12 Eylül 2023
Yanlış hatırlamıyorsam Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) yönetimi "sivil anayasa" kavramını ilk kez 2007 yılında tedavüle sokmuştu. 2007 yılının Eylül aylarında (yani on altı yıl önce bugünlerde) Prof. Dr. Ergun Özbudun'un başkanlığındaki heyet, bir anayasa taslağı hazırlamış ve bu metin kamuoyuna "Sivil Anayasa Önerisi" diye takdim edilmişti.
Bu kavram, aradan geçen on altı yılda, bazen daha çok bazen daha az ama ısıtılıp ısıtılıp önümüze getiriliyor. Bu temcit pilavına genellikle "12 Eylül Anayasası'ndan kurtulma" ve "askerî vesayeti yıkma" söylemi eşlik ediyor. En son, Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç'un geçen haftaki çıkışı yeni anayasa tartışmalarının yine bu terminoloji paketiyle süreceğine delalet ediyor.
"Sivil anayasa" lafını çok duyuyoruz ama aslında bu ifade teknik olarak tartışmalı. "Sivil" kavramı Türkçeye Fransızcadan, Fransızcaya da Latinceden geçmiştir. Latince "civilis" "yurttaşlığa veya kentliliğe ilişkin (sıfat)" anlamı taşır. "Sivil", öz Türkçe karşılığını söyleyecek olursak "uygar", daha yaygın Arapça karşılığını söyleyecek olursak "medeni" demektir.
Bu sözcüğün hukuk bilimindeki tezahürü "medeni hukuk"tur. Fransızlar "droit civil", Almanlar "Zivilrecht" derler. İngilizcede ayrıca bir de "civil rights" kavramı da vardır ki biz "medeni haklar" diye çeviririz.
Medeni hukuk, yurttaşların kendi aralarındaki ilişkilerle ilgili, yani özel hukuk alanına dair bir kategoriyi ifade eder. Temel kanunu, Türk Medeni Kanunu'dur.
"Anayasa" ise kamu hukuku alanıyla ilgilidir. Anayasa, hak ve özgürlüklere yer verse de ele aldığı her konuyu "kamu gücü"nün yetkileri ve sınırları yönünden düzenler. Dolayısıyla farklı bir bağlamı yansıtır.
Şimdi bu açıklamadan sonra "sivil anayasa" kavramının tuhaflığı daha iyi anlaşılabilir. Medeni hukukun sıfatını Anayasa'nın başına koyup "medeni anayasa hukuku" derseniz epey garip bir sentez yapmış olursunuz.
Anayasalar doğaları gereği resmîdir, sivil olmazlar.
"Sivil" sözcüğünün Türkçe gündelik dilde bir de "askerî olmayan" diye bir anlamı vardır. Belli ki "sivil anayasa" kavramıyla kastedilen şey bu. Yani "askerler tarafından yapılmayan bir anayasa" denmek isteniyor olsa gerek.
Eğer kavram bugün bu anlamda kullanılıyorsa bu, neredeyse hiçbir şey ifade etmiyor.
İki nedenle…
Öncelikle, Anayasa'nın askerler tarafından yapılmaması onun nasıl bir metin ve uygulama getireceğine dair çok az şey söyler.
"Sivil anayasa" taraftarları, "asker olmayanlar bir anayasa hazırlasın" demek istiyor olabilirler. Malum, 12 Eylül Anayasası, askerlerin güdümünde hazırlanmış bir anayasaydı. Ama bu durumda şu sorular meşrudur: Bir defa, kimdir o siviller? Ayrıca, nasıl hazırlayacaklar o anayasayı? İçine ne yazacaklar? Bu soruları sormayınca "sivillerin" anayasa hazırlamasının tek başına pek de kıymetiharbiyesi yok.
Bir anayasa kimin hazırladığı kadar, içinde nelerin olduğuna, hangi amaçların taşındığına ve toplumdaki örgütlü güçlerin bu değerleri ne kadar taşıdığına ve uygulayıcılarının tasarımına vb. kadar uzanan çok sayıda faktörle değerlendirilir. Örneğin 12 Eylül Anayasası'nı asker hazırladı hazırlamasına ama toplumumuz da yüzde 91,37 oranla destek verdi. Yani dolaylı bir katılım söz konusu oldu. Bunu göz ardı edemeyiz. Oysa, örnek olsun, 1949 Alman Anayasası, işgal güçlerince hazırlanmış ve yürürlüğe sokulurken halka da sorulmamış bir metindir. Fakat bu Anayasa, Alman Anayasa Mahkemesinin etkili kararlarıyla ve örgütlü kamuoyunun sahiplenmesiyle kendi meşruluğunu kurmuştur. Dolayısıyla bu deneyim, hazırlık süreçlerindeki katılımın tek belirleyici olmadığını göstermiştir.
Öte yandan, meselenin bir de şu yönü var: Bugünkü Anayasa'ya "12 Eylül Anayasası" demeye artık bin şahit gerek. Yürürlüğe girdiği günden bugüne on dokuz anayasa değişikliği paketi kabul edildi. Bu değişiklikler (aynı maddede birden çok değişiklikler ve maddelere eklenmeyenler de vardır) toplam 187 maddeye etki etti. Yani değişikliklerin kendisi yepyeni bir anayasa oluşturacak kadar hüküm getirdi. Bu değişiklik paketlerinden on ikisi AK Parti iktidarı döneminde kabul edildi. Üstelik 12 Eylül rejiminin yürütme erkini güçlendiren (kararnameler, Devlet Denetleme Kurulu vb.) ve yargı bağımsızlığını zedeleyen (Adalet Bakanı ve müsteşarının Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyesi olması vb.) hükümleri ise katiyen olumlu yönde değiştirilmedi. Oysa AK Partililerin elini tutan yoktu…
Dolayısıyla aslında yürürlükteki Anayasa'yı 12 Eylül rejimi değil, "sivil" sıfatını taşıyan AK Parti yaptı diyebiliriz.
Bu deneyim de bize "sivil" anayasa yapımının daha demokrat çıktılar getirmeyebileceğini kanıtlamış oldu.
Sivil Anayasa söylemine eşlik eden bir de "askerî vesayet" kavramından bahsetmiştik. Kavram bugün, alışkanlıktan olsa gerek, hâlâ kullanılıgeliyor. Bu kavramları kullananlar, sivil anayasanın askerî vesayeti kıracağını söylüyorlar. Oysa bu da, bir ezber olmanın ötesinde, hiçbir sosyal gerçeklikle uyuşmuyor.
Geldiğimiz aşamada Anayasa'da doğrudan 12 Eylül'ün izini taşıyan baskın bir dokudan bahsedemeyiz. Aksini düşünenler şu soruları kendine sormalı:
Benim yanıtlarım hep olumsuz.
Özetle: Bu "sivil anayasa" söyleminden ve ona eşlik eden söylem paketinden uzak durmak lazım. Çünkü hem terminolojik, yani kavramsal hata var hem de gerçekleri yansıtmayıp hedef şaşırtıyor.
Tolga Şirin kimdir? Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir. Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır. |
Sorun, Lozan’ın ne söylediğinde değil, nasıl uygulandığında aranmalı. Hukukî kavramları yerinden oynatarak siyasal anlatılar inşa etmek, hem teknik hem tarihsel açıdan ciddi riskler taşır
Almanya, anayasasında yazan ilkeleri savunmakla, çoğunluğun oyuyla gelen tehdide karşı direnmek arasında zorlu bir sınavdan geçiyor. Bu sınav yalnızca Almanya’ya değil, hepimizi ilgilendiriyor…
Siyasal iktidar yalnızca bugünü yönetmiyor; toplumu geçmişe yaslanarak geleceği teslim etmeye çağırıyor. Seçim, yalnızca biçimsel hale geliyor. Vizyon ise, iktidarın değişmesini değil, halkın onu tarihsel olarak sürdürmesini bekliyor
© Tüm hakları saklıdır.