp ve Turgut Sunalp’e sorular yöneltiyoruz.

Bizlerin sorularının ardından TRT’de Hüsamettin Çelebi moderatörlüğünde adı geçen üç lider canlı yayında karşı karşıya geliyor, 1983 seçimlerinde.

Liderlerin canlı yayında tartışması, biz gazetecilerin onlara soru yöneltmemiz o yıllarda sürüp gidiyor, demokrasinin, özgür ifadenin geçerli olduğu, yalakaların ve çanak soruların olmadığı yıllar.

2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle o dönem kapanıyor. En son Tayyip Erdoğan - Deniz Baykal tartışması.

Sonra perde iniyor.

Çünkü, zaman içinde demokrasi perdesi iniyor.

Erdoğan hep kendi adamlarıyla

Bugün 17 yaşına basan gençler böyle bir kültüre sahip değil. Çünkü, 17 yıl boyunca böyle bir canlı tartışma yok.

2002’den bu yana yapılan sekiz, on seçimde ya da referandumlarda sadece Tayyip Erdoğan tek başına, kendine yakın kanallarda ve kendine ayak uydurmuş gazetecilerle (!) canlı yayına çıkıyor. Siyasal rakipleriyle, diğer parti başkanlarıyla ya da kendini eleştiren muhalif gazetecilerle canlı yayına çıkması söz konusu değil.

Tartışma kültürü, o demokratik gelenek 17 yıldır yok.

“İhanet ettikleri İstanbul"

O demokratik geleneğe henüz teğet geçmemiş olanlar hala var. Örneğin, Devlet Bahçeli.

Önümüzdeki pazar günü Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım arasındaki canlı yayını değerli meslektaşımız İsmail Küçükkaya yönetiyor. Bahçeli, Küçükkaya’ya itirazı nedeniyle, “tartışmayı izlemeyeceğini” söylüyor.

Aman, ne eksiklik ne eksiklik!.. Sanki, millet de Bahçeli izliyor mu, izlemiyor mu, diye çok meraklı!..

İki adaya gelince...

Sinirlerine hakim olmak öncelik taşıyor.

Kendini anlatabilmek,

Rakibiyle arasındaki farklılığı açıkça vurgulayabilmek,

Ve İmamoğlu açısından “kazandığı bir seçimin YSK darbesiyle elinden alınmasının” yarattığı mağduriyeti yeniden ve iyi anlatabilmesi...

Belediyeye yönelik yolsuzluk iddiaları olayın diğer yönü...

25 yıldır AKP’nin yönettiği ve Tayyip Erdoğan’ın sözüyle “ihanet ettikleri İstanbul” işte karşınızda, adaylar canlı yayında huzurlarınızda.

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhuriyetçisi olmayan Cumhuriyet

AKP'nin imam hatiplerle, vakıf ve derneklerle, kendine bağlı sermaye ile oluşturduğu taban karşısında duranların ortak söylemi var. Hangi siyasi kanatta olurlarsa olsunlar... Ortak söylem Cumhuriyet!..

Piyasa Erdoğan'a, Erdoğan Murat Kurum'a güvenmiyor

Erdoğan ve bakanların İstanbul'da her oy avcılığı Kurum'u biraz daha değersiz kılıyor

Promosyon aldatmacası, İstanbul kâbusu

Başta Erdoğan, hükümetin tekmil bakanları İstanbul’da, hepsi birden Ekrem İmamoğlu’na karşı oy devşirme yarışında. 1946’dan bu yana hiçbir genel ve belediye seçiminde görülmeyen manzaralar!..