30 Mayıs 2023

İstanbul'un semt isimlerinin kökenleri (2): Avrupa Yakası

Geçen yazıda Anadolu yakasına odaklanmıştım. Bu yazıda Rumeli'ye geçelim...

Geçen haftaki yazımda, öğrencilik yıllarımdan yadigâr bir not defterimden hareketle İstanbul'un semt isimlerinin köklerini yazmaya başlamıştım. Yazı, İstanbul'un kendimi en çok ait hissettiğim yakasındaki, yani Anadolu yakasındaki semt isimlerine özgülenmişti. Okurlar sağ olsun iki eksiğime dikkat çekip uyardılar. Biri Kadıköy civarından bahsederken nasıl olup da Moda'dan, Kalamış'tan ve Sahrayıcedit'ten bahsetmemiş olduğum eksikliğine... Diğeri de Rumca ve Ermenice isimleri göz ardı ettiğime...

Moda, Kadıköy'ün incisi. Göz ardı etmek harbiden olmamış. Adının nereden geldiğini tam olarak bilmiyorum. Ama bu sözcük Türkçe tınlamıyor. Bilen bilir. Moda'da Barış Manço'nun şimdilerde müze olan çok güzel bir evi vardır. Karşısında da bir kilise var. Adı "All Saints Moda." Semtin isminin ondan gelmesi pek olası derler. Bilginin ayrıntılarından emin değilim. Fakat defteri tuttuğum yıllardaki ev arkadaşım Ufuk Atıcı bana Murat Belge'nin İstanbul Gezi Rehberi'ni hediye etmişti. Defterde bu kitaba atıf yapmışım. Kitabı evde aradıysam da bulamadım. Ama orada ya Moda'nın adıyla ya da Moda ile ilgili ayrıntılı bilgiler olsa gerek. Aradan yirmi yıl geçmiş. Umarım yanlış hatırlamıyorumdur.

Kalamış'ın adı da notlarımda yok. Ama Yunan bir kız arkadaşımla Kurbağalıdere'den geçip de buraları gezerken bana semtin adının Yunanca "sazlık" olduğunu söylemiş, Türkçe de böyle mi adlandırdığımızı sormuştu. Sözlükten teyit ettim. Sazlık, Yunanca "kalamiés" imiş. Doğru olsa gerek.

Sahrayıcedit'in adını ise e-posta gelince araştırdım ama bir bilgi bulamadım. Cedid, "yeni" demek, sahra ise bildiğimiz "çöl" veya iyimser bakarsak "kır" demek. Buranın coğrafi bir duruma gönderme yapması (Acıbadem gibi, Koşuyolu gibi, Çamlıca gibi ismiyle müsemma, yani kendi adıyla kökenini anlatan yerlere de girmedim) ayrıca bir merak uyandırmıyor. Ama neden "yeni" olduğunun yanıtını bilmiyorum. Hatta bu bölgede E-5'in diğer tarafının adının "Yenisahra" olması da merakımızı celbetmiyor değil. Fakat dediğim gibi, net cevabım yok.

Rumca/Ermenice kökenli yer adlarına gelirsek; nedendir bilmiyorum, pek not düşmemişim. Fakat şunu söyleyebilirim: Sevan Nişanyan'ın "Yer Adları Sözlüğü" (Index Anatolicus), Rumca kökenli yerler için dört dörtlük bir çevrim içi kaynak. Orada ziyadesiyle var.

Avrupa Yakası

Geçen yazıda Anadolu yakasına odaklanmıştım. Bu yazıda Rumeli'ye geçelim.

Bizim için "karşı"ya geçmek demek Beyoğlu'na geçmek demekti. Bunun da denizden iki yolu vardı. Ya Beşiktaş İskelesi'nden ya da Eminönü/Karaköy İskelesi'nden binmek gerekirdi. Sonraları Kabataş İskelesi'ne seferler canlandı.

Kabataş'tan geçmek kolay, Beşiktaş'tan geçmek ise daha eğlenceli gelirdi.

Kabataş'ın adı, üzerine zar zor da olsa bir iskele yapılan kaba mı kaba bir kayadan geliyor. Yani semtin adı, İskele'nin altındaki kaba taştan türemiş. Bu civardaki Boğazkesen'i, Beyoğlu'na çıkarkenki yokuşunun nefeslerimizi kesmesinden veya bölgenin güvensizliğinden geldiğini sanıyordum ama adını Boğaz'ı kesen o uzun sokaktan alıyormuş.

Beşiktaş'ın adıyla ilgili iki tevatür var. Biri (şu anda meydanda heykeli olan) Barbaros Hayrettin Paşa'nın gemilerini buradaki beş taşa bağladığı… Beştaş, sonradan Beşiktaş olmuş. Diğeri ise İsa Peygamber'in vaftiz edildiği "taş beşik"in, burada bir camiye kutsal emanet olarak getirilmesine dayanıyor. Yani Taşbeşik, Beşiktaş olmuş. İkisi de hoş hikâyeler...

Beşiktaş "çarşı"sıyla meşhur, malum. Çarşı'dan yukarıya çıkmaya devam ederseniz Akaratler ile karşılaşıyorsunuz. Eski hukuk öğrencileri olarak bilirdik: Akaret (akar), kiraya verilen mülk demek. Buradaki konutları II. Abdülhamit'in saray çalışanları için diktirdiği söyleniyor.

Akaratler'den çıkmayı sürdürürseniz Teşvikiye'ye geliyorsunuz. Abdülmecit bu bölge boş kaldığı için halkı buralarda ikamet etmeye "teşvik" etmiş. Adı buradan geliyor. Zaten aynı Abdül/mecit, Mecidiyeköy'ün de isim babası…

Teşvikiye'nin bulunduğu yer Nişantaşı. Adı, buradaki caminin içindeki "nişan" taşından geliyor olsa gerek. Eski geleneğe göre sultan, ava çıktığında, bir hedefi uzaktan sürpriz biçimde vurduğunda bu olayın anısına oraya bir nişan dikilirmiş. III. Selim veya II. Mahmut'un hedefi vurduğu yerin anısına oraya nişan taşı dikilmiş… (Sanıyorum Maçka'nın adı da Farsça "nişan yeri" anlamına gelen Masgah'tan türemiş bulunuyor.)

Nişantaşı'ndan Beyoğlu'na doğru istikamet tabii ki Şişli. Bu bölgenin adının "şiş" üreten esnaftan aldığı yaygın bir tevatürdür. Bu köken, belki Şişhane için de geçerlidir. Ama yanına bir soru işareti koyduğum notuma göre sözcük "Şeşhane"den de geliyor olabilir. "Altı kaval üstü şeşhane" sözü bu konuda bize bir ipucu veriyor. Kaval, top atmak için kullanılan bir namluyken, şeşhane özgün bir av tüfeği. Bu bölgede bu iki farklı silahı birleştirerek bir silah üretilirmiş. Dediğim gibi doğru mu emin değilmişim, şimdi de değilim…

Şişli'den devam ettiğimizde o bölgede Pangaltı semti bulunur. Buranın adının, bölgede bulunan bankalardan ötürü "Bankaaltı" olduğunu söyleyenler var. Fakat bence daha sempatik öykü, bölgeye yerleşen İtalyan fırıncıların sıcak ekmeklerinden geldiğine dayanıyor. "Pane Calde" İtalyanca "sıcak ekmek" demek. Gerçekten de hızlı söylendiğinde Pangaltı gibi duyuluyor. Kültürel çeşitliliği zenginleştirdiği için de seviyorum bu hikâyeyi.

Bu civardaki Feriköy'ün adı da Feriye Hanım'ın bağışladığı arazinin üzerine konmasından. Buradaki Bomonti'nin adı da eski bira fabrikasından.

Şişli'den Beyoğlu'na vardığımızda tabii ki bizi Taksim karşılıyor. Buranın geçmişte İstanbul'a gelen suyun taksim edildiği yer olduğunu çoğumuz biliyoruz. Zaten hemen ötesindeki Gümüşsuyu'nun adı da orada geliyor. Ama ilginç olan şu ki buranın asıl adı "Gömüş Suyu". Gömüş, eski dilde "su haznesi" demek.

Eski İstanbul

Tarihsel olarak İstanbul'u İstanbul yapan yer tabii ki sur içi bölgesi. Ben buraları pek bilmezdim. Marmara Üniversitesi öğrencileri olarak ya İstanbul Üniversitesi'nin ünlü açılış şenliklerine (İTÜ şenlikleriyle yarışırlardı o zamanlar) gider; bir de 6 Kasım'dan 6 Kasım'a (YÖK'ün kuruluş yıldönümü) Beyazıt Meydanı'ndaki "görevimizi" yerine getirirdik.

Ama yine de notlarım var.

Bu bölgede Beyazıt veya Fatih'in adının sultanlardan geldiği açık. Buradaki Horhor'un adı mahallede bulunan çeşmenin akışından bir yansıma…

Eminönü ise Kapalı Çarşı'ya kadar yayılan esnafları denetleyen eminlerin yaşadığı ve "Gümrük Eminliği"nin önündeki bölgenin adı… Bu civardaki yerlerin çoğunun adı hep "saraylı". Örneğin Ahırkapı'nın adı sarayın ahırlarından, Cağaloğlu'nun adı Cağaloğlu Sinan Paşa'nın yaptırdığı camiden geliyor. Sirkeci, sarayın sirkelerini tedarik eden esnaftan imiş… Bu sonuncusu doğru mu bilmiyorum. Çünkü yanına "Sirkeci İsmail Efendi", "Sirkeci tekkesi" ve "Bizans'ın Sirkeci limanı" diye de ek notlar düşmüşüm.

Laleli adı, sanki orada çok lale varmış da ondan geliyormuş gibi duruyor ama bu semtin adı Türk dervişi Laleli Baba'dan geliyor. Bu, teyitli bilgi.

Osmanlı'da bu bölgeye giriş-çıkışlar tabii ki bir güvenlik meselesi. Bu nedenle çeşitli kapılar var. Alt bölgesine kumların boşaltıldığı kapıya Kumkapı denirmiş. Sonu Edirne'ye varan yola açılan kapıya da Edirnekapı.

Kapılar demişken bir de bizim çok sevdiğimiz bir hikâye vardı bu konuda: Rivayet o ki Sultan IV. Murat, içki ve tütünü yasakladıktan sonra tebdil-i kıyafet halk arasında dolaşıp denetim yaparmış. Bunu bilen müdavimler sandallarla Marmara'ya açılır orada demlenirmiş. Sultan bu sandallardan birine binmiş, akşamcılarla sohbete katılmış. Kafası güzelleşenler Sultan'a giydirmeye başlamış. Bundan rahatsız olan Sultan Murat kendisini deşifre etmiş. Bunu duyan kayıkçı, canını bağışlaması için Sultan'a yalvarmaya başlamış. Yalvarmalar üzerine Sultan, İstanbul'a hangi kapıdan gireceğini tahmin ederse canını bağışlayacağını iletmiş. Kayıkçı ise ne söylese aksi kapıdan girme olasılığını düşünerek bunu bir kâğıda yazarak vereceğini söylemiş ve kâğıda yazmış. Bu hareket üzerine sinirlenen Sultan, yanındakilere yeni bir kapı açılması talimatı vermiş ve kayıkçıyı boğdurtmuş. Padişah bu yeni açtırdığı kapıdan İstanbul'a girdikten sonra cebinde unuttuğu kâğıdı çıkarıp okumuş ve şaşkınlığa kapılmış.

Kâğıtta "Yeni kapınız hayırlı uğurlu olsun padişahım!" yazılı imiş.

Bence bu uydurma bir hikâye. Ama yine de Yenikapı konusu açıldığında, bu öyküyü anlatmayı da dinlemeyi de sever, inanmak isteyerek bir şehir efsanesi olarak sahiplenirdik.

Kuzeyler

İstanbul'un kuzeylerini öğrenciyken pek bilmiyordum. Buraları öğrenciliğim bittikten sonra keşfettim. Defterimdeki tek not Sarıyer ile ilgili. Buranın asıl adı, sefere hazırlanırken ölen ve bölgede mezarı bulunan bir isimsiz askerden geliyormuş. Ölen meçhul askere (büyük olasılıkla yeni çeriye) "Sarı Er" derlermiş. Sonradan buranın adı Sarıyer'e dönüşmüş.

Tarabya'nın adını orada gezerken öğrendim. Terapi ile ilişkisi varmış. Doğasının güzelliğinden ötürü terapi yeri anlamında kullanılıyormuş. Bebek'in isminin de bebek gibi bir yer olmasından ileri geldiğini sanıyordum. Oysa Fatih Sultan Mehmet'in Rumeli Hisarı'nın imarı ve kuşatma sırasında düzeni sağlaması için atadığı bölükbaşının lakabı "Bebek" imiş. Buranın adı oradan geliyormuş. Bunu Evliya Çelebi söylediği için doğru olmayabilir tabii…

Son olarak Etiler'in adının Etibank'ın ortaklığıyla yapılan Etiler Yapı Kooperatifi'nin yaklaşık iki yüz villadan oluşan yapıdan geldiğini kaydedelim.

Liste uzadıkça uzayabilir. Eksikler elbette çok. Ama benden şimdilik bu kadar.

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

PKK’nın “soykırım” suçlamasına itirazlar

PKK’nın bir yandan “bağımsız devlet talep etmiyoruz” deyip, diğer yandan “barış görüşmeleri” sürerken Türkiye’yi “soykırımcı” olarak tanımlaması da derin bir çelişkidir. “Soykırım” gibi hukuki ve ahlaki açıdan ağır bir kavramın bu kadar kolay kullanılması, kavramın kendisini de yıpratır

Lozan ve Montrö özel koruma altındadır

Sorun, Lozan’ın ne söylediğinde değil, nasıl uygulandığında aranmalı. Hukukî kavramları yerinden oynatarak siyasal anlatılar inşa etmek, hem teknik hem tarihsel açıdan ciddi riskler taşır

Almanya’da aşırı sağ yükselirken kısa kısa notlar

Almanya, anayasasında yazan ilkeleri savunmakla, çoğunluğun oyuyla gelen tehdide karşı direnmek arasında zorlu bir sınavdan geçiyor. Bu sınav yalnızca Almanya’ya değil, hepimizi ilgilendiriyor…

"
"