28 Ocak 2020

Tartışma adabı

Türkiye’de siyaset sahnesinde gerilim yüksek. Gerilimin baş ateşçisi ve ocakçısı da zaten Cumhurbaşkanı’nın kendisi

Deprem üstüne laf açıp bildik "deprem-sonrası" klişeleri sıralamak istemiyorum. Ama üstüne konuşmak istediğim konu depremle ilgili. Konu dediğim, Tayyip Erdoğan’ın konuşma ve tartışma üslubu. Son deprem olayında bu üslubun net bir örneğini verdi.

Soruyorlar: "Tedbir alınamaz mıydı?" Elcevap: "Depremi durdurabilir misiniz?" 

Peki, adam ne sordu? "Depremi niçin durdurmadın" diye mi sordu? "Tedbir" dediği herhalde gelen depremi durdurmak üzere alınacak tedbir değil, geldikten sonra yapacağı hasarı asgariye indirmek üzere, ortada bir deprem alameti yokken yapılacak şeyler.

Önümüzdeki somut durumda sorulan sorunun ne kadar yerini bulmuş bir soru olduğunu bilmiyorum ve tartışmak istediğim konu da bu değil. Bizler Türkiye’de afetlerin, kazaların çok can yakmasına alışmışızdır. İnsan kimsenin zarar görmesini istemez elbette ama Elazığ bilançosu bana alışık olduğumuz ölçüde ağır görünmedi. Memlekette herhangi bir yerde deprem olduğunda, bir iktidar vardır mutlaka ve soru sorulacaksa ona sorulur. Elazığ’daki bu deprem sözgelişi bir Halk Partisi iktidarında da olabilir ve aynı soru o durumda da sorulabilirdi. Bunun da normal karşılanması gerekir. Tabii soru soran "iktidar"a göre "kötü niyetli" olabilir, bir doğal olayı iktidara karşı puan kazanmak için kullanmak peşinde olabilir v.b. Ancak bunların cevabı "Depremi durdurabilir misiniz?" diye sormak değildir.

"Hayır, durduramayız." "İyi. O halde tartışma bitti." Böyle mi?

Cumhurbaşkanı’na göre bir şeyin "böyle", yani "doğru" olduğunun bir tek ölçütü var: bunu kendisinin söylemiş olması. "Tesettürlü hanımın üstüne işediler" ya da "camiye girip bira içtiler" diyor. Dediyse bunlar oldu. Olmadığının kanıtları ortaya çıkıyor, çıkabiliyor, ama Cumhurbaşkanı’nın tavrı değişmiyor. "Amerika’yı Müslümanlar keşfetti" diyor, tamam, konu kapanıyor. Cumhurbaşkanı öyle oldu dediyse öyle oldu.

Bu fütursuzlukla "Amerika’yı Müslümanlar keşfetti" diyebilen biri arkasından sözgelişi "Onlar PKK iltisaklıdır" deyince öyle olduğuna inanmam mı gerekiyor? Devam eden, neden açıldığı belirsiz davalarda sanık konumuna getirilmiş insanlar hakkında ileri geri suçlamalarda bulununca, "Cumhurbaşkanı öyle dediyse öyledir" diye düşünmemiz mi gerekiyor? Evet, öyle gerekiyor.

Bazan bu anlattığım şeyi rol paylaşarak yapıyorlar. Cumhurbaşkanı’nın damadı ve bakanı olan kişiye "Merkez Bankası bağımsız mı?" diye soruyorlar; "FED kadar bağımsız" diyor. Ardından Tayyip Erdoğan’ın görüntülerini getiriyorlar: "Görevden aldık tabii," diyor, "Adam laf dinlemiyor ki!" "Adam", "FED" kadar bağımsız olan Merkez Bankası’nın Genel Müdürü.

"Bu görüntü ve bu beyan çelişmiyor mu?" diye Erdoğan’ın kendisine sorsak, davuldan ve tokmaktan dem vuracak. Genel Müdür’ün yanlış davrandığını, bunu düzeltmezse kendisinin sorumlu tutulacağını vb. anlatacak. Bu, aslında ayrı konu. Sana "bağımsız mı" diye sordular. "Bağımsız"dan bunu mu anlıyorsun?

Bu yakınlarda yeni bir tartışma konusu açıldı (aslında konu hayli "eski" de, yeniden açıldı): "FETÖ’nün siyasi ayağı" diye bilinen terane. Tayyip Erdoğan gene hiddetlendi. Tabii öncelikle Halk Partisi’ne parladı. 

"Madem böyle bir şey olduğunu iddia ediyorsun, ispat et!" dedi. 

Böyle şeyleri muhalefetin "ispatlaması" adetten değildir. Muhalefetin elinde böyle bir ilişki biçimini ortaya çıkaracak "araçlar" yoktur. Gidip şüphelendiği birini sorguya çekemez. Bunu yapmaya "yetkisi" yoktur. "Ben sana cevap vermiyorum! Sen kim oluyorsun?" diye sorsa adam, ne diyecek. İşi kovalamasına imkan verecek bilgi-belge toplaması da zordur. Bazı ilkelerde genellikle basın açısından şanslı bir durum oluşabilmiş, "Watergate", "Irangate" ya da "Profumo Skandalı" gibi perde arkası olaylarla ilgili belgeler ele geçmiş ve bir sır çözülmüştür ama böyle olaylar kural değil, istisnadır.

Bu "siyasi ayak" konusunda CHP bir muhalefet partisi olarak yapabileceğini yapmış ve Meclis’e Meclis Soruşturması başlatmak için önerge vermiştir. Bu önerge şu anda iktidarda olan partileri temsilcilerinin oylarıyla reddedilmiştir. Ve şimdi Cumhurbaşkanı "İspat et!" diye haykırmaktadır. Normal herhangi bir insana "Pes" dedirtecek bir durum!

Ama "pes" demeyin. Ya da şimdilik, yani bu aşamada demeyin, çünkü arkası var. "İspat et!" diye haykıran Cumhurbaşkanı bunun ardından "İspatlayamazsan demek ki CHP’de, İP’de, HDP’de var!" diye sürdürüyor kavgasını.

Hangi mantıkla buraya varılır?

Türkiye’de siyaset sahnesinde gerilim yüksek. Gerilimin baş ateşçisi ve ocakçısı da zaten Cumhurbaşkanı’nın kendisi. Siyaset dünyasında normal olarak insanlar kendi konuşmalarında, tartışmalarında söyleyecekleri sözler, kullanacakları argümanlarda parti ileri gelenlerinden ve tabii parti önderinden esinlenmek isterler. Söz, mantık oradan, tepeden başlar, mahalle kahvesine iner. İnene kadar "vülgarize" olması da beklenmedik bir şey değildir. Ama en tepedeyken "Depremi durdurabilir misin?" diye başlayan bir tartışma daha ne kadar "vülgarize" olabilir?

Tayyip Erdoğan Türkiye’de siyaset tartışmasının düzeyini "Benim babam senin babanı döver!" "Nah döver! Gelsin de dövsün bakalım!" düzeyine getirdi. Amerika’yı Müslümanlar’ın keşfettiği bir dünyada siyaset tartışmasından da başka bir şey beklenmez.

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı