13 Ağustos 2019

Tarayan katiller

Son dönemin “tarama” uzmanlarına baktığımızda aralarında bazı ideolojik akrabalıklar görebiliyoruz; başta yabancı düşmanlığı, ırkçılıkla karışık bir zenofobi geliyor

Kalabalık olacağı bilinen bir yere gelip silahı çıkarıp tarayacak ve birkaç saniye içinde çok sayıda insanı durduk yerde ölüme göndereceksin. Bu işin meraklılarını üretmekte Amerika önde gidiyor. Orada bu işi yapacak silahı elde etmenin kolaylığı bu “önde gitme”ye yardımcı oluyor sanırım. Ama işin tekeli Amerika’da değil zaten. Norveç’teki facia doğal olarak unutulmadı.

Amerika’daki son iki olaydan sonra Trump gene “tweet”ini sallamış; “Akıl hastası canavarlar” diye bir niteleme kullanmış. Bugünün “New York Times”ında onun bu teşhisi üstüne bir makaleye rastladım. Benim de bir süredir aklımdan geçirdiğim bir temayı işliyordu. Onun için ben de bu noktadan yola çıkarak birkaç şey söylemeye çalışacağım.

Trump’ın bu nitelemesine itiraz eden yazar Richard A. Friedman. İtirazı “akıl hastası” sözüne. Ben de buna katılıyorum. Bu işleri yapan adamlar arasında aklından zoru olan birileri de çıkabilir şüphesiz. Ama bir süreden beri birikip duran birçok kanlı olayda bu marifeti işleyenler arasında hakkında “deli raporu” verilmiş olan ya hiç yok ya da pek az. Friedman bunlardan birkaçına kısaca değiniyor. Örneğin Yeni Zelanda felaketinin “kahraman”ı Brandon Tarrant gayet “normal” bir adam; Norveç’teki “herif-i na-şerif”in herhangi bir akli arızası yok; Friedman Charleston’da dokuz kişi öldüren Dylann Roof’a da değiniyor. İçlerinde en “hasta” olan bu galiba. Hafif bir otizm teşhisi konmuş. Bizim burada Reyna’da ortalığı kana bulayan Kırgız’ın da akıl sağlığı pekala yerinde.

Trump’ın “akıl hastası” demesini böyle didiklememiz şart mı? Her dediğine karşı çıkmak, her tespitinde kusur bulmak için şartlandık da onun için mi böyle yapıyoruz? Bence hayır. Öyle olmadığını da bu yazıda göstermeye çalışacağım. Bence Trump’ın bu nitelemesinin birinci sakat yanı olayı bir bakıma daha basit bir çerçeve içine zorlamasında görülüyor: bazı “akıl hastası” adamlar var, akıl hastası oldukları için böyle canavarca işler yapıyorlar. Yani bu bir “patoloji”!

Hayır. Ve konu bunun için vahim. Bu işleri bunu yapmamaları durumunda “normal” dediğimiz, hatta belki bazı olaylarda “çok akıllıdır” filan diye daha da ileri derecede, hakkında “tavsiye mektubu” yazabileceğimiz adamlar yapıyorlar.

Bu benim aklıma Hanna Arendt’in Eichmann mahkemesi sırasında yaptığı saptamayı getiriyor. Arendt, kötülüğün sıradanlığı üstüne konuşmuştu orada. Eichmann da tamamen sıradan bir adamdı. Boynuzu filan yoktu, ağzından ateş saçmıyordu. Şimdi yakalanınca iyice zor durumda kalmıştı. Korkuyordu. Gerisinde yatan binlerce Yahudi cesedini unutursanız, acıyabilirdiniz de.

Bu “taramacı katiller” de genellikle böyle adamlar: Şüphesiz ki basit, ama aynı zamanda kompleksli, kendilerinden hoşnut olamamalarının acısını başkalarından çıkarmaya kararlı, zavallı yaratıklar. Ancak bunlar, “akıl hastası” anlamına gelmiyor.

“Nazi kasabı” Eichman, El Paso silahşoru Patrick Crusius, 11 Eylül cihangirlerinden Muhammed Atta… Bunlar hep sinik (yani sünepe), içine kapanık adamlar. Farklı ideolojilere inanmış insanlar—muhtemelen bu ideolojik farklılıklar nedeniyle de birbirlerini öldürebilirlerdi. Ama ideoloji farklarına rağmen bir şey onları bir araya getiriyor ve aynı yolun yolcusu yapıyor: İdeolojik hamulelerindeki ağır dozda kin ve nefret. Bu noktada birleşiyorlar.

Şu son dönemin “tarama” uzmanlarına baktığımızda aralarında bazı ideolojik akrabalıklar

görebiliyoruz. Başta yabancı düşmanlığı, ırkçılıkla karışık bir zenofobi geliyor. Beyaz ırkın üstünlüğüne inanıyorlar ve kendileri de beyaz. Kafalarında bu beyaz adamın tartışılmaz egemenliğinde yaşayan bir “dünya parçası” var. Dini, dili, rengi bozuk insanların bu “dünya parçası” üstünde dolaşmasından hoşlanmıyorlar. Bu istenmeyen duruma karşı buldukları çare de bu. Tabii o “tarama” işleminin kendilerine kazandıracağı “ün” gibi beklentileri var mı, böyle bir beklenti bu ezik insanlarda ne kadar belirleyici oluyor, bunları hiç bilmiyorum. Ama kendilerinin beğenilmemesi, şeref tribününe oturtulmamaları, madalyalar verilmemesi mutlaka önemli bir rol oynuyordur.

Bunlar da olağan şeyler, hep bildiğimiz şeyler. İşin hoş tarafı buralarda bu kişilerle haklarında “akıl hastası canavarlar” değerlendirmesi yapan Trump ve benzerleri arasında da ilişki kuran olağanlıklar bunlar. El Paso silahşoru Crusius sorgusunda Texas’ın Hispanikler tarafından “istila” edilmesine tepki gösterdiğini söylemiş. Rastlantıya bakın ki Trump da Meksika sınırında olanlar hakkında fikirlerini beyan ederken “Şu yaklaşan şeye bakın, bu bir ‘istila’dır” demişti.

Bugün dünyayı kasıp kavuran popülizm dalgasının önemli bir özelliği bu. Popülist “lider” çıkıyor, bir nefret konuşması yapıyor. “Gidin onları öldürün” demiyor, ama oraya kadar denebilecek ne varsa diyor. Onun dediklerini yanlış değil doğru anlayan biri de “lider”inin meskut geçtiği görevi gidip yerine getiriyor.

İşte onun için Trump’ın bu gibi “suret-i hak”tan yana görünen değerlendirmelerinin de analizi ve eleştirisi gerekiyor. Trump’ın ve onunla aynı yolu izleyen, aynı taktikleri yürürlüğe koyan bütün bu popülist demagların.

Yazarın Diğer Yazıları

Üç güne kadar seçim

Büyük kentlerin siyasi tercihlerinin uzun vadede belirleyici rol oynama potansiyelinin yüksek olduğunu biliyoruz

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek