23 Şubat 2023

"Allah kimseyi devlete muhtaç etmesin!"

Depremin yoksulluğu ve güvencesizliği "kısa süreliğine" görünür hale getirmesiyle normal şartlarda ayrıcalıklarının farkında olmayanların yüzünü Allah'ın ve devletin unuttuğu yerlere çevirmesine vesile oldu. Ama buna yine de tam bir yüzleşme diyemeyiz. Bazıları için 'normal' gelen günlerde de çoğunluk için 'normal' bir hayat yok aslında. Samandağ'daki depremzedenin evinin yıkılması anormal de, 17 yıldır buzdolabının olmaması normal mi?

Recep Tayyip Erdoğan "Biz geldiğimizde evlerde buzdolabı yoktu" demişti birkaç yıl önce. Türkiye'de bırakın buzdolabını doğru düzgün eşyası olmayan, kanepesi, yatağı olmayan evler, özellikle kırsal kesimde eskiden beri var. Refahın ölçütü olarak buzdolabı gibi temel bir ihtiyacın gösterilmesi göz boyamanın en çarpıcı örneklerinden biri aslında. Bu "yoktan var ettim" alt metinli söylemler iktidar retoriğinin temelini oluşturuyor. Halbuki derin yoksulluk, kötü yönetimlerin eşitsiz ve adil olmayan yerel politikalarının sonucu olarak seneler içinde yaygınlaştı. Ama Türkiye'de elektrik bile yoktu denilse inanacak bir kesim mevcut, şeyh-mürid ilişkisini andıran bu biat hâli AKP'nin elini kuvvetlendiren en önemli faktörlerden biri.

R. T. Erdoğan AKP öncesini hiçleştirmeye çalışıp hep bir "sayesinde" savıyla algıyı yönetmek suretiyle iktidarını sürdürdü. İyiyse AKP'den, kötüyse Allah'tan anlayışıyla hiçbir sorumluluk almadı, "şükür" teselli ikramiyesiyle tüm felaketleri hayatın olağan akışına dahil etti. Arada cızırdayan güzel bir nağme dinlediklerine inandırdığı tabanının tüm dini ve milli hassasiyetlerine oynadı atını. Zulmü arttı, ama bir türlü zeval bulamadı.

Bugün Twitter'da önüme bir video düştü. Birgün'den Uğur Şahin Samandağ'da çekmiş. Bir depremzede "17 yıldır hiç dolabım yoktu, dolabı taktık, deprem oldu. İçeride eşyam yok zaten. Dolabı indirebilsem yeter… Naylonla kaplanmış bir serada kalıyoruz şimdi," diyor. AKP sayesinde değil, AKP'ye rağmen 17 yıl sonra alınabilmiş bir buzdolabı o.

Temel ihtiyaçların lüks olması yeni değil. Yoksulluğun idrakın ötesinde bir mahrumiyet alanı vardır, bırakın uzaktan bakmakla yakınına bile gitseniz tecrübe etmedikçe anlaşılmayacak bir hakikattir. O evler sadece depreme dayanıklı olmadığından yıkılmadı. Çoğunda bir gün bile yaşayamayacak tuzu kurular az değildir, görece ayrıcalıklarının farkında olmayan, hicap duyması birkaç gün süren, sonra normaline ışık hızıyla dönenler... Bu yüzden aslında soramadığımız hesapların altında kalırız. O enkazı kaldırmak kolay değildir asıl. Normalin kendisi felaket çünkü.

Yardım edilmiş yoksulların olduğu değil, yoksulluğun ortadan kalktığı gelecek tahayyülünün yerini günü kurtarmanın telaşına hapsolunan, dayanışmanın sadece acil ve geçici çözümlere, hatta gösterişçi el uzatmalara indirgendiği, ölümle hayat arasındaki vadenin kısaltıldığı, alanlarımızın kasten daraltıldığı asıl "uzun felaketten" sonra bir çaresizlik melankolisi aldı maalesef. Asıl bu esaretten kurtulmalıyız.

Ayrıca bağış mekanizması gerçek sorumluları görünmez kılıyor, örgütlü kötülüğün yükünü geride kalanların omuzlarına bırakıyor. Halkların halklardan başka dostu yoktur hakikatini acı bir şekilde hatırlatıyor bir kez daha. Bir depremzede "Allah kimseyi devlete muhtaç etmesin!" dediğinde utanması olmayanlar koltuk sevdasından vazgeçmiyor. Böyle felaket zamanlarında, mağdurlar muhatap ararken, nefret söylemlerinin yaygınlaşması, dezavantajlı grupların günah keçisi olarak gösterilmesi sorumluluktan kaçan hükümetlerin eski bir taktiğidir. Irkçılığın pompalanması sebep-sonuç ilişkisinin üstünü örter, odağı kaydırır. Milli değil insani beraberliktir aslolan. Tabaktaki yemeğin azalmasının nedeni sofraya sonradan oturanlar değildir kısaca.

Sloganların darlığına sıkışıp kaldığımız sosyal aktivizmle birbirimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizi, devletin yükümlülüklerini hatırlattığımızı sandığımız sıcak gündem geçince her mağdur kendi kaderiyle baş başa kalacak. Tüm hak ihlallerinde böyle oldu bu. Deprem kader değil, büyük bir hak ihlali.

Depremin yoksulluğu ve güvencesizliği "kısa süreliğine" görünür hale getirmesiyle normal şartlarda ayrıcalıklarının farkında olmayanların yüzünü Allah'ın ve devletin unuttuğu yerlere çevirmesine vesile oldu. Ama buna yine de tam bir yüzleşme diyemeyiz. Bazıları için 'normal' gelen günlerde de çoğunluk için 'normal' bir hayat yok aslında. Samandağ'daki depremzedenin evinin yıkılması anormal de, 17 yıldır buzdolabının olmaması normal mi? Normali egemenin belirlemesi hayatın şirazesinin kaymaya başladığı andır zaten.

Ömürlük bir hesaplaşmanın ilk günlerindeyiz. Unutturmamak sonraki nesillere miras borcumuz. Lafta kalmayacak, emin olun.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

Kamu spotu: LGBTİ+ hakları insan haklarıdır!

"Büyük Aileye" zarar verenler LGBTİ+'lar mı? Ailelere zarar verenler 'küçük çocuğun rızası vardı, bir kereden bir şey olmaz, üvey evlatla nikah olur, çocukken alıp kendilerine uygun eş yapılır vs.' diyenlerdir"

Barış siyaseti, kadınların huzuru ve üvey olmak

Muhalifleri tek tek cezalandırmak, her seçim sonrası şiddette el arttırmak, hak ihlallerini norm haline getirmek suretiyle düşman hukuku uygulayan iktidarın gelecek planlarında telafisi gittikçe zorlaşan bir yıkım stratejisi, tektipleşerek birbirine yabancılaşmış itaatkâr bir halk tahayyülü, bir dahaki seçimde yenilme ihtimaline karşı giderayak cebini iyice doldurma gayreti var