23 Nisan 2019

Serinkanlılık

"İktidar, toplumda siyasi gerilim yaratmanın ve “kendinden olmayan”ı düşman ilan etmenin kendi iktidarını perçinlediği konusunda kesin görünen bir tutumda"

Ekrem İmamoğlu Maltepe’de büyük bir topluluğa oyları için teşekkür ediyor ve bu arada toplumda yaratılan bölünmenin ortadan kaldırılması gerektiğini tekrarlıyordu.  Aşağı yukarı aynı zamanlarda Ankara’daki saldırı başladı.

Seçimler öncesinde CHP yönetimi yürütülecek siyaset hakkında önemli ve doğru bir karar vermişti:  toplumda düşmanlığı körükleyecek dile ve üsluba prim verilmeyecekti.  Ekrem İmamoğlu, mizacına daha iyi uyduğunu tahmin ettiğim bu yaklaşıma bağlı kaldı.  Seçim sonrasında da—şimdiye kadar—aynı çizgide devam ediyor.

Kolay değil.  Bunun tam tersini seçmiş ve benimsemiş bir siyasi rakip karşısında, sürekli provokasyonlar karşısında, öfkeye kapılmadan, itidal içinde davranmak hiç kolay değil.  Nitekim Ankara’daki olay da bunun ne kadar zor olduğunu gösterdi.  Bir siyasi parti ne derecede “İsevi” olabilir?  İmamoğlu’nun “Hak yemem, ama hakkımı da yedirmem” formülü kağıt üstünde doğru, şüphesiz;  ama somut pratik içinde bunun dengesi nereye kadar korunabilir?

Bütün zorluklarına rağmen bu siyasetin sürdürülmesi gerekli.  İktidar, toplumda siyasi gerilim yaratmanın ve “kendinden olmayan”ı düşman ilan etmenin kendi iktidarını perçinlediği konusunda oldukça kesin görünen bir tutumda.  Bir an için bunun doğru bir tesbit olduğunu, yani gerilimin AKP’ye yaradığını kabul edelim.  Ancak, bunu kalıcı bir toplumsal dinamik haline getirdiğinizde, içinde yol aldığınız teknenin tabanında bir delik açmış oluyorsunuz.  Bir zaman sonra bu teknenin batması kaçınılmaz.  Batınca, deliği açan da batıyor.  İktidarın bu siyasetleri yeni başlamadı.  Gezi’den bu yana AKP’nin temel siyaseti haline geldi.  Şimdiye kadar azımsanmayacak zarar üretti.

Yerel seçim ertesinde Cumhurbaşkanı’nın “demiri soğutmak” konusunda söyledikleri ve bir “Türkiye İttifakı” kavramını ortaya atması olumlu bir “acaba?” ortamı yaratıyordu ama Bahçeli hemen bir karşı-tavır almakta gecikmedi.  Bu da doğal, çünkü bu gerilim herkesten çok Bahçeli’ye yarıyor.  Gerilimin yol açacağı şiddet içinde en rahat hareket edecek siyasi parti onun partisi.   Gelinen noktada “Cumhur İttifakı” içinde bulunmaktan asıl yararlananın MHP olduğu görülüyor.  Bahçeli bunu da—biraz örtük bir üslupla—telaffuz etti.  Onun sonuna kadar gerilimden yana tavır alacağını sanıyorum.  Erdoğan da bu şekilde belirlenmiş bir atmosferde rahat ettiği, mizacının buna takın olduğu anlaşılıyor.  Dolayısıyla demir soğutmaktan kolaylıkla vazgeçmesi şaşırtıcı olmaz.

Ama muhalefetin barışçı söyleminden vazgeçmemesi gerekiyor.  Çünkü bu ilkede siyasi mücadele artık bir “değerler çatışması”na  dönüştü.Bir zamanların sık kullanılan terimi “barış-içinde-bir-arada-varolmak” bugünün Türkiye’sinde acil bir ihtiyaç haline geldi.

“Diktatörlük”, henüz diktatör rejimini kurup kurumlaştırmadan önce onun zihninde biçimlenir. Zihinde biçimlenen bu düşüncenin öncelikli özelliği, “birlikte varolmak” yaklaşımına düşman olmasıdır.  Diktatör “kendinden” olmayan birilerinin varlığına tahammül edemez.  Onun gibi düşünmüyor, onun gibi hissetmiyorsa, varolmaya da hakkı yoktur.

Ondan yana olmamanın derecesi önemli değildir.  Diktatör ayrıntılarla, nüanslarla ilgilenmez. Toplumu, olabilecek en geniş çizgilerle düşünür:  “Benden yana olanlar ve benden yana olmayanlar”. 

Bunun gerektirdiği ideolojiyi topluma empoze etmenin yöntemleri de aşağı yukarı aynıdır.  İlk ağızda, bir “şeytan”a ihtiyaç vardır.  Örneğin Hitler’e göre “şeytan”, Yahudiler’di.  Ama çok zaman, tek bir şeytan yeterli olmaz.  Nitekim Naziler de ikinci “şeytan” olarak komünizmi beğenip seçmişlerdi.  Britanya, Amerika gibi “liberal demokrasi” rejiminde yaşayan ülkeler de “yedek şeytan” olarak sıraya girmişlerdi.

Şimdi Türkiye’deki gidişat da benzer yollardan geçti.  PKK’nın “şeytan” olduğunu Türkiye toplumuna kabul ettirmek pek zor bir iş değil.  Ama bir de FETÖ var.  Onların hedefinde AKP ve Erdoğan kendisi olduğu için daha da nefret edilesi bir “düşman” statüsü verilmiştir.  Eh, “sol” da zaten alışık olduğumuz düşmanlardan.  Şimdilik geri planda bekliyor.

Şeytanlar üzerinde bu ideolojik konsensusa vardıktan sonra yeni peyda olacak düşmanlara da “Sen PKK yandaşısın/Sen FETÖ yandaşısın” demek kolaylaşıyor.  Kürt sorunu konusunda her zaman ikircikli olan CHP’yi PKK yandaşı ilan etmek aklı başında biri için gülünç bir iddia olmak dışında anlam taşımayabilir, ama işte, Çubuk olayı olabiliyor.

“Sözcü” gazetesinin “FETÖ’cü” olması da bundan farklı değil.

Kendilerine muhalif olanları kriminalize ederek “muhalif” olmayı genel olarak suç haline getirmek demektir  ve yukarıda söylediğim “birlikte varolmak”  konusundaki nefretin normal sonucudur.

Son seçimin de gösterdiği gibi Erdoğan’ın ve onun yankısı gibi davranan AKP’nin gözünde ve dilinde bu ülkede “yerli ve milli olmayan” nüfus toplumun yarısı.  Bu durumda  “bir arada varolma” kültürü    bizim için vazgeçilmez ilke oluyor.  İktidarın ne derecede bunun bilincine vardığı belli değil.  Ama muhalefetin bunu unutmaması gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Üç güne kadar seçim

Büyük kentlerin siyasi tercihlerinin uzun vadede belirleyici rol oynama potansiyelinin yüksek olduğunu biliyoruz

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek