18 Nisan 2022

Reform balonlarına ne oldu?

O günlerde “ah ne güzel reformlar” diye yazıp çizenlerin bile bugün unuttuğuna hiç şüphe yok. Bir reform balonu da tarih oldu

Anayasa Mahkemesi çeşitli noktalardan eleştirilen bir mahkeme. Bu eleştirilerin büyük bir kısmının gerekçeleri asılsız ve bilgisizlikle malul. Özellikle iktidar çevrelerinden gelen eleştirilerin pek azı ciddiye alınabilir nitelikte.

Şunun farkındayım: Söz konusu eleştiriler, son yıllarda adeta saldırı düzeyine ulaştı. Türkiye'nin içinde bulunduğu, bu oldukça sorunlu tarihsel kesitte, saldırılar ve baskılara rağmen, kimi hassas davalarda hâlâ uluslararası standartlara uygun çıktılar üretme çabası -ne olursa olsun- takdiri hak ediyor. Dolayısıyla yoğun saldırı altındaki bir mahkemeyi, daha da zor durumda bırakmayı -bağlamsal olarak- pek yerinde bulmuyorum. Ama kimi konular var ki kalem oynatmamak kesinlikle mümkün değil.

İslamcı terör örgütleriyle ilgili kararlar bunlardan biri. Mahkemenin bu konudaki biriken içtihadı bence çok tehlikeli bir yere doğru gitmeye meyyal.

Bu nedenle bu soruna dikkat çekmek istiyorum.

Hizb'ut Tahrir davaları

Anayasa Mahkemesinin bu konuda sorunlu içtihatlarının biriktiği ilk kategori Hizb'ut Tahrir örgütüyle ilgili. Bu örgütü yeterince tanımayanlar olabilir. Bu nedenle kısaca bilgi vermek gerekiyor. "Tahrir", "kurtuluş" demek. "Hizb" ise bir bakıma "parti" anlamına geliyor. Türkçede İslami "Kurtuluş Partisi" diye niteleyebileceğimiz bu partinin kuruluşu 1950'lere kadar gidiyor.

Amaçları, hilafeti yeniden ilan etmek ve tüm Müslümanları birleştirip "Raşidi Hilafet Devleti" adı altında uluslararası bir İslami yönetimi hâkim kılmak. Israrlı iddiaları, açıkça şiddetle ilişkilerinin olmadığı ve insanların "ikna" yoluyla şeriat rejimine geçmesini sağladıkları... Kimi kaynaklara göre İngiliz İstihbaratının kurduğu bu örgüt, radikal İslamcılığın yükselişine katkı sunuyor, bu nedenle de pek çok ülkede (aralarında Mısır, Ürdün, Lübnan gibi Ortadoğu ülkeler de var) yasa dışı ilan edilmiş bulunuyor.

Bu örgütün Türkiye'de de taraftarları ve mensupları var. Açıkça laik Cumhuriyet'i yıkıp şeriat düzeni getirmeyi savunuyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırıp ülkeyi evrensel İslam devletinin bir eyaleti hâline getireceklerini ileri sürüyorlar.

İçişleri Bakanlığına göre bu örgütün üyeleri, silahlı faaliyet yürütmeye psikolojik olarak hazırlar ve uygun bir zemin bulmaları hâlinde silahlanabilecek durumdalar.

Bu gerçek uyarınca yargı organları da harekete geçmiş bulunuyor.

Konumuza dönelim. Bu bağlamda ceza alan kimi örgüt üyeleri, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında aldıkları cezaları Anayasa Mahkemesine taşıdı. Başvurucuların temel savı, kendilerinin şiddetle ilişkilerinin olmadığı idi.  Anayasa Mahkemesi, başvuruları bir bakıma haklı buldu. Bu olaylarda gerekçeli karar alma hakkının ihlal edildiğini söyleyen Mahkeme, zımnen "silahsız terör örgütü" olup olamayacağını tartışmaya açtı.

Aslında bu davada şu iki soru kilit hâle geldi: (1) Hücre evlerinde ağır silahlar ele geçtiği iddia edilen bir örgüt, üyeleri açıkça ağır bir şiddet eylemine (henüz) karışmamış olması durumunda hâlâ terör örgütü sayılabilir mi? (2) Bir örgütün amaçları ve bu amaçlar doğrultusundaki faaliyetleri, terör örgütü tanımı için dikkate alınabilir mi?

Anayasa Mahkemesinin çoğunlukta kalan üyeleri, bu sorulara ikna edici yanıtların verilmediğini düşüncesiyle dosyayı geri gönderdi.

Davanın bundan sonraki aşamalarının akıbeti teknik ayrıntıları olan bir mesele. Yargılama devam ettiği için ayrıntıya girmeyeceğim. Fakat şu bir gerçek ki: Pek çok kararında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (İHAM) içtihatlarını takip eden ve bunlara kararlarında doğrudan veya dolaylı olarak yer veren Anayasa Mahkemesi bu kararında bunu yapmadı. Oysa Strazburg organları konuyla ilgili gayet önemli çıkarımlar yapmışlardı. Örgütün Hizb'ut Tahrir örgütünün Almanya'da yasaklanmasıyla ilgili Hizb Ut-Tahrir ve diğerleri/Almanya kararında da, örgüt üyelerinin Terörle Mücadele Kanunu kapsamında ceza almasıyla ilgili Kasymakhunov ve Saybatalov/Rusya kararında da bu örgütün genel olarak anti-semitik söylemlerinin, İsrail özelinde sivillerin öldürüldüğü intihar saldırılarını haklı çıkarmaya çalışan propagandalarının ve "cihat" adı altında gayrimüslimlerin öldürülmesini caiz sayan yaklaşımının, örgütün şiddet ile olan bağını ortaya koyduğu düşünülmüştü.

İHAM bu içtihadında örgütün bizzat getirmeyi amaçladığı düzenin tehlikelerine de dikkat çekmişti. Şöyle ki; bu örgütün amaçladığı şeriat düzeni; din, ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin reddedileceği, İslami olmayan tüm siyasi grupların yasaklanacağı, dinden dönenlerin (mürtedlerin) idam cezasına çarptırılacağı, tüm hukuk kurallarının dini esaslara göre farklılaşıp din temelli ayrımcılığın kurumsallaştırılacağı antidemokratik bir düzen sayıldı. Bu düzenin kendisi, demokratik toplumu ortadan kaldırıp yurttaşların hak ve özgürlüklerini yok etmeye matuf bir şiddet eğilimi olarak görüldü.

"Silahsız terör örgütü" tartışmasının gerçek anlamını 15 Temmuz sürecinde ister istemez etraflı biçimde sorgulamak durumunda kalan Anayasa Mahkemesi bu içtihadı bilmiyor olamaz. Buna rağmen neden göz ardı ettiği sorusu burada dursun.

Sivas Katliamı davaları

Konuyla ilgili ikinci sorun Sivas Katliamı ile ilintili.

Bilindiği üzere Sivas Katliamı davası, "cezasızlık" denen sorunun derslerde okutulacak türden spesifik bir örneğini gösteriyor. Bilmeyen veya hatırlamayanlar için T24 Yazarı Gökçer Tahincioğlu bu süreci güzel özetlemiş. Dileyen bu değerli araştırmayı okuyabilir. (Tahincioğlu'nun anlatımına, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizzat affettiği kimi sanıklarla  [1, 2] ilgili veri de eklenebilir.)

Bu davada bazı sanıklar ömür boyu hapis cezası aldılar. Fakat süregelen yargılamalar boyunca ikilem, otuz iç yurttaşımızın diri diri yakılıp katledildiği olayın adi bir suç kapsamında mı yoksa örgütlü bir harekatın uzantısı olarak laik anayasal düzene karşı bir kalkışma mı olduğu noktasında düğümleniyordu. Bu bağlamda mahkûmların "terör suçlusu" sayılıp sayılmayacağı da bir diğer tartışmaydı. Zira mevzuat, terör suçluları için belli bir süre hapis yattıktan sonra "koşullu salıverilme" olanağını ortadan kaldırıyordu.

Yunis Karataş davasının konusu bu "koşullu salıverme" hükmüyle ilgiliydi. Bu katliamda rol aldığı sabit olan başvurucu, kendisinin "terör suçlusu" olmadığı, dolayısıyla şartlı salıverme hükümlerinden yararlanması gerektiği düşüncesindeydi.

Konu suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesinin önüne geldi. Mahkeme, başvurucunun hangi terör örgütüyle ilişkili olduğu belli olmadığı için bir "terör suçlusu" sayılamayacağına kanaat getirdi, başvurucuyu haklı buldu ve erken tahliyeye olanak tanımış oldu.

Aslına bakarsanız Anayasa Mahkemesinin, bu kararında da ilginç bir çaba içine girdiğini söyleyebiliriz. Şöyle ki; söz konusu vaka İHAM'ın önüne gelseydi, daha kabul edilebilirlik aşamasını bile geçmesi kuşkuluydu. Çünkü İHAM, şartlı salıverme kurallarını maddi yönden bir "suç" veya "ceza" düzenlemesi saymaz. Meraklısı, Müller/Çek Cumhuriyeti kararını, şu linke tıklayarak okuyabilir.

Burada da, genellikle İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarını takip etme eğilimi gösteren Anayasa Mahkemesinin bir sapma örneği gösterdiğini görüyoruz.

Yanlış anlaşılma olmasın! İHAM kararları kutsal kelam değildir, ondan tabii ki sapılabilir. Gelgelelim bu sapmanın Türkiye'nin en önemli cezasızlık dosyalarından biriyle ilintili olması bir yandan, sapmanın dönüp dolaşıp yine İslamcı fundamentalizm ile ilişkili olması sorunu diğer yandan dikkatimizi celp ediyor.

Bu süreçlerin takipçisiyiz ve takipçisi olacağız.

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İkinci yüzyılın iktisat kongresinde gelecek inşası

Uzun bir maratonun ardından tüm kesimleri bir araya toplayan İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi 15-21 Şubat günlerinde İzmir’de düzenlenecek

Bütçe hakkı neden paspas edildi?

Bankalara enflasyonun 6’da biri oranlarla zorla kâğıt aldıran yetkili ve siyasiler eğer borçlanma yetkisi için Meclis’e erken gelirlerse ‘Piyasanın bozulabileceğinden’ korkmuşlar

Son dönemecin mottosu

Öyle ya iktidar her şey; kazanılırsa ne âlâ, kaybedilirse gelene yıkılacak bir enkazın ne zararı olabilir? O halde tüm düğmelere basılacak. Girdiğimiz yol bu

"
"